İronik olarak “yerine geçmek” anlamından türeyen muhalefet kavramı, Türk siyasal kültüründe derin bir paradoksu barındırıyor. Osmanlı’dan günümüze uzanan serencamında bu kavram, bireysel tavırdan kurumsal işleve, reaktif kimlikten performatif eyleme doğru dramatik bir evrim geçirmiş. Peki muhalif olmak gerçekten karşı durmak mı, yoksa iktidarın gizli ortağı olmak mı?
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Aslında nice zamandır zihnimde muhaliflik kavramıyla ilgili, derli toplu bir makale ya da seri yazı düşüncesi vardı. Ancak, ‘Şeytan taşlamaktan, besmele çekmeye vakit bulamadığımızdan’ mıdır nedir, bir türlü fırsat gelmedi.
Bir ucundan başlamak gerekirse, kavramın anlamına dair bir yolculuk ile girişelim işe.
Muhalefet kelimesinin serencamı, Türk siyasetinin trajikomik hikayesini özetler nitelikte bir yolculuk yapmak anlamına geliyor. Sözlük anlamına bakacak olursak, Arapça “halefe” kökünden türeyen bu kavram, özünde “arkadan gelmek, peşinden gitmek, yerini almak” anlamlarını taşıyor.
İronik olarak, bugün “karşı durmak” anlamında kullandığımız bu kelimenin kök anlamı, aslında “yerine geçmek” fikrini barındırıyor. Sanki dilin bilinçaltı, muhalefet denilen olgunun gerçek amacını çoktan deşifre etmiş gibi değil mi?
Osmanlı döneminde “muhâlif” kelimesi, daha çok farklı görüşte olan, aykırı düşünen anlamında kullanılırdı. Henüz modern siyasetin çatışmacı dinamiklerinden uzak olan bu kullanım, genellikle fıkhi veya hukuki bağlamlarda karşımıza çıkıyor. “Muhâlefet” ise karşı gelme, itiraz etme hali olarak tanımlanmakta, ancak o dönemler, bugünkü gibi kurumsal bir anlam yüklenmemişti. Ecdat döneminde muhalefet, daha çok bireysel bir tavır meselesiydi; sistemin kendisine meydan okuma iddiası taşımayan, nazik bir görüş ayrılığı gibi…
Tanzimat ve Meşrutiyet dönemleriyle birlikte bu kavram, Batılılaşma sürecinin getirdiği yeni siyasi terminolojiyle birlikte evrim geçirmeye başladı. İngilizce “opposition”un Türkçe karşılığı olarak benimsenmeye başlanan “muhalefet”, ilk parlamenter deneyimlerle somut bir anlam kazanmış oldu. Bu dönemde “muhâlif-i ahkâm” gibi hukuk dilinden gelen ifadeler, siyaset diline taşınarak yeni anlamlar da kazandı. Meşrutiyet’in getirdiği çoğulcu siyasi atmosferde muhalefet, artık sadece bireysel bir tavır olmaktan çıkıp kurumsal bir işlev haline gelmeye başlamıştı.
Cumhuriyet döneminde ise kavram, dramatik bir dönüşüm yaşadı. Tek parti yıllarında “muhalefet” kavramının kendisi sorgulanırken, çok partili hayata geçişle birlikte modern anlamını kazandı. Çok enteresandır tüm bu süreçte “yapıcı muhalefet” klişesi doğdu ve Türk siyasetinin vazgeçilmez söylem parçalarından biri haline geldi. Muhalefet artık “iktidar alternatifi” olarak tanımlanıyor, demokrasinin vazgeçilmez unsuru sayılıyordu.
Türkçe’deki anlam kaymaları, kavramın toplumsal algısındaki değişimi de yansıtmakta. Muhalefet bir yandan demokratik denetim mekanizması olarak övülürken, diğer yandan “muhalif” sıfatı halk dilinde hâlâ olumsuz çağrışımlar taşıyor. “Sen de hep muhalefet yapıyorsun?” klişesi, kavramın gündelik hayattaki kullanımında taşıdığı rahatsızlık verici anlamı gösteriyor. “Muhalif karakterli” olmak, çoğu zaman problemli kişilik özelliği olarak algılanıyor.
Esasen bu durum, Batı dillerindeki karşılıklarıyla ilginç bir kontrast da oluşturyor. İngilizce “opposition”, Fransızca “opposition”, Almanca “opposition” kelimeleri nispeten nötr ve kurumsal anlamlar taşırken, Türkçe “muhalefet” hem duygusal hem kurumsal yük taşıyor. Bu dil farkı, siyasi kültürün derinliklerindeki farklılıkları da ele veriyor. Batı’da “opposition party” (muhalefet partisi) kurumsal bir gerçeklikken, bizde “muhalif ruhu” kişisel bir karakteristik olarak algılanıyor.
