ANKARA – AKP kurucularından Fatma Bostan Ünsal, sürece dönük endişelerin giderilmesi için yol temizliğine ihtiyaç olduğunu belirterek, “AK Parti’nin kuruluşunda vaat edilen hususlar yerine getirilseydi komisyonun kurulmasına ihtiyaç kalmayabilirdi” dedi.
Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nde atılan önemli adımlardan biri oldu. Komisyonun yasal düzenleme yerine Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un inisiyatifiyle kurulması eleştirilen konulardan birisi oldu. Ancak buna rağmen komisyonun, Türkiye’de uzun yıllardır çözümsüz bırakılan temel meselelerin çözümünde kolaylaştırıcı bir role sahip olacağı belirtiliyor. Toplumun geniş bir kesimi de bu noktada büyük bir beklenti içerisinde.
AKP’nin kurucu isimlerinden biri olan ve uzun yıllardır insan hakları mücadelesi içerisinde yer alan Fatma Bostan Ünsal, komisyona dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) tarafından komisyona davet edilen isimler arasında da yer alan Fatma Bostan Ünsal, mağduriyetlere yol açan hususlarda değişikliğe gidilmesiyle komisyona güvenin sağlanabileceğini vurguladı.
AKP’nin kuruluş bildirgesinde geçen “özgürlüklerin genişletilmesi” ve “farklı kimliklerin tanınması” vurgusunu hatırladığımızda; bugün kurulan komisyonu, o günkü vizyonla kıyasladığınızda hangi kırılma hatları görüyorsunuz?
Aslında 2000’lerin başlarında, AK Parti’nin kuruluşunda vaat edilen özgürlüklerin genişletilmesi ve farklı kimliklerin tanınması ile ilgili hususlar hakkıyla yerine getirilseydi bugünkü komisyonun kurulmasına hiç ihtiyaç kalmayabilirdi. Nitekim 2004’te Avrupa Özerk Yerel Yönetimler Şartı’na konan şerhleri kaldıran yasa AK Parti’nin çoğunlukta olduğu Meclis’te kabul edilmiş; ama zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edilmişti. Gerçi Meclis’te yeniden görüşülüp onaylanıp yasalaşabilirdi; ama üzerine gidilmemiş ve durum olduğu gibi kalmıştır. Zaman içinde, özellikle Türk tipi başkanlık sistemine geçişle birlikte basının yandaş sermaye tarafından satın alınması, bürokrasi ve özellikle yargıdaki tasarruflar ile belki de bu zamana kadar görülmeyen ölçüde iktidarın ağırlıklı olduğu, şeffaf ve hesap verilebilir olmaktan uzaklaşan bir yönetim söz konusu olmuştur. Bu nedenle yasaklarla, yoksullukla ve yolsuzluklarla mücadele etmek için geldiğini söyleyen AK Parti iktidarında bu üç alanda da durum daha kötüye gidilmiş, dahası başka büyük sorun alanları ortaya çıkmıştır. Mesela, kayyım gibi uygulamalar, Kanun Hükmünde Kararnameler ile yüzbinlerce insanın görevden çıkarılması ve başka özel işlerde bile çalışmasının engellenmeye çalışılması gibi milyonları ilgilendiren sorun alanları ortaya çıkmıştır.
Türkiye’nin demokratikleşme serüveninde en kritik dönemeç atılmayan adımlar mı yoksa atılan “yanlış” adımlar mı oldu?
2013-2015 Barış Süreci döneminde Dolmabahçe Mutabakatından sonra barış sürecine son verilmesi ve bu çerçevede, uzun sokağa çıkma yasakları, belli mahallelere giriş yasağı ve ardından çatışmalı dönem en büyük travmayı oluşturmuştur. Hemen arkasından gelen 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra ilan edilen uzun Olağanüstü Hal dönemi ve arkasından Türk tipi başkanlık ile gücün tek elde toplanması ile merkez sağın tek parti CHP iktidarını eleştirdiği “parti devleti”, “tek parti” uygulamalarını hatırlatan bir sonuç vermiştir. Kısaca yanlış adımların demokratikleşme serüveninde en kritik dönemeci oluşturduğunu düşünüyorum.
