Hitler’e savaş ilan eden ilk ülkelerden biriydi bu ülke. İngiliz İmparatorluğu’na diz çöktüren Nepal, 200 bin askerini dünya savaşlarında feda eden efsanevi Gurkha savaşçılarının vatanı… Nepal’in bağımsızlık mücadelesi, tarihin en büyük direnişlerinden biridir. Dijital Neslin İsyanı’nı dizimizin bu bölümünde, Nepal’in efsanevi direniş genlerinin modern dünyadaki karşılığını keşfedeceğiz.
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Anlatmaya başladığımız Nepal’in hikayesi, belki de son dönemin en hayranlık verici direniş ve bağımsızlığın destanıdır. Dünya üzerinde hiçbir zaman tam anlamıyla sömürge olmamış birkaç ülkeden biri olan Nepal, bu istisnai durumunu tesadüfe değil, yüzyıllarca süren bilinçli bir mücadeleye borçlu. Nepal’in genlerinde bulunan bu mücadele geleneği, bugün yaşanan Z Kuşağı devriminin de ruhani zeminini oluşturuyor.
18. yüzyılın sonlarında, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi (East India Company) bütün alt kıtayı ayakları altına alırken, Nepal’in dağlık topraklarında bambaşka bir hikaye yazılıyordu. 1768’de Prithvi Narayan Shah’ın Gorkha Krallığı’ndan başlayarak, küçük-küçük 50’den fazla prensliği birleştiren Nepal, adeta bir yapbozun parçaları gibi birleşerek güçlü bir devlet haline geldi. Bu birleşme süreci sadece siyasi değil, aynı zamanda kültürel bir amalgamasyondu (karışım). Newar tüccarlarından Sherpa dağcılarına, Tharu çiftçilerinden Brahmin rahiplerine kadar onlarca etnik grup, Nepal kimliği çatısı altında buluşmuştu. Bir ulusun ortak bilinci sanırım böyle oluşuyor işte.
Küstahlıklarıyla meşhur İngilizler ilk başta Nepal’i ciddiye almadılar. Sonuçta, geniş ovalardan çok dağlık arazileri olan, nüfusu sınırlı bir ülkeydi Nepal. Ama bu küçümseme onlara çok pahalıya mal olacaktı. 1814-1816 Anglo-Nepal Savaşı, İngiliz tarihinde en zorlu sömürge savaşlarından biri oldu. Nepal’in dağlık coğrafyası, Gurkha savaşçılarının cesareti ve en önemlisi yerel halkın direnç kararı, İngilizleri şaşırttı.
Amar Singh Thapa komutasındaki Nepal ordusu, sayısal olarak çok daha güçlü İngiliz kuvvetlerine karşı inanılmaz bir mücadele verdi. Nalapani Kalesi’ndeki savunma, askeri tarihte efsaneleşti. Kale düştüğünde, komutan Balbhadra Kunwar sadece 70 askeriyle kalmıştı ve teslim olmak yerine, kalan askerleriyle birlikte düşman hatlarına saldırarak kaçmayı başardı. Bu tür kahramanlık hikayeleri, o dönemde sadece moral değil, aynı zamanda stratejik değer taşıyordu çünkü İngilizlere Nepal’i ele geçirmenin ne kadar zor olduğunu gösteriyordu.
Nepal bağımsızlığına o kadar düşkün ki, başkanlık sarayını ateşe vermekten çekinmez!
İngilizlerin dört farklı cepheden düzenledikleri saldırıların üçü püskürtülmüştü. Nihayetinde Jitgurh Savaşı’nda General Wood komutasındaki İngiliz kuvvetleri ağır bir yenilgi aldı. İngilizlerin gururları paramparça olmuştu. Bu yenilgiler o kadar etkili oldu ki, İngiliz Genel Valisi Lord Hastings, “Gurkha’lara yenilmek ya da onlarla utanç verici bir anlaşma yapmak, hesaplanamaz zararlara yol açardı” diye yazdı raporlarında. Bu sözler, aslında İngilizlerin Nepal karşısındaki çaresizliğini gösteriyordu.
Savaş sonunda imzalanan 1816 Sugauli Antlaşması, Nepal için dramatik de olsa hayati önem taşıyordu. Ülke topraklarının üçte birini kaybetmişti çünkü; bugünkü Uttarakhand, Himachal Pradesh’in bir kısmı ve Sikkim’in bazı bölgeleri İngilizlere verilmişti. Ama en önemlisi, Nepal bağımsızlığını korumasıydı. Bu hem sembolik hem de pratik açıdan çok anlamılı ve kritikti çünkü İngilizler artık Nepal’i tamamen ele geçirmeye çalışmak yerine, ona müttefik muamelesi yapmaya başladılar.
