ANKARA – Mülkiyeliler’den Kandil’e uzanan deneyimlerini anlatan Gazeteci Hüseyin Aykol, barış masasındaki çelişkiyi, “Şikeften şikefte yaşayanlar ve saraylar kuranlar” arasında olduğuna dikkat çekerken, “Bugün masada olan şey, geçmişten bugüne taşınan hikayedir” dedi.
Manisa’nın Salihli ilçesinde doğan ve yarım asırlık gazetecilik serüveni boyunca Türkiye’nin yakın siyasal tarihine tanıklık eden gazeteci Hüseyin Aykol, aynı zamanda bir hafıza taşıyıcısı. Aykol’un Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde başlayan yolculuğu, 1970’lerin devrimci atmosferinden 12 Eylül darbesinin cezaevi işkencesine oradan Özgür Basın geleneğinin inatçı ve inançlı sürdürücülüğüne uzanıyor. Kürt halkının toplumsal ve siyasal dönüşümüne şahitlik eden Aykol, sosyalist idealleri uğruna devletin sunduğu bürokrasi yollarını da reddetti.
Aykol’un 50 yıllık demokrasi ve mücadele tanıklığı, devam eden Barış ve Demokratik Toplum Süreci tartışmalarına da ışık tutuyor. Mülkiyeli olduğu dönemde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Mustafa Karasu ve Ali Haydar Kaytan gibi isimlerle aynı sıraları paylaşan Aykol, devrimci bir kuşağın içerisinde yer aldı. Aykol, sonraki yıllarda PKK’nin öncü kadrolarıyla yaptığı röportajlar ve yakından takip ettiği devlet bürokrasine dair edindiği fikirler ile güncel süreci özgün bir yaklaşım ile irdelemeye başladı.
Aykol, PKK’nin öncü kadrolarının, Kemalizm’den etkilenen geleneksel sol hareketlerden ayrılarak “sömürgeciliğe karşı” yeni bir siyasi hat inşa etme sürecine bizzat tanıklık etti. Bu tanıklık, 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte farklı bir boyut kazandı. Darbenin ardından Mamak Cezaevi’nde konulan Aykol, Diyarbakır Cezaevi’nden gelen bir tutsağın durumunu gördükten sonra “asıl cehennemin Diyarbakır olduğunu anladım” dedi. Aykol’un PKK ile ilk somut tanışıklığı cezaevi yıllarında olurken, Aydın Cezaevi’nde “temsilci” olarak görev yaparken, aralarında Sabri Ok’un da bulunduğu PKK’li grupları koğuşlara yerleştirdi, onların çıkardığı gizli dergilere, yürüttükleri eğitimlere ve iç disiplinlerine da yakından şahit oldu.
Tahliyesinin ardından gazetecilik kariyerine devam eden Aykol, bu kez mücadelesini basın yoluyla sürdürdü. Avrupa’da Murat Karayılan, Kandil’de ise “bir filozof” olarak tanımladığı Cemil Bayık ve ideolojik derinliğine vurgu yaptığı Duran Kalkan ile yaptığı röportajlar, onun hareketin ideolojik yönelimlerine dair tanıklığını derinleştirdi. Gazetecilik hayatı boyunca PKK’nin farklı kuşaklarıyla bağını sürdüren Aykol, Abdullah Öcalan’la da defalarca dolaylı temasları oldu; onun gönderdiği yazıları, değerlendirmeleri gazete sayfalarına taşıdı.
Yazıları ve röportajları nedeniyle hakkında çok sayıda dava açılan Aykol, Kürt meselesinin çözümüne dair yaptığı analizlerde, masanın iki tarafındaki siyasi eşitsizliğe işaret ederken, bir yandan “şikeften şikefte yaşayan mütevazı kadrolar”, diğer yandan ise “saraylar kuran, ihalelerden pay alan yöneticiler” ifadeleriyle aradaki çelişkiye dikkat çekti. “Kürt halkının son yarım yüzyılda kat ettiği mesafe, belki asırlardan fazladır” diye Aykol, kendisini bu tarihin en yakın tanıklarından biri olarak görmenin “şans” olduğunu kaydetti.
