PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Kaldığımız yerden devam edelim…
Anadolu coğrafyası, çok karışık bir etnik kompozisyona sahiptir. Birçokları bunu imparatorluk bakiyesi ile ilintilendirir. Bu bir dereceye kadar doğru olsa dahi, sorun sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun küçülmesi ve çöküşü sonrası eski imparatorluk sınırları dâhilinde yaşayan bazı Müslüman unsurların Türkiye’ye göçüne indirgenemeyecek kadar karmaşıktır.
Evet, Anadolu yarımadası Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu ve Akdeniz Havzası’ndaki diğer bölgelerden 1800’lerin sonu ve 1900’lerin başında ciddi bir göç almıştır. Müslüman kimliği altında Boşnaklar, Arnavutlar, Çerkezler, Bulgarlar, Pomaklar, Dağıstanlılar, Gürcüler, Makedonlar, Kosovalılar, Rumeli Müslümanları – saymakla bitmeyecek etnik kökenlerden insan rijit ve ırkçı nasyonalizmden ve Osmanlı bakiyesi nefretinden kaynaklı nedenlerle Türkiye’ye sığındı. Bu insanlar en fazla bir nesil içerisinde tümüyle Türkçe’ye ve kültürel Türklük bünyesine asimile oldular.
Ancak Anadolu’nun etnik kompozisyonundaki çeşitlilik salt bu dış göçle sınırlı değildir. Esas Anadolu yerel nüfusunun 1071’den itibaren giderek İslamlaşması ve dilsel anlamda (lisanî veya linguistik manada) Türkleşmesi dikkat çekicidir. Dikkat çekici diyorum, ama bu konu modern Türkiye akademiyasında gözden kaçmayacak kadar belirgin şekilde görmezden gelinmiş, yok sayılmıştır.
En basit gözleme dayanarak, örneğin fenotip bazlı realiteden hareketle, Orta Asya’dan göçüp geldiği ileri sürülen bir topluluk olan ırki/etnik Türklerin günümüzde tipik Avrupai doğu Akdeniz fenotipine sahip olmaları gibi net ve çarpıcı gerçekler Türkiye bilimini hiçbir bilimsel araştırmaya sevk etmemiştir. Garip değil midir bu gerçek?
1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşü ardından bölgeye giden bir Türkiye heyetine dönemin Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev, “Çekik gözlü gittiniz, çakır gözlü geldiniz!” demiştir. Bu gözlem gayet net olarak ortaya koymaktadır ki, Türkiye “Türkleri” ezici çoğunluk (kahir ekseriyet) bakımından otantik Orta Asya Türklüğü ile benzer ırksal/etnik karakteristiğe sahip değildir.
Neden?
1071 senesini Türklerin ilk kez Anadolu yarımadasına girişi olarak kabul edersek (resmi Türk tarih tezi de bunu baz alıyor), geçen 954 sene içerisinde etnik Türklerin etnik fizyolojik ve fenotipik özelliklerini “doğal bir evrimle”, “coğrafyanın etkisiyle” vs. nedenlerle kaybetmiş olduklarını ileri sürmek gülünç olacaktır. Evet, insan toplulukları başka coğrafyalara göçtüklerinde fizyolojileri ve fenotipleri bulundukları yeni iklimsel koşullara uyum sağlamak amaçlı değişebilir, ancak bu tür bir değişim yüz binlerce yıl sürer. 954 yıl böyle bir evrimsel dönüşüm için hiçbir şeydir.
O halde fizyolojik değişim ve fenotipik fark nereden ileri geliyor? Neden bir Anadolu “Türkü” ile bir Tatar’ı, Kırgız’ı, Özbek’i, Kazak’ı, Uygur’u veya Saha’yı yan yana koyduğunuzda ismini zikrettiğim tüm Türk soylu halklar birbirine benziyor da, Anadolu “Türkü” denen bizim insanlarımız hiçbir şekilde, ne fizyolojik ve de fenotipik olarak bu halklardan hiçbirine benzerlik göstermiyor?
Aynı şey Azerbaycan Türkleri ve Balkan Türkleri için de geçerli. Azerbaycan ve Balkan Türkleri de ismi sayılan otantik Türk soylu halklarla hiçbir benzerlik göstermiyor. Bilakis, Anadolu “Türkleri” (ve örneğin Balkan Türkleri, Irak Türkmenleri, Kıbrıs Türkleri, Azerbaycan Türkleri, vs.) tümüyle kendi bölgelerinin otokton etnisiteleriyle benzerlikler gösteriyor.