Çağdaş Türkçe’de ise kavram, gündelik hayattan dijital alanlara kadar genişlemiş durumda. Aile içi muhalefet, iş yerinde muhalefet, sosyal muhalefet gibi kullanımlar, kavramın toplumsal yaşamın her alanına sızdığını göstermekte. Dijital çağla birlikte “Twitter muhalefeti”, “klavye delikanlısı” (Ecnebilerde de var böyle bir kavram; “keyboard warrior” diyorlar!) muhalefet gibi yeni türler ortaya çıktı ve adeta kavram sürekli olarak yeniden tanımlanmakta. Ve doğal olarak bu genişleme, muhalefet kavramının artık siyasetin sınırlarını aşarak kimlik inşasının temel bir bileşeni haline geldiğini de gösteriyor.
Biraz daha derinleşecek olursak; muhalefet kavramının psikolojik kökenlerine baktığımızda, insan doğasının en temel dinamiklerinden biriyle ilişkili olduğunu hemen fark ederiz: Ayrışma ve kimlik oluşturma ihtiyacı. Psikanalitik açıdan bakıldığında, muhalif kimlik genellikle “karşıt-özdeşim” süreciyle şekilleniyor.
Beylik ifade ise şu: Birey, kendini neye karşı olduğunu tanımlayarak kim olduğunu keşfeder!
Bu durum, ergenlik psikolojisindeki “isyan” döneminin siyasal alana yansıması olarak da okunabilir. Ancak ironik olan ise şudur ki, muhalefet “karşısında durduğu” otoriteye aslında varoluşsal olarak bağımlıdır. Zira otorite olmadan muhalefet anlamsızlaşır, tıpkı gölgenin ışık olmadan var olamayacağı gibi…
Türk toplumundaki otorite algısı, muhalif psikolojinin şekillenmesinde belirleyici rol oynamakta. Geleneksel Türk aile yapısındaki “baba otoritesi” modeli, siyasal alandaki otorite algısıyla paralellik gösterir. Bu bağlamda muhalif olmak, sadece siyasal bir tavır değil, aynı zamanda psikolojik bir başkaldırıdır da. “Muhalif karakter” tanımlaması bu nedenle kişilik özelliği olarak algılanır; sanki birey doğuştan “asi” veya “itaatkâr” olarak kodlanmış gibidir.
İş bu kadar basit değil tabii. Çetrefilli kısımlar da var. Muhalif kimliğin psikolojik motivasyonları karmaşık bir yapı sergiliyor çünkü. Narsisistik motivasyonlar (özel olmak, farklı olmak isteği), kompensatuar (dengeleyici) mekanizmalar (güçsüzlük hissini güçlü muhalefet söylemiyle telafi etme gibi), idealistik projeksiyonlar (dünyayı değiştirme fantazileri gibi) ve travmatik deneyimler (geçmişte yaşanan adaletsizlikler gibi) bu motivasyonların başlıcaları. Türk siyasal kültüründe muhalif kimlik genellikle “mağduriyet” anlatısıyla iç içe geçmiştir. Bu durumun, muhalif olmakla mağdur olmak arasında güçlü bir psikolojik bağ oluşturduğunu ayrıca belirtmek gerekiyor.
Dikkat çekici olan nokta, muhalif kimliğin çoğu zaman “reaktif” karakteri taşıması. Yani muhalefet, neye “karşı” olduğunu iyi bilir ama neyi “savunduğu” konusunda belirsizlik yaşar. Bu reaktif yapı, muhalif kimliğin sürekli bir “karşı-tanımlama” döngüsünde kalmasına neden oluyor bittabi. Her iktidar değişiminde, muhalefet de kimliğini yeniden tanımlamak zorunda kalıyor, zira kimliğinin referans noktası değişmiş oluyor.
Toplumsal düzlemde ise muhalefet kavramı, grup kimliği oluşturma ve sosyal dayanışma mekanizmalarıyla yakından ilişkili. 10 yıl önce kaybettiğimiz Cornell Üniversitesi’nin değerli bilim insanı Prof. Benedict Anderson’a göre bir millet, mensuplarının doğrudan birbirini tanımadığı halde ortak bir kimlik ve aidiyet duygusu paylaştığı “hayali bir cemaattir.”
Kavramı muhalefet bağlamında düşündüğümüzde, muhalif grupların da kendilerine özgü sembolik evrenler inşa ederek kolektif kimlik inşa ettikleri görülür. Tam da bu süreçte “muhalif kültür” ortaya çıkıyor işte: Ortak dil, ortak semboller, ortak ritüeller ve bittabi ortak düşmanlar! (Bu bittabi tabiri dilime yapıştı sanki!)
Bununla beraber bize has bazı durumlar da var (bittabi demeyeceğim) elbette! Türk toplumunda muhalefet algısı, tarihsel deneyimlerle şekillenmiş derin kültürel kodlarla örülü çünkü. Malum; Osmanlı’dan kalma “devlet-millet” anlayışı, devleti kutsallaştırır ve ona karşı durmayı meşruiyet krizi olarak algılar. Bu bağlamda muhalif olmak, sadece siyasal bir tercih değil, aynı zamanda kültürel bir sapma olarak da pekala yorumlanabilir.