MASADAKİ EŞİTSİZLİK
Aykol, masadaki eşitsizliğe dikkat çekerek, masada bir samimiyet sorununun olduğunu ve bunun da Türkiye Cumhuriyeti devletinin tekçi, katı yapısıyla doğrudan bağlantılı olduğunu kaydetti. Apê Musa’nın 90’larda PKK kadrolarına “Siz sıfırdan başladınız ama biz Kürt meselesini eksilerden sıfıra getirdik” sözlerini hatırlatan Aykol, “Türkiye, bugün mevcut kanunlarını uygulasa bile birçok sorun çözülecek; ama devlet henüz kendi yasalarına bile uymuyor” ifadelerini kullandı.
‘GEÇMİŞTEN BUGÜNE TAŞINAN BİR HİKAYE’
Aykol, “PKK’lilerin nereden nasıl başladıklarına en yakından tanığım. Bugün masada olan şey, geçmişten bugüne taşınan o hikâyedir” dedi. Üniversite sürecindeki örgütsel yolculuğunu paylaşan Aykol, “O günlerde ben de sonradan katılacağım bir siyaset olan Türkiye’nin önemli siyasetlerinden Türkiye Komünist Partisi-Birlik üyesiydim. Benim liderim olan insanların bildiği şeyler var; onlardan dinlediğim şeyler var. 12 Mart’tan çıkıldıktan sonra içerideki örgütlerin liderleri serbest bırakıldı. Deniz Gezmişler idam edilmişti. Pek çok örgüt cezaevindeydi. Yavaş yavaş salıverilenler Ankara’da örgütler kurmaya başladılar. Bunlardan biri de benim örgütümdü. Hatta legal olarak Türkiye Sosyalist İşçi Partisi kurulmuştu” diye belirtti. Aykol, “PKK tabii Abdullah Öcalan önderliğindeki ilk kurucu kadrolar öncelikle Ankara’da bir çevreydiler. Ankara’da siyaset nasıl yapılıyor, diğer siyasetlerle ilişkiler nasıldı, bunları gördüler. Nitekim siyasalda 12 Mart sonrası bir dernek kuruluyor, adı Ankara Devrimci Yüksek Öğretim Derneği (ADYÖD). Bu derneği kuranlar bizim yoldaşlarımızdı ama ilk genel kurulda Öcalan ve arkadaşlarının denetimine geçti. Yani seçimi onlar kazandı” diye kaydetti.
PKK’NİN AYRIŞMASI
Aykol, PKK’nin diğer devrimci hareketlerden ayrışmasını anlatarak, “Türkiye’deki devrimci örgütler çok önemli bir şekilde 1960’lı yıllardan itibaren Kemalizm’in etkisindeydi. Yeniden ulusal kurtuluş diyorlar, Türkiye’yi kurtuluş mücadelesine götürmek lazım diyorlardı. PKK’nin kadroları ise ‘sömürgeci bir anlayış var ve biz bu insanlarla birlikte çalışamayız. Ayrı bir şey yapmamız gerekir’ diyordu. İşte kadrolar ilk buradan ayrıştı. Bu ayrışmayla PKK, sömürgeciliğe karşı yeni bir siyasal hat inşa etti. Bu hat PKK’nin 1978’deki partileşme kararının da temelini oluşturacaktı” vurgusu yaptı.
‘BU DEVLETİN KADROLARI OLABİLİRDİK’
Aykol, siyasaldaki öğrencilerin devlet bürokrasisine katılma potansiyeline rağmen farklı bir yol seçtiklerini belirterek, “Benim de çok yüksek puanla girdiğim için hemen Maliye Bakanlığı bana burs verdi. Mezun olduğumda hemen Maliye Bakanlığı’nda işe girecektim. Oradan Merkez Bankası Başkanlığı’na kadar yükseliyorsunuz. Karasu ise, idare bölümünde okuyormuş. O orada devam etseydi belki de bugünlerde bir valilikten emekli olmuş birisi olacaktı. Aslında bizler bu devletin kadroları olabilirdik, bu devleti yöneten insanlar olabilirdik. Ama gördüğümüz sistemde ne biz onları benimsedik ne de onlar bizi benimsediler. Çünkü bizi kendi sistemlerinin içine almak istiyorlardı” diye belirtti.
