VEYSEL AYHAN | YORUM
Dünyanın en zor işi hakperest olmak. Kişisel ilişkilerden dolayı haktan sapmamak. Âdil davranmaya çalışmak.
Kur’an’da beni ürküten ayetlerden bir şu: “Allah’a ortak tanımayan halis muvahhidler olun. Çünkü bilin ki Allah’a şirk koşan kimse, gökten düşen ve (vahşi) kuşların didik didik edip kapıştığı birine yahut rüzgârın uzak ve ıssız bir yere savurduğu kimseye benzer.” (Hac, 31)
Bir söz söylerken sadece hakkı temel almak, “o ne der, bu ne der” diye bakmamak. Sözlerini şirke girmeden hakkın yanında durarak fütursuzca ifade edebilmek… Ve bunu yaparken de taş atması gerekiyorsa, taşı en sevmediği insana dahi atarken tartarak atmak.
Bu ölçüler içinde sosyal medyaya baktığımda korkunç bir rahatlık görüyorum. Eteğine doldurduğu taşlarla timeline’ın kenarına çömelmiş işsiz insanlar var.
Muhal farz Cebrail (as) ayet tweet atsa linç ederler.
Bu alemde her şey çok ucuz.
“Hain” “münafık” “ajan” “çete” “şer şebekesi”…
“Peki elinde delil var mı?” “Yok!”
Savunma şu: “Ama herkes diyor!”
Korkutucu bir hadis var: “Bir kimse, bir adama ‘kâfir’ derse veya ‘Allah’ın düşmanı’ derse; o insan dediği gibi değilse söz söyleyene döner.” (Buhârî, Edeb.)
Bu, şu demek; ben bir insana “kâfir”, “hain” veya “münafık” desem ve o kişi öyle biri değilse o ithamım havada kalmaz.
Ne olur?
KADERİN AĞIR TOKATI
Ben o sözü söylediğim an çok iyi bir mümin olabilirim. O an “kafir” veya “münafık” olmayabilirim. Ama kader bu sözleri istikbalime teyeller.
Hadiseler o sözleri amellerimle alnıma kazımak için sıraya girer. Bir müddet geçer ve ben ne olduğunu anlamadan bir de bakarım ki o sözler karakterime kazınmış. Başkalarına kâfir ve münafık sıfatı dağıtırken kendimi, kâmil-i mükemmel bir münafık olarak bulurum. Daha kötüsü bu hâlimin farkına varmam.
O nedenle sosyal medyada insanlara sıfat dağıtmak çok kolay ama bedeli çok ağır. Ben eğer bir insana “hain” veya “münafık” demişsem o insanla helalleşmediğim sürece Demokles’in “münafık” kılıcı tepemde bekler. Sosyal medya kamusal alan sayılır. Sayısal olarak 1 tane “hain” ithamı ‘1’ kalmıyor. Yüz binlere varıyor. İthamlarımı yüz binlerin önünde geri almam lazım.
Sosyal medya cepheleşmelerinde her ne tarafta olursak olalım herkes için bu tehlikeler varid. Emniyet garantili bir cephe yok.
Geçenlerde gittiğim bir mecliste sinirli, asabi bir insanla konuştum. Öfkesi nefsî değil. Kızgınlığı Hizmet’e olan sevgisinden kaynaklanıyor.
Bana şunları dedi:
“Falan yerdekilerin hepsi hain. Orada bir çete var.”
“Filan kişi Hizmet’e ihanet etmiş. Milyarları çalmış, çırpmış…”
Peki, dedim bu sözlerinle en az 15 kişiye hırsız, hain ve münafık demiş oluyorsun, farkında mısın?
Hafif durakladı. “Farkındayım!” dedi.
“Peki bu şahitliğini yarın mahşer günü de yapabilir misin?” dedim.
Hafif durakladı.
“Ama orada delil göstermen lazım.” dedim ve devam ettim. “Bu saydığın insanları İslami kriterler içinde tanıyor musun? Beraber çalıştın mı? Yolculuk yaptın mı?”
“Hayır!” dedi.
Devam ettim: “Ama hepsine münafık demiş oldun, bu insanların hırsızlığını veya nifakını delillendirmen lazım.”
Hakperest bir insandı, durdu. Sonra tebessüm ederek devam ettim.
“İnşaAllah yarın ahirette cenneti kazanırsınız. Fakat tam cennetin kapısına geldiğinizde itham ettiğiniz bu insanlar ellerinde dava dosyaları sizi bekliyor olsa ne yaparsınız? Sevabınız bolsa bir şey diyemem. Verir geçersin. Ama ya yoksa? İnsanlara; münafık, kâfir, hain demekle Allah rızası kazanıldığına dair bir ayet veya hadis var mı? Velev ki öyle olsalar. Benim bildiğim yok.”
