Ahmet Hamdi Çamlı’nın “Kantininde tost bile yedim” dediği üniversitenin nasıl bir eğitim verdiğini henüz bilmiyoruz ama, anlıyoruz ki en azından bir kafeteryası var bu kuruluşun. Halıcı Volkan’ın üniversitesinin bir kiosku bile yok oysa!
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Bir ülkenin eğitim sistemi hakkında söylenebilecek en acı söz, onun resmî belgelerinde bile “üniversite” kelimesini doğru yazamaması olsa gerek. Siyasal İslamcı rejimin çöküşü, sanıldığından çok daha erken başlamıştı aslında. Sadece biz, o çöküşün sesini duymakta geç kalmıştık. Şimdi ise, diplomatik bir öngörüyle söyleyebiliriz ki: Hemencecik işin suçlusunu buldular. Yine FETÖ!
Evet, tahmin edildiği üzere, her şeyde olduğu gibi bu sefer de “işi FETÖ’ye yıkma” aşamasına geçildi. Cüneyt Özdemir’den ‘havuz medyasına’ kadar herkese -muhtemelen İletişim Başkanlığı’nın bilgi notlarıyla- işin içine Cemaat’i de eklemek düştü.
Enteresan bir durum ortaya çıkıyor: Susarsak, “Bakın tek kişi yok, Cemaat’ten bu konuda konuşanlar!” diyecekler. Bir şey söylersek de, “Bakın işte bunlar da söylediğine göre…” diye başlayacaklar.
Bu, bir tür “epistemik tuzak”; her türlü tepki, aynı sonuca hizmet ediyor.
Akıl almaz bir nepotizm örneğiyle başlayalım…
Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nin personel listesine bakıldığında, sanki bir aile albümü karıştırır gibi hissediyoruz: Mehmet Sarıbıyık (Rektör), Rabia Sarıbıyık (Memur), Ali Sarıbıyık (Doç. Dr.), Esra Sarıbıyık (Öğr. Gör.).
Bu durum artık “üniversite” kavramından çok “Sarıbıyık Holding” imajı veriyor.
Mehmet Sarıbıyık, yeğeni Rabia Sarıbıyık’ı üniversiteye memur olarak almak için mühendislik derecesinde bir ilan tasarlamış.
İlanın “tesadüfi” detayları şöyle: “35 yaşını doldurmamış olmak” (ne tesadüf ki, Rabia Hanım bu yaş aralığında), “En az 60 KPSS puanı” (ne tesadüf ki, 52 puan alan Rabia Hanım’ın üstünde olan bu sınıra bir dümen düşünüyor Mehmet Bey!), çok spesifik eğitim şartları (ne tesadüf ki, Rabia Hanım’ın mezuniyet alanına uygun). Bu ilan, tam anlamıyla ” Rabia Hanım’ın CV’sine bakılarak hazırlanmış özel dikim bir ilan örneği.
Sarıbıyık Holding!
İşin en acı yanı, Rabia Sarıbıyık sadece 52 KPSS puanı almasına rağmen, 60 puan şartı olan kadrodan işe alınmış olması.
Bu “aile işe alım sistemi” karşısında binlerce masum genç aylar boyu KPSS’ye çalışıyor, sınav ücretleri ödüyor, yüksek puanlar alıyor (70, 80, 90 puan) ama başvuru yaptığında “soyadı uygun değil” gerekçesiyle eleniyor. Mehmet Sarıbıyık, üniversiteyi tam anlamıyla “aile şirketine” çevirmiş durumda: CEO (Rektör) Mehmet Sarıbıyık, İK Departmanı Rabia Sarıbıyık, Araştırma Müdürü Ali Sarıbıyık (Doç. Dr.), Eğitim Departmanı Esra Sarıbıyık (Öğr. Gör.). Bu artık üniversite değil; “Sarıbıyık Aile İşletmesi”.
Nepotizm trajedisinin en acı sonucu genç intiharları.
