NURULLAH ALBAYRAK | YORUM
İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ve kamuoyunda “Kız Çocukları Davası” olarak bilinen yargılamada dün (18 Eylül 2025) karar verildi. Mahkeme, 11 sanığa 6 yıl 3 ay ile 7 yıl 6 ay arasında değişen hapis cezaları, 8 sanığa ise “örgüte yardım” gerekçesiyle 3 yıl 1 ay hapis cezası verdi; 20 sanık beraat etti, 2 kişinin dosyası ise ayrıldı.
Kâğıt üzerinde bir yargılama yapıldı: Zanlılar mahkemeye çıktı, kısa süreli de olsa savunmalarını sundu, avukatlar müvekkillerini savunmak için çabaladı. Bir önceki duruşmada mahkeme başkanı Şenol Kartal bulunmadığı için, sanıklar ve avukatlar bu kez gerçekten bir yargılama yapılabileceğine inanmak isteyerek doğrudan başkana seslendiler; hukuksuzlukları ve suçlamaların haksızlığını anlattılar.
Fakat gerçekte olan bir yargılama değil, iktidarın hedef gösterdiği kişilerin cezalandırılmasıydı. Sahnelenen şey adalet değil; siyasetin gücünü göstermek üzere kurgulanmış bir “show trial” yani gösteri davasıydı.
Bu davada görülen yargılama pratiği, hukuk literatüründe “gösteri davası” olarak tanımlanan sürece birebir uymaktadır:
Karar önceden belirlendi. Sanıkların suçlu ilan edilmesi, delillerin değil siyasi iklimin ürünüydü. Yargılamanın amacı hakikati ortaya çıkarmak değil; topluma gözdağı vermekti. Bunu savcının mütalaasında kullandığı “geçmişten ders çıkarmadıkları” ifadesi açıkça ortaya koydu.
Adil yargılanma hakkı yok sayıldı. Deliller gerçekliği olmayan uydurma istihbarat raporlarına dayandı; savunmalar ise sadece prosedürü tamamlamak için yaptırıldı.
Ceza yargılamasının temel ilkesi olan “Olaylar varsayılmaz, ispatlanır!” kuralı bu davalarda tamamen göz ardı edilmektedir. Gerçek olgulara dayalı maddi hakikate ulaşmak yerine, sanıkların kimliklerinden hareketle suç kurgulanmaktadır.
Yargıtay eski Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk’un sıkça vurguladığı üzere: “Dava dosyasında bulunmayan şey, yeryüzünde de yok hükmündedir.”
Ne var ki bu tür dosyalarda bulunmayan şey delildir. Eğer delil yoksa, aslında suç da yoktur. Fakat Türkiye’de bu boşluk, hukuksuzlukla doldurulmaktadır. Masumiyet karinesi, cezai sorumluluğun şahsiliği ve adil yargılanma hakkı gibi en temel insan hakları yerini; bu davalarda haksızlık, hukuksuzluk ve vicdansızlığa bırakmaktadır.
Kız Çocukları Davası’nda olduğu gibi terör suçlaması içeren siyasi davaların neredeyse tamamı bu kriterlere uymaktadır. Dolayısıyla siyasi davaların tamamına “gösteri yargılaması” demek abartı değildir.
Türkiye’de hukuk uygulamalarındaki çelişki bu davayla birlikte daha anlaşılır hale gelmiştir. Örneğin, ‘kırmızı ışıkta geçtiğiniz iddiasıyla ceza kesilebilmesi için’ mutlaka kamera kaydı gibi somut bir delil aranırken; lise ve üniversite çağındaki kız çocuklarına yönelik ‘terör örgütü üyeliği’ gibi çok daha ağır bir suçlamada bulunmak için delile gerek duyulmamaktadır.
Bir polisin ya da istihbarat görevlisinin “Bu kişi teröristtir!” yönündeki soyut iddiası, liseli ve üniversiteli kız çocuklarının özgürlüklerinin ellerinden alınması için yeterli görülmektedir.
Bu tablo, aslında yargının siyasallaşmasının ve keyfileşmesinin en net göstergelerinden biridir. Basit trafik ihlallerinde dahi delil arayan sistem, söz konusu siyasal davalar olduğunda en temel hukuk ilkelerini askıya almakta ve özgürlükleri tek kalemle yok edebilmektedir.
“Kız Çocukları Davası”, bireysel adaletsizliklerin ötesinde, sistematik bir hukuksuzluğun da göstergesi olmuştur. Mahkemeler çok uzun zamandır vatandaşların temel haklarını güvence altına alması gereken kurumlar olmaktan çıkmış; siyasi iktidarın toplumsal muhalefeti bastırma araçlarına dönüşmüştür. Daha açık bir ifadeyle, yargı iktidarın “silahı” haline gelmiştir. Artık yargı silahıyla masum çocuklar bile cezalandırılmaktadır.
Bu davanın nasıl bir hukuksuzluk zemini üzerine inşa edildiğini görmek isteyenler, Ceza Kanunu’nu hazırlayan ekibin başındaki isim olan Prof. Dr. İzzet Özgenç’in mütalaasına bakabilir. Özgenç, “terör örgütü üyeliği” suçlamasının hukuken geçersiz olduğunu ve suç delili olarak gösterilen eylemlerin suç teşkil etmediğini açıkça belirtmiştir. Ceza Kanununun mimarı olan bir hukukçunun net tespitine rağmen, mahkemenin 19 kişiyi “terör örgütü” suçlamasıyla mahkum etmesini hukuk mantığıyla açıklamak mümkün mü?
Bugün “Kız Çocukları Davası”nda verilen karar, yalnızca 19 kişinin özgürlüğünü gasp etmekle kalmamış; aynı zamanda hukuka ve adalete duyulan güveni bir kez daha derinden sarsmıştır. Ancak bu tablo, hukuki mücadelede umutsuzluğa kapılmaya gerekçe olmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, tarihin her döneminde hukuksuzluk karşısında susmayanlar, adaletin yeniden inşasının öncüleri olmuştur.
Bu nedenle mücadele etmek bir tercihten öte zorunluluktur. Adaletin siyasetin gölgesinden kurtulması için, masumiyet karinesinin, adil yargılanma hakkının ve hukuk devletinin evrensel ilkelerinin yeniden işler hale gelmesi için geri çekilmemek ve sesimizi yükseltmek zorundayız.
Gösteri davalarına karşı tek çare, hukukun üstünlüğü için ısrarlı ve kararlı bir mücadeledir. Çünkü gerçek adalet ancak bu yolla mümkün olacaktır.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***