PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Rejim ve Kürt siyaseti bir pazarlık sürecinde. Kamuoyu bu sürecin ayrıntılarını bilmiyor. Bilinen, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması başta olmak üzere, Kürt siyasetinin on yıllardır talep ettiği reformların yapılması bu pazarlığın ana konusudur. Pazarlıklarda öne çıkan ana başlıklar;
1- Af
2- Garantiler
3- Reformlar
4- Suriye’deki Kürt oluşumu
5- Erdoğan’ın beklentileri olmak üzere beş başlık altında toplanabilir.
Bilindiği üzere PKK silah bırakma kararı aldı. Bu rejimin birincil beklentisiydi ve siyasal bir karar gerektiriyordu. Her ne kadar rejim PKK’nın siyasal bir yapı da olduğu gerçeğini resmi olarak kabul etmiyor olsa da, fiilen, tıpkı daha önceki müzakerelerde olduğu üzere, rejim PKK ve lideri Öcalan’ı muhatap alarak bu yaklaşımının lafta kaldığını ortaya koydu. Tek başına bu bile Kürt hareketi açısından kayda değerdir.
Bir devlet herhangi bir terör örgütüyle siyasi pazarlığa başlamışsa bu o terör örgütünün sahada kazandığının göstergesidir. Bu bir saptama, bir temenni veya zoraki bir yorumlama değil. Bizzat siyasi yapının en ultra sağında, aşırı milliyetçi olarak nitelenen bir parti olan MHP’nin şahinliği ile bilinen lideri Devlet Bahçeli tarafından devletin 100 yıllık paradigması kırıldı ve Öcalan’ın “kurucu önder” olduğu ifade edildi.
O güne kadar Öcalan’a “bebek katili” diyen Bahçeli’ye çark ettiren ne oldu? Bu soruyu yanıtlamak spekülatif alana girmemizi zorunlu kılıyor. Ancak muhtemelen derin devlet paradigmanın kırılması için Bahçeli’yi seçti, çünkü milliyetçi tabanı ikna etmek için en iyi seçim buydu.
Şimdi en önemli mesele Öcalan’ın ve diğer tutuklu PKK’lıların serbest bırakılması gibi görünüyor. Bu konuda ilerleme sağlandığı anlaşılıyor. Öcalan’la müzakere yapılıyor olması istediklerinin yüzde kaçını elde edeceğinde ziyade, ilkesel seviyede, kendisinin bire bir siyasi muhatap olarak kabul edilmesidir.
Cini şişeden bir defa çıkartırsanız artık onu geri sokamazsınız. Bu saatten sonra artık rejimin “Vazgeçtik!” deme şansı yok. Yani diyebilir, ama inandırıcı olamaz. Özellikle uluslararası aktörler yeni durumu kaydetti. Öcalan’ın PKK’ya silah bıraktırma kararı aldırtması ona meşruiyet sağladı ve rehabilite etti. Terör örgütü liderinden siyasi hareket liderliğine geçiş yapmasını olanaklı kıldı. Salt bu bile Öcalan’ın muhataplarından daha stratejik düşündüğünün bir göstergesi.
Kapsamlı bir af – veya adı ne olursa olsun – Türkiye’de siyasal dengeleri daha karmaşık hale getirecek. Kürtlerin Türkiye’de minimum yüzde 12 kadar bir etkisi var. Bu son derece stratejik önemi haiz bir güç yaratır. Bu gücün artık daha “realpolitik” bir çerçevede kullanıldığı anlaşılıyor. Kimileri bunu aşırı Makyavelist buluyor, bir o kadar da tehlikeli.
Fakat 100 yıllık Kürt siyasetinin öğrendiği derslerden biri risk almadan kazanım elde etmenin Türkiye siyasal ortamında mümkün olmadığıdır. Bu oy oranını güce çevirmekten, daha doğrusu güç sağlayıcı bir enstrüman olarak kullanmaktan imtina etmeyecek gibi görünen Öcalan, elinde bu kozu bulundurduğu müddetçe istedikleri öyle ya da böyle alabileceğinin farkında.
İşin püf noktası ise şudur: İstediklerini maksimize edebilse bile, mevcut rejime ne kadar güven duyabilir? Bu bizi ister istemez ikinci başlığa getiriyor. Garantiler meselesinden bahsediyorum.