Türkiye’de komisyonlar çoğu zaman “devletin hafızasını” açmak yerine “devletin çerçevesini” korumak için çalışıyor. Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun toplumun hafızasına dokunabilmesi için nasıl bir irade göstermesi gerekiyor?
Komisyon çok büyük temsil kabiliyetine sahip. AİHM ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının uygulanması bile CHP ve DEM Parti gibi partiler için çok önemlidir.
Bu komisyon çok büyük temsil kabiliyetine sahip. Eğer komisyonda dile getirilen hususlar gerçekten gereği gibi değerlendirilir ve tavsiyelere uyulursa demokratikleşme ve hukuk devleti için çok ön açıcı olacaktır. Türkiye’nin Kürt meselesi ile birlikte yukarıda anlattığım hemen her konunun şimdiden gündeme getirildiğini söyleyebilirim. Sıradan komisyonlardan farklı oluşma ve çalışma şartlarını haiz olduğu, sivil toplum ile yakından ve sürekli bir ilişki içinde olma iddiası, bu komisyona biraz daha güven duymamızı sağlıyor. En önemli husus, bütün sorun alanlarını dile getiren muhalefet partilerinin uygulamada değişikliklerin olmasını sağlayacak bir irade göstermeleri olacaktır. AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) kararlarının veya Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanması bile CHP ve DEM Parti gibi partiler için çok önemlidir.
Komisyonun başarısı, temsil ettiği toplumsal çeşitlilikle doğru orantılı olabilir mi? Yoksa temsil, içerik ve yetki olmadan sembolik bir jestten ibaret mi kalır?
Evet, bu sorunuz çok haklı endişeleri dile getiriyor. Komisyonun kısa zamanda, mağduriyetlere yol açan hususlarda değişikliklere gidilmesini sağlaması bu tür endişelerin izale edilmesini sağlayabilir. Ancak böylelikle sürece ve komisyona güven sağlanmış olur.
Meclis içindeki bir yapı, yürütmenin siyasal atmosferine rağmen özerk çalışabilir mi?
Komisyonu mevcut siyasi partilerden ve partilerin yapacaklarından ari düşünmemek lazım. Türk tipi başkanlık sistemine geçildikten sonra iktidar dışındaki partiler çok güç kaybetse de mevcut Meclis aritmetiği partilerin inisiyatif almasını sağlayacak konumda. Bu çerçevede MHP’nin tavrı çok belirleyici olacaktır diye düşünüyorum. Erken seçime götürebilecek Meclis dengesi nedeniyle komisyonda görüşülen hususların uygulanma ihtimali söz konusudur.
Dünyadaki bazı barış süreçlerinde kurulan Hakikat ve Yüzleşme Komisyonları kritik roller oynadı. Türkiye’de benzer bir model mümkün mü, yoksa mevcut siyasal kültür böyle bir çıplak hakikatle yüzleşmeyi kaldıramaz mı?
Güney Afrika’nın aparthedi sürdürmesi mümkün değildi. Hatırlarsanız dünyadan izole edilmişti ve siyahlar nüfusun çoğunluğunu oluşturuyordu. Türkiye’de ise Kürtler aynı konumda değil ve çoğunluğun bu sürece ikna edilmesi önemli. Bireysel yüzleşmelerin çok zor olacağını düşünüyorum; ama Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dile getirdiği gibi Diyarbakır Cezaevi, faili meçhul cinayetler, Beyaz Toroslar, köy yakmalarının, tabii buna ilave olarak üç dönemdir kayyım uygulamalarının yanlışlığının açıkça ortaya serilmesi çok önemli olacaktır.
Adalet talebi ile barış talebi bazen çelişir gibi görünür. Sizce bu süreçte önce adalet mi sağlanmalı, yoksa önce barış mı inşa edilmeli?