Hakşinas olduğundan bana cevap yetiştirmeye çalışmadı.
“Peki şimdi ne olacak?” dedi. Ben de “Uçağa bineceksiniz, gidip o insanları bulup tek tek helalleşeceksiniz.” dedim ve ayrıldım.
80 DEĞNEK
Eski zamanda yaşasaydım. Ve o tarihlerde gündüz gözüyle bir zina vakasına şahit olsaydım. İşgüzar bir karakterim de olsaydı gidip bunu kadıya anlatırdım. Zanlılar, “Hayır biz öyle bir şey yapmadık!” deseydi, ne yapardım? Eğer ben o gün, üç şahit daha bulamazsam bu durum, “iftira” kabul edilip kazf cezasına çarptırılırdım. Şehir meydanında 80 değnek yerdim. Klasik fıkıh kitaplarında yer alan içtihadi görüş ve hükümlere göre durumum bu olurdu.
Zor zamanlardayız. Herkes mağdur, herkes öfkeli. Herkes burnundan soluyor. Herkes öfkesini boca edecek bir günah keçisi arıyor. Birilerinin ‘mention’ı, parmak işareti kâfi. Herkes linçe koşuyor. Linçin olduğu yerde adalet olmaz. Linçin âdil olanı mümkün değil.
Ama mümin kime olursa olsun âdil olmak zorunda. Şu ayet çok önemli: “Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet numunesi şahitler olun. Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin…” (Maide 8)
Bu ayeti her okuduğumda başkalarının muhasebesini yapardım. Üstüme almazdım. Yapılan korkunç zulümleri ve bunları irtikap eden zalimleri düşünürdüm.
Peki bu ayet bize de hitap ediyor olamaz mıydı?
Bu yazı biraz bunun muhasebesi.
KİMLİKLERİ AYIRT EDEBİLMEK
İnsanlara adil bakabilmenin yolu onların kimliklerini tefrik edebilmekte. Her insan birden fazla kimlik taşır. Ben hem fizik öğretmeni hem de baba olabilirim. Eş olurum. Aynı zamanda bir okulda müdür olabilirim. Böyle bir durumda dört kimliğim olur; fizik öğretmeni, müdür, eş ve baba.
Peki kötü bir babaysam bu benim kötü bir fizikçi olduğumu gösterir mi?
Kötü bir idareci isem bu beceriksizliğim evde kötü bir baba olduğuma delil olur mu?
Uhuvvet risalesinde çok önemli bir ölçü var: “Nasıl ki, sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var. O gemiyi batırmaya ve o haneyi yakmaya çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin.”
Bir insanın dokuz kötü kimliği, bir iyi kimliği olsa ben o tek kötü kimliği yüzünden onu infaz etsem zulmetmiş olurum. Hakperest insan, insanları değerlendirirken kimlikleri karıştırmayan insandır. Bir insana kişisel öfkem onun diğer kimliklerini çöpe atmama sebep oluyorsa ben adil ve hakperest bir insan değilimdir. Ayetin tehdidi altına girerim.
SİCİL KOLEKSİYONCULUĞU
Biz Allah’ın adaletine sığınarak ahirette kurtulamayız. Bizi kurtaracak olan Allah’ın rahmeti. Ama o rahmete liyakatin yolu bizim dünyada insanlara şefkat ve merhametle muamele etmemizden geçiyor.
İnsan hatalardan mürekkep bir varlık. Her insanın hayatında onu cehennemin dibine vardıracak pek çok amel ve söz vardır. Allah bana adaletiyle muamele ederse o her bir sözüm için ayrıca yargılanıp mahkûm olurum. Eğer benim karakterim “tokmağı elinde bekleyen bir sicil yargıcı”na dönüşmüşse, insanları beş yıl veya on yıl önce ettikleri tek bir sözle, aklıma geldikçe yeniden yargılarım. Öyle olunca da ahirette en fazla Allah’ın adaletine muhatap olurum, rahmetine değil.
Tek bir yanlışla, tek bir sözle infazlar yaparak o rahmete nail olamayız. “Sevabın günaha az bile olsa rüchaniyetiyle beraat edeceğimiz bir mahkemeye çıkacağız.”
Tek bir amelle tüm günahları silip atan Allah’ın rahmetine yarın benim ihtiyacım olacaksa -ki herkesin olacak- insanları değerlendirirken onların hayatlarındaki tek bir beyaz noktayı bile göz ardı etmemem gerekir.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***








































