AHMET KURUCAN | YORUM
Öncelikle şunu belirteyim; okuyacağınız bu yazının son günlerde sosyal medyada gündeme gelen “Cemaat feshedilmeli mi, edilmemeli mi?” tartışmalarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Burada ele alınan konu, zulmün mağdurlarının yaşadıkları kırılmaları nasıl anlamlandırmaları gerektiği ve bu süreçte direnci diri tutmanın önemidir.
Yazıda anlatma çalıştığım hareketi tartışmaya açmak ya da varlığını sorgulamak değil; mazlumların zihinsel ve manevi savunma mekanizmalarına dair bir özeleştiri ve farkındalık çağrısıdır.
Mehmet Efe Çaman’ın “Yeni Normal” başlıklı yeni yazısında dikkat çekici bir tespit vardı: Zulme uğrayanların bir kısmı, yaşanan felaketin ardından kendi içlerinde sorgulamaya gidiyor; “Acaba biz de bir yerde hata mı yaptık?” diye soruyorlar. Bu sorunun yanlışlığını vurgulayan Efe Çaman, aslında meseleyi özüne indirgiyor: “Benim ve ailemin başına gelen zulümde tek bir hatamız yoktu. Faili haklı çıkartmamak için dik durmak zorundayız.”
Bu tespit, bugünün Hizmet insanı açısından kritik bir eşiğe işaret ediyor. Çünkü yaşadığımız zulmün en acı boyutlarından biri, sadece fiziki baskı, hapis veya sürgün değil; zihinsel ve ruhsal meşrulaştırma çabalarıdır. Zalimin yaptığını haklı görecek bir gerekçe aramak, mazlumun direncini içten kemiren bir zehirdir.
Kur’an’da zulüm karşısında tavır net konulmuştur: “Zalimlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur” (Hud, 113).
Ayet, zulme karşı tavırda en küçük bir kaymanın bile insanın hakikati kaybetmesine yol açabileceğini anlatır. Zulme uğrayanların, “Belki biz yanlış yaptık!” diye düşünmesi, doğrudan failin söylem alanına kaymaktır. Oysa Kur’an, mazluma sabır, sebat ve direniş tavsiye eder; zalime ise af dileme veya haklılık payı tanıma değil, adalet ve hesap günü hatırlatılır.
Hazreti Peygamber (sas) de bu konuda çok açık bir ölçü koymuştur: “Zalime de mazluma da yardım et.”
Ashab şaşırır, çünkü Cahiliye dönemine ait bilinen bir sözdür ve o güne kadar anlatılan bütün dini değerlere aykırıdır. Sahabe, “Ya Resulallah, mazluma yardım etmeyi anladık, peki zalime nasıl yardım edilir?” diye sorar. Bunun üzerine Efendimiz (sas), “Onu zulmünden alıkoyarak!” buyurur (Buharî, Mezalim, 4).
Bu hadis, zulmün asla meşrulaştırılmaması gerektiğini, aksine zulmün önüne set çekmenin dahi bir ibadet olduğunu ortaya koyar.
Burada bir nüansa dikkat çekmek gerekir…
Zulme uğramış bir topluluk, kendi iç özeleştirisini yapabilir, yapmalıdır da. Hizmet’in idealleri ve yapısal sorunları daha iyiyi bulmak için elbette tartışılabilir. Ancak bu tartışmaların zemini, “Acaba bize yapılan zulümde bizim de payımız var mıydı?” sorusu olamaz.
Zalim zulmün sorumlusudur. Zulüm, tanımı gereği, başkasının hakkını gasp etmek, suçsuz insana ceza kesmek, masumu hapislere tıkmak, eşinden-işinden-aşından etmektir. Nitekim son 12 yıldır Cemaat başta olmak üzere iktidara muhalif olan tüm kesimlere yapılan bu değil midir?
İslam düşünce tarihinde de bu ayrım nettir. İmam Maturidî, zulmü “başkasının mülkünde izinsiz tasarruf” olarak tanımlar. Zulme uğrayanın sorumluluğu, failin günahını paylaşmak değildir. Aksine zulmü teşhir etmek, ona boyun eğmemek, sabır ve sebatla adaletin peşinde koşmaktır.
Efe Çaman’ın “moral üstünlük” ifadesi işte bu noktada anlam kazanıyor. Zulme boyun eğmeyen, “Belki onlar da haklıydı!” demeyen mazlum, aslında tarihin vicdanında onurlu yerini alıyor. Unutmamalı, zulmü meşrulaştırmaya yönelen her bakış açısı, zalimin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz.
Hizmet gönüllüleri ve zulme maruz kalan her kesim için bugün yapılması gereken bellidir:
- Zulmün failini haklı çıkaracak hiçbir söyleme yönelmemeleri…
- Zulmün mağdurlarının kendi iç özeleştirilerini “pedagojik, idari, temsil, vb” boyutlarında yapmaları ama bunu zulmü meşrulaştırmaya kaydırmamaları…
- Direncimizi diri tutacak olanın, Allah’ın adaletine iman ve sabır olduğunun bilincinde olmaları.
Zalim er veya geç tarihin çöplüğüne atılacak; mazlum ise sabrıyla, direnciyle, dik duruşuyla tarihin onurlu sayfalarında kalacak.
Zulmü meşrulaştıran kaybeder, direncini diri tutan kazanır…
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***