1846’dan itibaren ülkeyi fiilen yöneten Rana hanedanlığı, bu hassas dengeyi ustalıkla korudu. Jung Bahadur Rana ile başlayan 104 yıllık Rana yönetimi, paradoksal bir karaktere sahipti. Bir yandan İngilizlerle yakın iş birliği yapıyorlar, onların alt kıtadaki maceralarında asker sağlıyor, hatta 1857 Sepoy İsyanı sırasında İngilizleri destekliyorlardı. Öte yandan da Nepal’i dış etkilerden özenle koruyorlar, ülkeye yabancı girişini sıkı kontrol altında tutuyorlardı.
Bu izolasyon (tecrit) politikası, Nepal’in kültürel kimliğini korumasına yardım etti ama aynı zamanda modernleşmesini de engelledi maalesef. Özgürlüğün bedeli çok ağır olmuştu aslında. Rana’lar, halkın eğitilmesinden, ekonominin gelişmesinden çok kendi iktidarlarının devamından endişe ediyorlardı çünkü. Ve bilirsiniz (AKP’den) sonuçta, eğitimli bir halk belki de onların otoritesini sorgulayabilirdi. Bu politika, Nepal’in 20. yüzyıla oldukça geri kalmış bir durumda girmesine neden oldu.
1.Dünya Savaşı’da Nepal askerleri (Gurkalar)
Dünya savaşları döneminde Nepal’in rolü oldukça ilginçti.
Birinci Dünya Savaşı’nda 90.000’den fazla Gurkha asker İngiliz orduları için savaştı ve 20.000’den fazla kayıp verdi. Üç Victoria Haçı madalyası kazandılar. Size şaşırtıcı bir ayrıntıdan bahsedeyim, Hitler’e ilk kafa tutan ülkelerden biriydi Nepal. İkinci Dünya Savaşı’nda Nepal, resmi olarak Almanya’ya savaş ilan etti. Hem de o kadar erken ki, 4 Eylül 1939’da, Almanya’nın Polonya’yı işgalinden sadece bir gün sonra. Bu kararın sembolik değeri çok büyüktü çünkü küçük bir Himalaya ülkesi, dünya çapındaki faşizme karşı net tavır alıyordu! Büyüklüğüne ve aradaki 6 bin 500 kilometrelik mesafeye bakmadan hem de!
Bakın şu haritaya, Almanya nire, Nepal nire!
200 binden fazla Nepalli asker dünya savaşlarında çarpıştı. Burma cephesinden Kuzey Afrika’ya, Fransa’dan İtalya’ya kadar dünyanın dört bir yanında savaştılar. Bu deneyim, Nepal gençliğine dünyayla ilgili geniş bir perspektif kazandırdı ama aynı zamanda ülkedeki geri kalmışlığı da daha net görmelerine neden oldu. Savaştan dönen askerler, başka ülkelerde gördükleri gelişmişliği kendi ülkeleriyle karşılaştırıyor, Rana rejiminin adaletsizliğini daha keskin biçimde algılıyorlardı.
1923’te İngiltere ile imzalanan Dostluk ve Barış Antlaşması, Nepal’in uluslararası statüsünü netleştirdi. Bu antlaşma, Sugauli Antlaşması’nın getirdiği kısıtlamaları büyük ölçüde kaldırıyor, Nepal’in tam egemen bir devlet olduğunu tescilliyordu. Milletler Cemiyeti’ne (League of Nations) kaydedilen ilk Nepal-İngiltere antlaşması olma özelliği taşıyordu. Chandra Shumsher Rana’nın 25 yıllık diplomasisinin zirvesi olan bu antlaşma, Nepal’e silah ithal etme hakkı tanıyor, ticari serbestlik getiriyordu.
Bu tarihsel miras, bugün Nepal’de yaşanan olayları anlamak için kritik. Zira 2025’te sokaklara çıkan gençler, sadece sosyal medya yasağına değil, aynı zamanda ülkelerinin bağımsızlık mirasına ihanet ettiğini düşündükleri siyasi elitlere de başkaldırıyorlar.
Atalarının yabancı güçlere karşı gösterdiği direniş ruhu, şimdi yolsuzluk ve nepotizmle mücadelede kendini gösteriyor.
İroniktir ki, hiçbir zaman tam anlamıyla sömürge olmayan Nepal, bugün kendi elitleri tarafından adeta “içeriden sömürülüyor”. TikTok’ta lüks yaşam sergileyen siyasetçi çocukları, halktan kopuk oligarşi (azınlık yönetimi), yurtdışına akan beyinler… Bunların hepsi, Neo-kolonyalizmin (yeni sömürgecilik) farklı bir versiyonu. Ve Z Kuşağı, bu duruma atalarının gösterdiği kararlılıkla isyan ediyor.
Bu enteresan araştırmamıza devam edeceğiz.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***