Adalet ve barış aslında ayrılmaz iki unsurdur. Adalet olmazsa şiddet olur. Tersinden şiddetin bitirilmesi için belki adaletin yanı sıra başka hususlara da gerek vardır. Uhud Savaşı’nda peygamberimizin (Hz. Muhammed) sevgili amcasını vahşice katleden vahşi daha sonra Müslüman olduğunda mesela herhangi bir şekilde cezalandırılmadığını düşünürsek toplumlar geleceği ön plana alarak merhamet, affetme gibi bazı başka değerleri gündeme alabilir.
Özellikle Kürt kadın hareketi, barış süreçlerinde yalnızca “mağdur” değil, “özne” olarak yer aldı. Sizce bu öznelik, Meclis’te kurulacak komisyonda hangi somut mekanizmalarla korunabilir?
Evet, Kürt kadın hareketi çok aktif bir biçimde barış sürecinin “öznesi” olarak yer alıyor. Komisyonun sivil toplum ile ilişkileri sürekli ve sivil toplumun görüşlerini dikkate alan bir konumda olursa, komisyonda çok az temsil edilmelerini telafi etme ihtimali doğar.
Siyasi deneyimlerinizde, kadınların tartışma ve müzakere tarzının çatışma çözümü ve ortak zeminin oluşturulmasında nasıl bir fark yarattığını gözlemlediniz mi?
Kendi tecrübem olmasa da Kuzey İrlanda barış sürecine katılan kadınların katkılarından bahseden erkek yöneticilerin “Kadınlar olmasaydı bu barış süreci olumlu neticelenmezdi” diye açıkça söylediklerini ve yine bu masada bulunan kadınların, tarafların sadece kendi görüşlerini ifade ettiklerini, kadınların devreye girerek her iki tarafı ikna edecek kelimeler bulduklarını hatırladığımda, kadınların katılımının hayati önemde olduğunu söyleyebilirim.
Türkiye’de muhafazakâr kesim, barış süreçlerinde sıklıkla “sessiz onay” veya “mesafeli izleyici” konumunda kaldı. Sizce bu kesimin sürece aktif katılımını sağlamak için nasıl bir dil, nasıl bir siyaset gerekiyor?
İktidar partisini destekleyen muhafazakar kesim, aktif bir şekilde barışı sağlamak için çalışmak yerine, sizin de dediğiniz gibi “sessiz onay veren” konumundadır
Doğru, Kürtlerin dışında olan ve iktidar partisini destekleyen muhafazakar kesim, aktif bir şekilde barışı sağlamak için çalışmak yerine, sizin de dediğiniz gibi “sessiz onay veren” konumundadır. Türkiye’de sağ muhafazakar kesim genel olarak devletin ve iktidarın yanında olmayı seçmektedir. Başka konularda da benzer bir tavır içinde olduklarını görürüz. Mesela, halkın yüzde 85’i başörtüsü yasağına karşı olmasına rağmen, başörtülü kadınlar uzun süre eğitim, çalışma ve siyaset hayatından dışlanmıştır. Mehmet Ali Şahin’in, başörtüsü konusunda herhangi bir düzenleme yapmayacaklarını muhafazakarları ikna etmek için söylediği “Başörtüsü yüzde 1’in sorunudur” ifadesi, bunu açıkça göstermektedir. Hep 28 Şubat’ın başörtülü kadınları engellediği söylenir, ancak AK Parti iktidarının ilk 10 yılında başörtüsü yasağı devam etmesine rağmen, muhafazakar kesimin bunu dile getirdiğini görmeyiz; hatta benim gibi bunu dile getirenler de pek hoşlarına gitmezdi. Şimdi AK Parti Milletvekili olan Leyla Şahin ile ilgili 2004 yılında verilen AİHM kararı sırasında, parti içinde Leyla Şahin hakkında hiç de hoş olmayan sıfatlar kullanılıyordu. Kısaca, muhafazakar kesimin genel alışkanlığı, iktidar veya devlet karşısında “onay” veya “hoşnutsuzluğunu” daima sessiz bir şekilde göstermektir.