Aykol, bu kararın devletin güvenlikçi ve tekçi yapısına bir yabancılaşma olduğunu ifade ederek, “Biz sosyalizmi benimsemiş insanlardık. Sosyalist bir Türkiye yaratmak istiyorduk” dedi.
‘PKK KENDİSİNİ HALKA BENİMSETTİ’
Aykol, “Bir şeyler yapmaya çalışıyorduk ama 12 Eylül geldi. Bizim gibi Türkiye’deki pek çok sol örgüt, sosyalist örgüt 12 Eylül’de büyük darbe yedi. Çoğunun toparlanması çok zor oldu. Ancak PKK, bu dönemde farklı bir strateji izledi. PKK önce Ankara’dan çekildi. Yani Ankara’yı siyaset yapılacak yer olarak görmedi. Kürdistan’a çekildi. Kürdistan illerinde çalışmaya başladı. Ama orada da daha önceden örgütlenmiş Kürt örgütler adeta PKK’ye karşı savaş açtılar. Sadece devlet değil, onların saldırısı karşısında PKK de sertleşmek zorunda kaldı. PKK kendisini halka benimsetti” diye konuştu.
Aykol, PKK’nin darbe sonrası hamlelerine işaret ederek, “12 Eylül’de bir kısım kadrolarını bilerek Suriye’ye çıkardı. Abdullah Öcalan özellikle önce gitti. Oradaki koşulları ayarladıktan sonra peyderpey oraya kadro aktarıldı. Önce Suriye sınırında yakın bir köy. Daha sonra bu iş Bekaa’ya kadar taşınacaktı. Bu dönemde PKK hem devlet baskısına hem de diğer Kürt örgütlerinin muhalefetine karşı mücadele etti” şeklinde konuştu.
ABDULLAH ÖCALAN’IN ROLÜ
Aykol, bugünün müzakere sürecine dair, “Buradan nasıl bir şey çıkar? Kürtler kendi temsilcilerine güvenebilirler ama devletin temsilcilerinden ne beklenir, bilinmez. Türkiye artık kanun devleti bile değil. Kanunlara uyan bir devlet olsa sorunlarımızın çoğu çözülür. Hasta mahpusların bırakılmaması, AYM ve AİHM kararlarının uygulanmaması. Bu rejim normal hale gelse bile sorunlarımızın önemli bir kısmı çözülür. Ama iktidar mevcut rejimi bile çürütüyor” ifadelerini kullandı.
Öcalan’ın rolünü tarihsel bir perspektiften değerlendiren Aykol, “Öcalan 1990’lardan bu yana barış için muhatap aradı. Bugün de aynı çizgidedir. 2013 süreci oldu, olmadı. Ama bugün kurulan masa daha mecburi ve daha ciddi. Çünkü iktidarların politikaları Kürtleri kendini savunmaya itti. 29 isyanın üzerine bugün de mücadele devam ediyor. Bu iktidar aklını başına almalı, yoksa tüm toplumu çürütüyor. Kürt halkı yarım asırdır olduğu gibi bugün de barışı talep ediyor. Direnişle, fedakârlıkla ve ideolojik bir inançla bu mücadeleyi sürdürüyor” diye ekledi.
‘PATA DURUMU VAR’
Öcalan’ın PKK’nin kuruluşundan bu yana barıştan yana olduğunu anımsatan Aykol, “Bu anlamda bir pata durumu var. Ne TC, PKK’yi yok edebiliyor; ne PKK, devleti dize getirebiliyor. Öcalan bu işin savaşarak bir sonuca varamayacağını görüyor, devlete de gösteriyor ve ısrarla bunu önce ateşkes ilan edip sonra da görüşmelerle bir çözüm bulunmasını isteyerek yapıyor” dedi. PKK’nin kuruluş sürecinde Sovyetler Birliği etkisi olduğunu kaydeden Aykol, “O zamanlar ulusal kurtuluş savaşları destekleniyordu, dünyada önemli bir siyasi güçtüler. Geldiğimiz dünya açısından Öcalan sadece taktikleri değiştirmiyor stratejileri de değiştiriyor. Bu bakımdan geldiğimiz noktada aslında devlet bu masaya sıkışmış durumda” diye belirtti.