Bu sebeple “Devlete karşı gelmek” ile “milletten kopma” arasında kurulan psikolojik bağ, muhalif kimliğin sürekli meşruiyet arayışında olmasına neden olur.
Sosyal medya çağının getirdiği yeni dinamikler, muhalefet kavramının toplumsal algısını köklü biçimde değiştirdi. Toprağı bol olsun dil felsefesi konusunda çığır açan İngiliz filozof John L. Austin’in meşhur “How to Do Things with Words- Sözler nasıl şeyler yapılır” kitabında bize armağan bir teori var: “Speech acts – Konuşma eylemleri”.
Üstat Austin bu eserinde dilin yalnızca anlam aktarmaktan öte, eylemler gerçekleştirebileceğini ortaya koymuştur. Bugünlerde pek popüler olan “Viral muhalefet” fenomeni, muhalif olmayı performatif bir eylem haline getirdiğini görse bir kez daha haklı çıkmanın gururunu yaşardı muzip İngiliz. Artık muhalif olmak; belirli ‘hashtag’leri kullanmak, belirli paylaşımları beğenmek, belirli hesapları takip etmek gibi sembolik davranışlarla sergilenebilir.
Bu durum, muhalefet kavramının “tüketim malı” haline gelmesi anlamına da geliyor. Muhalif kimlik, seçkin kafe kültüründen alternatif müzik zevkine, organik gıda tercihlerinden “dövme” kültürüne kadar geniş bir yaşam tarzı paketinin parçası oluyor pekala.
Diğer yandan toplumsal sınıf dinamikleri de muhalefet algısını şekillendiren etkenlerden biri. Orta sınıf muhalefeti ile alt sınıf isyanı arasındaki fark, sadece söylem düzeyinde değil, motivasyon ve hedef açısından da farklılık gösteriyor. Orta sınıf muhalefeti genellikle “statü kaygısı” ve “kültürel hegemonya” mücadelesiyle ilişkiliyken, alt sınıf tepkileri daha çok “hayatta kalma” ve “temel haklar” ekseninde şekillenmekte. Bu fark, muhalefet hareketlerinin içindeki sosyolojik gerilimleri de şahane izah ediyor.
Mitolojik Boyut
Muhalefet kavramının toplumsal bilinçaltındaki köklerine inmişken, Türk mitolojisi ve halk kültürüyle de ilişkisine de bir göz atabiliriz. Malum; “Köroğlu” efsanesinden “Dadaloğlu” hikayelerine, halk anlatılarında “zalim beye karşı duran kahraman” arketipi sürekli tekrarlanır. Bu mitolojik altyapı, muhalif kimliğe şahane bir romantik boyut kazandırır ve onu “kahramanlık” anlatısına dönüştürür. Ancak dikkat; bu romantizasyon, muhalefet kavramının gerçek politik işlevlerini gölgeleyen bir unsur da olabilir!
Hani ismini anmasak olmaz; bence 20. asrın en derin ve gizemli ikinci düşünürü Carl Jung’un “kolektif bilinçaltı” kavramından yola çıkarak da anlam avımıza devam edebiliriz. Jung’dan tornistan yapacak olursak, Türk toplumunun bilinçaltında “adalet savaşçısı” arketipi güçlü bir şekilde yer alır. Bu arketip, muhalif kimliğin toplumsallaşmasında önemli rol oynar. Muhalif olmak, sadece bir siyasal tercih değil, aynı zamanda bu mitolojik kahramanlık anlatısına eklemlenme çabasıdır çünkü. Bu durum, muhalefet hareketlerinin neden genellikle “epik” anlatılara başvurduğunu, neden “tarihsel misyon” söylemlerini sıklıkla kullandığını açıklamakta.
Etimolojik ironinin belki de en çarpıcı yansıması, muhalefet ile iktidar arasındaki diyalektik ilişkide görülüyor. Muhalefet iktidarın en sadık dostudur; çünkü onun kendini tanımlamasını sağlar. İktidar muhalefeti üretir, muhalefet iktidarı besler. Bu sürekli döngü, “halefe” kökünün “yerine geçmek” anlamındaki kehanetini her gün yeniden doğruluyor değil mi?
Biraz önce ikinci düşünür dedim, birincisi ise şüphesiz Jacques Lacan’dır benim için. Usstanın “arzu her zaman başkasının arzusudur” formülasyonunu siyasal alana uyarlayacak olursak, muhalefet her zaman iktidarın arzusudur; zira iktidar ancak muhalefet sayesinde kendini iktidar olarak tanımlayabilecektir!
Bugünlük bu kadar yeterli sanırım… Bir sonraki yazıda muhalefet türlerinden devam ederiz…
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***