MAHMUT AKPINAR | YORUM
Bazı günler fast food sektöründe çalışıyorum. İşyerinde oturma alanı yok ama karşıda heybetli ve dalları yaygın bir ağaç var. Güneşli günlerde benim “Özel Loca” dediğim o ağacın altındaki banklarda ağırlıyoruz misafirlerimizi. Loca yaz günlerinde gölgelik ve esintili oluyor.
KHK’lı bir arkadaşa, “Çocukları da al gel, sizi Loca’da ağırlayalım!” diyerek davet etmiştim. O da Kurban Bayramı’nın ilk günü 15-16 yaşlarında iki erkek çocukla geldi. Siparişlerini aldık, Özel Loca’da konuşuyoruz.
O günlerde Galatasaray’ın şampiyonluğu yeni netleşmişti. Çocukların birisinde Galatasaray forması var, diğerinde Fenerbahçe. KHK’lı arkadaş Galatasaray formalıyı, “Oğlum” diyerek tanıttı. Fenerbahçe forması giyenin de adını söyledi, “Oğlumun arkadaşı, aynı okulda okuyorlar.” dedi. Güya Galatasaraylıyım ama futbola pek ilgim yok. Ama gençlere takılayım diye Fenerbahçeli olana, “Galatasaray’ı anladık şampiyon oldu ama sen neyi kutluyorsun da Fenerbahçe forması giydin?” diye boşboğazlık ettim.
Çocuklara “Kaçıncı sınıftasın? Ne okuyorsun? Ne yapacaksın?” gibi sorular soruyorum. Burada öğrenciler 14-15 yaşından itibaren alan seçmek, ona göre dersler almak zorunda. Akademik eğitim almayacaksa bir mesleğe yöneliyor. Meslek yapacaklar teori ve pratikten oluşan ciddi bir çıraklık eğitiminden geçiyor. Duvar ustası olacaksa, kabaca bilimsel altyapısını anlatıyor ama mesleği ayrıntılı şekilde ve uygulamalı öğretiyorlar. Meslek eğitimi hayattan kopuk değil, haftada en az üç gün sektörde fiilen çalışıyorlar.
Bulunduğum şehirde Türkiye’deki zulüm düzeninin mağduru, buralara yerleşmek zorunda kalmış çok aile var. İlk gelenleri bilsem de, herkesi tanımakta zorlanıyorum. Rehberlik düzeniyle, geniş bir sosyal çevresiyle şehrimiz bir nevi cazibe merkezi, hicret eden çok oluyor. Tanıyamadığım çocuklara, “Sen kimin oğlusun?” diye soruyorum.
Fenerbahçeli çocuğu çıkaramadım. Ona “Baban kim? Sen kimin oğlusun?” diye sordum. Çocuk biraz duraksadı, yutkundu ve başını öne eğdi. Üzücü bir hikayesi olduğunu anladım, lakin aklıma babasının Türkiye’de ve/veya hapiste olduğu ihtimali geldi. Zira buralarda babası hapiste veya yurt dışı yasağı olan, annesiyle gelen çocuklar var. Bazı aileler sırf Türkiye’deki zehirli ortamdan uzaklaşsın diye liseyi bitiren çocuklarını gönderiyorlar.
Çocuğun durumu aklıma kızımın arkadaşı Zeynep’i getirdi. Ailecek yurtdışına çıkarlarken havaalanında babasını çıkartmadılar. Babaları, “Gidin, bari sizler kurtulun!” diye ailenin geri kalanını gönderiyor. Geldiklerinde Zeynep 11-12 yaşlarında, erkek kardeşi iki yaşındaydı.
Babaları 8 yıl hapis yattıktan sonra aile birleşimiyle ancak geçen sene gelebildi. Çocuklar bu süreçte babaya hasret kaldılar, Zeynep evin, ailenin her işine koşarak erken yaşta büyüdü, olgunlaştı. Şimdilerde üniversitede okuyor. (bakınız: Zulümler ve Zeynepler) Babasının suçu büyüktü(!) zira ders kitapları yazan ve basan bir şirkette çalışıyordu. Buraya gelince babasından öğrendim ki yayınevlerinin bütün ürünlerini isim değiştirip satmaya devam etmişler. Şirketlere çökmekle yetinmiyor, insanların emeklerini sömürmeye devam ediyorlar. Zeynep’in babası “En azından o bilgiler, kitaplar birileri tarafından kullanılıyor.” diye bundan memnuniyet duyuyor.
Bildiğim örneklerden hareketle gence, “Baban hapiste sanırım ama onlar bizim kahramanımız! Yakında çıkar inşallah kavuşursunuz!” diye teselli etmeye çalıştım. Baktım hala cevap yok, gözlerindeki buğu, gözyaşı tomurcuklarına dönüştü. Biraz daha konuşsam yağmur yüklü bulutlar gibi boşalacaktı gözleri, sustum. Daha fazla çam devirmeyeyim diye arkadaşım devreye girdi ve “Onun babası şehit!” dedi.
Meğer gencin babası subaymış ve o 4-5 yaşlarında iken Güneydoğu kırsalında şehit olmuş. 15 Temmuz’dan sonra “şehit eşi, şehit ailesi” demeyip annesini KHK ile işten atmışlar. Hayatları iyice zora girmiş. Türkiye’de nefes almanın, yaşamanın zor olduğunu görüp buralara gelmişler. Yaşadığı acıları bilmediğim için, babasızlığı gence tekrar hatırlatmış oldum.
Hem onu üzdüm, hem kendim üzüldüm.
Bu tablo, polisken KHK ile atılıp askere alınan, sonra şehit düşen polis memurunun arkasından acı bir veda bakışı bırakan küçük çocuğun fotoğrafını gözümün önüne getirdi.
Bu tablo bana üç Harbiyeli kızı hatırlattı. Hava Harp okulunda okuyan, komutanları tarafından tuzağa çekilen ve müebbet verilen 3 genç kızı. Elbette hepsi mazlum ve hepsi masum. Ama kızlardan birisi şehit çocuğu.
Erdoğan Türkiye’sinde şehit çocuğu iken, bir anda babanız üzerinden “terörist” olarak etiketlenmek mümkün. Onur ve aşağılanma gibi iki zıt duyguyu aynı anda yaşayabiliyorsunuz. Bir iktidar, devlet düşünün ki şehit eşine ve çocuğuna bile zulmetmekten çekinmiyor. Şehit eşini işten atıyor, çocuklarını ağlatıyor.
Haramiler, hırsızlar, katiller düzenlerini sürdürebilsin, sorgulanmasın diye şehit çocukları dahi ülkesini terk etmek zorunda kalıyor.
Son zamanlarda iktidar zulmüne itiraz edemeyenler, net ve açık adalet, hukuk çağrısı yapamayanlar mazlumların taviz vermesini çözüm olarak sunuyorlar. Sürekli yüceltip istismar ettikleri şehit ailelerine ve çocuklarına bile “terörist” muamelesi yapan zalim ve vicdansız bir iktidarla hangi zeminde nasıl uzlaşabilirsiniz? Makalede bahsi geçen gencin devlet tarafından “masum” kabul edilmesi, linçe, etiketlemeye maruz kalmaması için ne yapması, hangi adımları atması gerekiyor?
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***