Bu saydıklarımız, çıplak gözle yapılan nesnel gözlemlerdir. Ancak fizyoloji ve fenotip belirlenmesi esasen genetik faktörlere bağlıdır. Bir örnek vereyim. Bundan 250 sene önce Amerika kıtasına köle olarak götürülen siyah Afrikalıların çocukları, aradan geçen sürenin uzunluğuna karşın halen siyahî Afrikalı fizyolojisine ve fenotipine sahiptir. Bunun nedeni genetik faktördür. Irksal/etnik karakteristik anne ve babamızdan aldığımız genetik mirasla bize geçer. Genetik mirasımızı yüzde elli annemizden, yüzde elli de babamızdan alırız. Dolayısıyla anne ve babamızın genetik mirası neyse bize geçer.
Buna tekabül eden bir biçimde, Anadolu’ya göç eden Orta Asyalı Türk soylu bireyler de 11. yüzyılda Anadolu’ya ilk geldiklerinde muhtemelen – eğer etnik-otantik Türk idiyseler – Asya tipi çekik gözlere ve diğer anatomik Asyalı özelliklerine sahiptiler. Türk resmi tarihi bugün Anadolu’daki halkın Türkçe konuşanlarının bu insanların torunları olduğunu ileri sürüyor. O halde neden bugünkü nesiller Asya tipi anatomik özellikler taşımıyor?
Anadolu insanları üzerinde yapılan genetik araştırmalar ve mukayeseli değerlendirmeler, bugün Türkçeyi anadil olarak konuşan insanların çok büyük bir bölümünün hiçbir Orta Asya (Türk soyu) bağı taşımadığını, kalanlarının da marjinal (<%10) bir Orta Asya Türk soylu mirasını paylaştığını ortaya koyuyor.
Bu durum ırksal/etnik temellerde tanımlanan Türklük kimliğinin fabrikasyon olduğunu, İttihatçıların ve onların fikirlerinin devamı olan Kemalistlerin fabrike ettiği uydurma tarih üzerine bina edildiğini gösteriyor.
Türk tarih tezi uydurmadır. Anadolu üzerinde bu tezin hiçbir bilimsel geçerliliği yoktur. Etnik bazlı (ırki aidiyet veya soy esasına dayalı) ulus konsepti tümüyle ideolojik ve siyasi bir mittir. İdeolojik olarak ulus inşası adına kullanılan malzemelerdir. 1930’ların faşist ve ırkçı, soy esaslı millet tanımından etkilenmiş, aşırı uç ve ayrıştırıcı fikirlerdir bunlar.
Almanya, İtalya, İspanya gibi ülkelerde de faşist/otoriter rejimler altında bu tür ırk esaslı ulus tanımlamaları yapılmıştır, ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası bu tezler yerini üst kimliksel, kültürel tabanlı, kapsayıcı civic tanımlamalara bırakmıştır. Türkiye hiçbir zaman İttihatçı ve Kemalist faşizmle hesaplaşamamış olduğundan, ırk esaslı Türk tarih tezi halen okullarda öğretilmektedir. Dahası bu tez günümüz Türk kimliğine dayanak teşkil ede gelmektedir.
Kürt sorununun siyasal çözümü gibi kallavi bir toplumsal/politik probleme neşter vurulduğu şu dönemde, Türkiyeli değilim, Türküm türü söylemlerin patlama yaptığını gözlemliyoruz. İlber Ortaylı gibi önemli bir akademisyen, Kürtlerin yaşadığı bölgelere Kırgızların ve Uygurların yerleştirilmesini önermekte, sosyal mühendislik çağrısı yapmakta. Eğer Türklük etnik değil de, kültürel-üst kimliksel bir aidiyet olmuş olsa, neden ırksal Türklükleri tartışma götürmeyen Kırgızların veya Uygurların Türkiye Kürdistan’ına yerleştirilmeleri öneriliyor?