SAVAŞIN NİMETİNİ YİYENLER
Türkiye’nin karşısında sadece bir gerilla grubunun olmadığını ifade eden Aykol, “Sosyolojik bir grup, bir toplum, bir oy potansiyeli. Bu anlamda da PKK konusunda tıkanıyorlar. Savaşa korkunç bütçeler ayrılıyor. Bu anlamda da savaş aynı zamanda bir rant alanı. Şimdi ordu dese ki; ‘ben operasyonda 100 tane bomba attım. ‘Hayır 10 tane bomba attın’ diyebilir misiniz? Hesabını sorabilir misiniz? 100 tane bomba alıp parasını ona göre çeker. Böyle bir ortamda savaşın ‘nimetini’ yiyenler var” sözlerini kullandı.
DÜŞMANSIZ BIRAKMAK
Sovyetlerin son Devlet Başkanı olan Gorbaçov’un son hamlelerini hatırlatan Aykol, “Gidişatı gördü ve özellikle Afganistan’dan başlayarak Batı’nın yeşil kuşak oluşturma karşısında sadece savaşta yenilmemiştiler. Aynı zamanda etik olarak da orada çok rezil bir duruma düştüler. Ve önce Afganistan’dan askerlerini çekti. Sonra bir tartışma başlattı. Kadrolar, perestroyka, glasnost, açıklık, yeniden yapılanma… Sovyetler Birliği’ni alt üst etti. İlk serbest seçimlerde de normal olarak kaybetti bekleneceği üzere ama başka bir şey daha yaptı. Varşova Paktı’nı kapattı ve dedi ki ‘bunlar NATO’yu da kapatmak zorunda kalacaklar’. Kapitalist sistem kapatmadı NATO’yu. NATO için düşmanlar aradı. Yine de Gorbaçov’un kapitalist sistemi düşmansız bırakılması fikri müthişti. Gelişmeler belki hemen Gorbaçov’un beklediği gibi olmadı ama şu anda kapitalist sistemin düştüğü hale bakın mesela. ABD’nin başına bir Trump’ın gelebilmesi, Avrupa’da küçük devletin başında ya da birinci partisi olarak faşist bir partinin olması ve bütün ilişkilerin giderek rezil hale gelmesi dikkat çekici. Türkiye’de sahte diplomalar, sınav sorularının çalınması gibi bir çürümenin sebebi de bu. Yani Öcalan bu anlamda TC’yi düşmansız bırakarak Gorbaçov’u izledi ama bence Öcalan’ın sonuç alması daha kolay olacak, daha kısa zamanda olacak. Öcalan Türk tarafına çok önemli bir el uzatıyor; düştüğü yerden kalkması için. Diyor ki ‘sen 40 yıldır sürdürdün bu haksız savaşta bütün demokratik kurallarını çiğnedin, bütün ahlaki kurallarını çiğnedin ve geldiğin nokta bu” dedi.
‘KATKI SUNACAK’
PKK kadrolarının Türkiye’ye gelmesi ve siyasete katkısının önemine dikkat çeken Aykol, sözlerini şöyle sürdürdü: “Siyasalı bitirselerdi herhalde en yüksek puanla bitiren insanlar da onlar olacaktı. Eminim her biri şu anda çok önemli bir yerde bir yöneticiydi. İsimleri zaten tarihe yazıldı fakat o zaman da Türkiye’nin efsanesi olarak yazılacaktı. Şimdi Kürt halkının efsanesi olarak yazıldılar. Bu bakımdan dönüşleri Türkiye’ye çok katkı sunacaktır.”
MA / Fırat Can Arslan – Selman Güzelyüz
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***