Türkiye, barış ve demokratik toplum hedefinde “gecikmiş” bir ülke mi, yoksa “geç kalmış, ama hâlâ şansı olan” bir ülke mi?
İyimser biri olarak Türkiye’nin “Gecikmiş ama hâlâ şansı olan bir ülke” olduğunu düşünüyorum. Çok geciktiğimiz açık, hala şansımızın olduğu ise bu sürece daha önceki dönemlerden farklı olarak kategorik biçimde karşı çıkan çok küçük bir kesimin olması. Sürece güven çok da anlaşılır nedenlerle yüksek olmasa da sürece karşı olan daha önceki kesimlerin bir kısmının bu dönemde en ön sırada ya da destek mahiyetinde olması, böyle düşünmemi sağlıyor.
Davet edildiğiniz komisyona katılırsanız hangi ilkeleri asla taviz vermeden savunursunuz ve masaya hangi gündemlerle katkı sağlayabilirsiniz?
Bu sorunu çoktan çözmemiz gerektiğini ve Türkiye siyasetinin problem çözme konusundaki başarısızlığının, bu kadar insanın hayatına mal olan, korkunç ekonomik kayba yol açan ve ayrıca Türkiye’yi hukuk devletinden uzaklaştıran; sonunda ekonomik olarak da zayıflatan bu sorunun şimdi çözülme aşamasında, komisyonun büyük bir sorumluluk altında olduğunu vurgulayarak sözlerime başlamak isterim. Bu sürece yönelik endişeleri gidermek için yol temizliği yapmak üzere, neredeyse halkın yarısının seçme ve seçilme hakkını ağır şekilde zedeleyen kayyım uygulamalarını kaldırmak gerekir. AİHM ve AYM kararlarının uygulanmasını sağlamak, siyasi mahkumları dışarıda bırakan infaz düzenlemelerini ve sıradan olayları “terör” olarak nitelendiren, insanları bu şekilde uzun tutuklu yargılamalara mahkûm eden Terörle Mücadele Kanunu’nda gereken değişiklikleri yapmak aklıma gelen ilk hususlardır. Süreç içinde daha pek çok konu var elbette. Mesela isimleri değiştirilen yerlerin orijinal isimlerinin iadesi ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na getirilen şerhlerin kaldırılması gibi.
Meclis Başkanı’nın inisiyatifiyle kurulan bu komisyonun yasal olarak güvence altına alınması, sürecin etkinliği ve bağımsızlığı açısından kritik görünüyor. Sizce bu yasal güvence nasıl sağlanmalı ve güvence olmadan komisyon hangi risklerle karşı karşıya kalır?
Komisyonun kurulmasıyla ilgili bu teknik konuların İzzet Özgenç (hukukçu) gibi bazılarını endişelendirdiğini, şüphelendirdiğini görüyoruz. Ancak bu konu ile ilgili yorum yapma konumunda değilim. Ama şunu söyleyebilirim; rahmetli Sırrı Süreyya Önder dahil pek çok siyasetçi, barış süreci bittikten sonra önceki çalışmalar nedeniyle tutuklu yargılandılar ve uzun yıllar cezaevinde kaldılar. Bu durum göz önüne alındığında, bazı güvencelerin verilmesi gerektiği açıktır.
Son olarak sivil toplum kuruluşları barış süreçlerinde nasıl bir takip mekanizması kurmalı?
Her ne kadar sivil toplum Türkiye’de güçlü olmasa da, her kesime hitap edebilen sivil toplum kurumlarının sürece desteği, halkın sürece güven duyması ve onaylaması açısından önemli olacaktır. Özellikle siyasetin çok bireysel kurtuluş veya kariyer olarak görüldüğü bir ortamda, alanlarına hâkim ve her kesimin güvenini kazanmış sivil toplumun sürece desteği hayati önemde olacaktır. Bu nedenle, komisyonla sivil toplumun düzenli bir ilişki içinde olmasını sağlayacak bir mekanizmanın olması gerekir.
MA / Fırat Can Arslan
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***