Üniversite mezunu gençler, 4 yıl eğitim almış, yüksek KPSS puanı elde etmiş, yüzlerce başvuru yapmış ama sürekli “torpil” yenilmiş olanlar “Niye çabaladım ki?” diye düşünmeye başlıyor ve ailelerine “Ben başarısızım” diye utanıyorlar.
Sadece KPSS sonrasında atanması yapılmadığı için intihar eden öğretmen adayı sayısı 300. Son on yılın rakamları bu.
Bu gençlerin “ahı” sadece Sarıbıyık ailesinin değil, bu sistemi sessizce kabul eden herkesin üzerine. Çünkü bu “aile işe alım” sistemi domino etkisi yaratıyor: liyakatsiz kişiler önemli pozisyonlara geliyor, yanlış kararlar alınıyor, kalite düşüyor, başarılı gençler ülkeden kaçıyor, toplum geriye gidiyor. Rabia Sarıbıyık’ın 52 puanla memur olması, binlerce 90+ puanlı gencin işsizliğinin hikayesi tesadüf değil; bu, zihinsel çürümenin pratik yansıması. Çünkü liyakat öldüğünde, geriye pek bir şey kalmıyor. Dil bile çürüyor…
Dublin’den Gürcistan’a: Coğrafya trajedisi
Abdullah Volkan Uçak vakası, bu ülkedeki eğitim trajedisinin mükemmel bir özeti. Havuz medyasının çizdiği profile göre, adam “halıcı” ama “İrlanda’daki Dublin Üniversitesi’nden uluslararası geçerliliği olan psikolog diploması” varmış. Havuz’dan İHA’ya verdiği demeçte bu mağdur abimiz (saati 4 bin 500 liradan seans yapıyordu) perişan oluşunu öyle bir anlatıyor ki, okurken içimiz parçalanıyor:
Yandaş platformlardan okuyalım: “Uçak, son günlerde de “Sahte psikolog halıcı çıktı” diye haberlerin paylaşıldığını anlatarak, “Evet ben geçmişte halıcılık yaptım. Benim psikolog olmam halıcı olmama engel değil ki. Eşimin üzerine halı yıkama firması vardı. O işi de yaptım. Ancak kesinlikle sahte psikolog değilim. Benim bu sanıklarla uzaktan yakından alakam yoktur” diye konuştu.”
Vah vah vah!
Olayı böyle anlatmamın bir sebebi var çünkü burada iki küçük sorun var:
Birincisi: Bu psikolog abimiz bir bardak su isteyebilecek kadar bile İngilizce bilmiyor. İkincisi: Dublin Üniversitesi denilen kurum İrlanda’da değil, Gürcistan’da.
Aslında böyle bir üniversite fiziksel olarak da yok. Sadece bir internet sitesi var, o da Gürcistan uzantılı.
Bakın bu belge Uçak’ın havuz medyasına verdiği ve gerçekten eğitimini aldığını söylediği Dublin Üniversitesi diploması. Sahteciler, isim yazmaya bile gerek görmemiş, başkanların direkman imzasını yeterli bulmuşlar!
Şunu söyleyelim, bu çete sadece Türkiye’de değil başta doğu bloku ülkeleri olmak üzere pek çok ülkede zebil gibi böyle belge dağıtmış.
Şimdi sahte üniversitenin web sayfasına bakalım. (https://www.idu.edu.ge/)
Oysa dünya sıralamasında 120. olan gerçek Dublin Üniversitesi web sayfası şöyle: (https://www.ucd.ie/)
Bu durumda şu soruyu sormak gerekiyor: Bir kişi nasıl olur da kendi aldığı diplomanın hangi ülkeden geldiğini bilmez? Bu, sadece cahillik değil; bu, sistematik bir gerçeklik inkarından başka bir şey değil!
Bu konuda son bir ayrıntı.