Bu öneri bir kahve veya berber muhabbetinde yapılmadı, Türkiye’nin en saygın tarihçisi tarafından ortaya atıldı. Bunun temelinde işte bahsettiğim “ırksal/etnik Türklük” doktrini var. Bundan dolayıdır ki, o yalan kimliği yapı söküme uğratmak, bunu yapmak için de ırkçı teorisyenlerin argümanlarını bilimsel verilerle çürütmek elzemdir.
Şunu ekleyeyim. Bu makale dizisi ‘Türklük yoktur’ fikrini ispatlamaya çalışmıyor. Şunları net olarak ortaya koyayım:
1) Irksal/etnik bir Türklük vardır, bu Asya steplerindedir.
2) Anadolu’da ırksal/etnik bir Türklük yoktur, orada olan en fazla linguistik/kültürel Türklüktür.
Irk esasına dayalı Türkçülük yapamazsınız. Yaparsanız adama gülerler! Aynaya bak, derler. Aynaya bakınca da anlamıyorsan, önüne DNA verileri koyarlar. Dolayısıyla, İttihatçı-Kemalist faşizan ırkçı tarih anlayışı ve onun habis, dışlayıcı kimliği yıkılmıştır.
Ama dediğim gibi, kültürel Türklük bir gerçektir. Diliniz var. Linguistik (lisani) bağınız üzerinden modern ve kapsayıcı bir civic Türklük ile kendinizi tanımlayabilirsiniz.
Şimdi diğer bir konuya değineyim. O da tarihin yeniden yazımıdır. Madem ki Orta Asya’dan göç mitini temel alan bir tarih yazılamıyor, o halde tarihimizi nasıl ele alacağız?
Modern ulus tanımı coğrafyayı temel alır. Uluslar bir coğrafya üzerinde yaşıyor. Türkiye’deki kültürel (linguistik/lisansal) Türklük de Anadolu’dadır. Bu toprakların insanları, Anadolu uygarlıklarının tümünün mirasçısıdır. Sadece manevi mirasçısı değildir. Aynı zamanda genetik mirasçısıdır. Yani evlatlık değilsiniz, öz çocuksunuz!
Anadolu’da Göbeklitepe’den Hititler gibi kadim Anadolu halklarına, oradan Antik Yunan uygarlığına, Roma’ya, Bizans’a, Selçuklulara, Osmanlı’ya kadar her unsur, sizin öz be öz ait olduğunuz tarihi köklerdir. Bu köklerle gurur duyabilirsiniz. Köklerinizi ve ata yurdunuzu uzaklarda, Asya ve Sibirya bozkırlarında aramanıza gerek yok, bunun bilimsel bir temeli de yok. Anadolu’daki tüm miras sizin!
Şimdi gelelim civic kimlik inşasına.
Yazının birinci bölümünde ele aldığım Britanya örneği gibi, Anadolu (Anatolia) üzerinden, coğrafi aidiyeti temel alan bir üst kimlik, tüm Anadolu insanının ortak aidiyeti olabilir. İngilizler, İskoçlar ve Gallerliler kendilerini ortak paydada Britanyalı olarak tanımlayabiliyorsa, Türkler ve Kürtler (ve diğer irili ufaklı topluluklar) de kendilerini Anadolulu üst kimliği ile tanımlayabilir.
Coğrafyaya atıf yapan civic kimlik birleştiricidir, ayrıştırıcı değildir. Bu kimlik her türlü “üstünlükçü” ve ırkçı patolojik aidiyeti de törpüler. Ülkenin ve ulusal sembollerin Anadolu ve Anadoluluk üzerine inşa edilmesi birleştirici, bütünleştirici ve demokratikleştiricidir.
Bu tür bir ülkenin ister istemez ademi merkeziyetçi, her türlü yerel kimliğin gelişimine yardımcı olan, çok dilli bir entite olması zorunlu. İster istemez federal bir Anadolu cumhuriyeti, bu düşünce zincirinin doğal sonucudur. Bunu başardığı takdirde, çok ciddi bir mesele çözülmüş olur. Eğer bu başarılamazsa, er geç etnik (sahte) Türk üstünlükçü ırkçı Türklük ülkeyi bir kanser gibi yok eder. Sonra hayıflanmanın hiçbir kıymeti olmaz.
Son söz: Bilim insanının görevi insanların duymaktan hoşlanacakları şeyleri değil, gerçekleri söylemektir.
Sorun milli devlet mi? (1)
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***