Öcalan da, Kürt siyasetinin diğer irili ufaklı aktörleri de Türkiye gerçeklerinin farkındadır. Bir diktatörlük var ve kendi anayasasına ve yasalarına uymuyor. Anayasanın güçler ayrılığı ilkesi kati surette çökmüş, uygulanmıyor. Siyasi erk – yürütme kuvveti – Erdoğan liderliğinde temerküz etmiş, tüm gücü bir lider ve onun dar çevresine toplamış görünüyor.
Derin devlet de dâhil bu durumu – şimdilik – kurcalamıyor. Çünkü Erdoğan tabanla kurduğu inanılmaz etkileşim sayesinde, elbette arkasına havuz medyasını ve devlet organlarını da alarak, algıları kontrol ve manipüle ediyor. Erdoğan’a rağmen bir şeyler yapmak kolay değil, belki mümkün de değil. Tüm aktörler bu gerçeği dikkate alarak pozisyon belirliyor ve hareket ediyor.
Kürt hareketi eğer bir garanti olacaksa bunun Erdoğan’la kurulacak bir denge siyasetinden geçtiğini hesaplıyor. Karşılıklı bağımlılık ilişkisi oluşturmak suretiyle Erdoğan’ın idare edilebileceğini düşünüyor. Erdoğan süreçten neler bekliyor konusunu son madde olarak inceleyeceğim. O nedenle şimdi detayına girmek istemiyorum.
Ancak bir tüyo olarak şunu yazayım: MHP ile derin devletin bugüne kadar Erdoğan’la kurduğu ilişki de bir aşk evliliği olarak nitelenemez. Mevcut durum bir mantık evliliğidir. Kimse birbirini sevmiyor, ancak koşulların dayatmasından ötürü kendilerini işbirliği yapmaya ve bunu devam ettirmeye zorunlu hissediyorlar. Kürt siyasi hareketi bunu hesaplamaktadır kanımca.
Dolayısıyla garantiler anayasal veya yasal olamaz. Elbette onları anayasal ve yasal formülasyon olarak kayıt altına almak önemli bir kazanım olacaktır. Fakat Kürt hareketi bu rejimin kendi anayasasını ve yasalarını takmadığının farkındadır. İleride uluslararası toplum önünde kendilerine moral üstünlük sağlayacak bu değişiklikleri sonuna kadar talep edecekler. Fakat bunun kendilerine doğrudan bir garanti sunmayacağını pekala biliyorlar.
O halde garanti nasıl sağlanacak?
Bunu Erdoğan’ın kendilerine olan bağımlılığını devam ettirerek sağlamayı hesaplıyorlar. Bu pozisyon “Seni başkan yaptırmayacağız!” pozisyonundan diyametrik olarak farklıdır. Bilakis, “İktidarının kaybetmemen bize bağlı!” pozisyonudur. Bu ciddi bir paradigma değişimidir. İlkelere güvenmek yerine güç dengelerine oynamak olarak özetlenebilir.
Belki de Kürtler Ortadoğu ve özelde Türkiye “ilm-i siyasetinin” erdemsizliğine adapte oluyorlar. İster istemez planın en başından en sonuna kadar hesaplanması gibi bir ihtimali ortadan kaldırıyor bu durum. Biraz “Kervan yolda düzülür!” yaklaşımı: Aksiyon-reaksiyon-aksiyon türü bir zincirleme etkileşim sürecinde her zaman iki-üç hamle sonrasını göremeyebilirsiniz. Fakat aynı handikap rejim için de geçerlidir. Rejim mümessillerinin kaybedeceklerinin çok daha fazla olması gerçeği Kürt hareketinin en önemli kozudur. Bu kozu kaybetmek istemeyeceklerdir.
Bu durum diğer mağdur kesimler için iyi haber değil. Çünkü Kürtler holistik (bütünü kapsayıcı, bütünü gözetici) bir tercihte artık bulunmuyorlar. Kendi etnik gruplarının çıkarlarını her şeyin üzerinde görüyorlar. Bana bu 1900’lerin Arnavutlarını veya Araplarını hatırlatıyor. Kendi kaderlerini tayinde bu çok önemli bir psikolojik merhaledir ve üzerinde dikkatle düşünülmesi gerekir.
(Devamı var)
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***