Yine iktidar yandaşı Sabah gazetesinin haberine göre, “İrlanda’daki Dublin Üniversitesi’nden diploma aldım” diyen Abdullah Volkan Uçak’ın cep telefonundan çok daha ilginç detaylar çıkmış. Telefonunda “Türkiye İletişim Ofisi” ismiyle kayıtlı kişiyle “250 bin TL karşılığında doçentlik verilmesi” konusunda mesajlaşmalar bulunmuş.
Ayrıca “Anahtarcı Adnan” ve “Ziya Hoca” gibi isimlerle diploma temin edilmesi ve ücret ödenmesi konusunda yoğun mesaj trafiği yapılmış. En komik detay ise adamın kendi şirketinin internet hattıyla YÖK sisteminden mezuniyet belgesi sorgulaması yapması – yani kendi sahte diplomasının “kalite kontrol”ünü yapmış.
Uçak’ın sadece Dublin’den değil, Ege Üniversitesi’nden de sahte kayıt yaptırdığı ortaya çıktı malum ama kendisi bu konuda “tufa’ya getirildiğini” ileri sürüyor. Anlattığına göre kendisi bir kedi yavrusu kadar masum! YÖK’ün açıklamasına göre Uçak’ın herhangi bir mezuniyet veya öğrenci kaydı bulunmuyor. Bu durumda adam hem İrlanda’dan (aslında Gürcistan’dan, aslında hiç yoktan) diploma almış, hem Ege’den mezun olmuş, hem de 250 bin TL’ye doçentlik almaya çalışmış.
“Yetenekli” Bay Sayan!
Şimdi bahsedeceğim konuyla ilgili bir araştırma yaparken, X platformunda şu mesajı paylaştım: “Üşenmedim, oturdum konuyla ilgili birine yazdım, enteresan cevaplar verdi. Betül Sayan’ın dahi kardeşinin (ÖFS) Münih Teknik Üniversitesi’nden Haberleşme Mühendisliği yüksek lisansı da şaibeli.”
Ve gerçekten de öyle. Ömer Fatih Sayan’ın CV’sinde yer alan “Münih Teknik Üniversitesi’nden Haberleşme Mühendisliği” ifadesi, üç ayrı açıdan sorunlu:
Birinci Sorun: Hangi Üniversite?
“Münih Teknik Üniversitesi” ifadesi belirsiz. Münih’te iki farklı kurum var:
TUM (Technische Universität München) – Teknik üniversite.
HM (Hochschule München) – Uygulamalı bilimler üniversitesi.
Hangisinden mezun olduğu belli değil. Bu belirsizlik tesadüf değil; kasıtlı bir bulanıklık.
İkinci Sorun: Bölüm Adı Tutarsızlığı
TUM’un gerçekten güçlü bir haberleşme bölümü var ama adı “Haberleşme Mühendisliği” değil. Program adı: “Communications and Electronics Engineering”. 4 dönemlik bir Master of Science programı ve İngilizce eğitim veriyor.
Üçüncü Sorun: Alternatif Kurum Analizi
Hochschule München’de (HM) ise “Nachrichtentechnik” (haberleşme tekniği) ya da “Communications Engineering” adlı bir master programı yok!
Bu durumda karşımızda iki seçenek var:
Ya bölüm adını yanlış yazmış (TUM’dan mezunsa)
Ya da olmayan bir programdan mezun olmuş (HM’den mezunsa)
Her iki durumda da ciddi bir tutarsızlık söz konusu.
29 Yaşında 50 Yıllık Eğitim… Bu düpedüz bir matematik Mucizesi!
Evet evet, Bakan Yardımcısı Ömer Fatih Sayan’ın akademik serüveni, Einstein’ın izafiyet teorisini bile gölgede bırakan bir zaman-mekan mucizesi. 29 yaşına kadar 6 diploma, 2 yüksek lisans, 2 doktora almış. Basit bir hesap: Bu demektir ki 18 yaşından itibaren her yıl yaklaşık 0.9 diploma almış. Her yıla bir diploma düşüyor yaklaşık olarak.
İşte liyakat dediğimiz budur!
Bu CV’ye göre 18 yaşında (1995’te) İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde çalışmaya başlayan Sayan, hayatı boyunca hep çalışmış ve okumuş. 30 yılda altı fakülte, iki yüksek lisans ve iki doktora…
Tabii bu “deli saçması CV”nin ortaya çıkmasından sonra aceleyle bazı düzeltmeler yapıldı. Anadolu Üniversitesi’nden aldığı 4 lisans bölümüne dair bilgiler kişisel sitesinden kaldırıldı. Ama aynı bilgiler Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın sitesinde hâlâ duruyor.
Bu durumu anlamak için fizik bilgisi gerekmiyor; sadece temel matematik yeterli.
Newport’tan nostaljiye: Yeliz fenomeni
Gelelim yazımızın başlığına vesile olan büyük düşünür Ahmet Hamdi Çamlı – nam-ı diğer “Yeliz”in hikayesine.
Malum Çamlı (Yeliz) Cumhuriyet tarihinin belki de en retro-parodist figürlerinden biri. Elinde tespih, dilinde “milli ve manevi değerler”, gözünde ise Atatürk’ün siluetine tahammülsüzlükle karışık bir pus.
Çamlı, özgeçmişinde Newport International University’nin Davranış Bilimleri Bölümü mezunu olduğunu belirtiyor. Küçük bir problem: Bu üniversite Türkiye’de YÖK tarafından tanınmıyor ve denklik verilmiyor. YÖK ve TMMOB gibi kurumlar, bu üniversiteye yönelik sahte üniversite iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuş.
Çamlı’nın savunması ise harika: “Para karşılığı almadım, eğitim almak amacıyla gittim. Derse katıldım, arkadaşlarım ve hocalarım var, hatta kantinde tost bile yedim.”
Kantinde tost yemek, gerçekten de akademik yeterliliğin en güvenilir göstergesi bittabi…
Esas komediye gelmedik daha.
AKP’nin resmi sayfasında Çamlı’nın özgeçmişi nasıl yazılmış:
Ama o da ne, bulunduğumuz Almanya’dan AK Parti’nin sayfalarına giremiyoruz. Yasaklamışlar başka ülkeden girmeyi.
Neyse Allah’tan VPN denilen bir şey var! Bakın şöyle bir sayfa çıkıyor karşımıza:
Okunmuyorsa yazı olarak da ekleyelim:
1965’te İstanbul’da doğdu. Newport Oniversitesi’nden mezun oldu. Ticaret ile uğraşmaktadır. Birçok sivil toplum örgütünde çeşitli kademelerde görevler yaptı. Türkiye Atletizm Federasyonu, Türkiye İzcilik Federasyonu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü’nde Yönetim Kurulu Üyeliği yapmaktadır. Orta düzeyde İngilizce ve Arapça bilen Çamlı, evli ve 3 çocuk babasıdır.
“Oniversite…”
İşte ülkenin geldiği dibin en şahane göstergelerinden biri. Üniversite kelimesini bile doğru yazamayan kişilerin elinden çıkan bir özgeçmiş. Bu, sadece yazım hatası değil; bu, zihinsel durumun sembolik bir yansıması olsa gerek!
Soruşturma değil, sansür
Ciddi bir devlet böyle bir skandalla karşılaştığında ne yapar? Hemen soruşturma açar, mecliste komisyon oluşturur.
Peki bu rejim ne yaptı?
Sahte diploma skandalının TBMM’de araştırılması önerisi AKP ve MHP oylarıyla reddedildi!
Bunun yerine, başta iddianame olmak üzere bu belgelerin medyaya nasıl sızdığına dair hummalı bir çalışma başlatıldı.
Bu yaklaşım, sorunla değil, sorunun ortaya çıkmasıyla mücadele etmeye odaklanır. Bu da, otoriteryan rejimlerin klasik reflekslerinden biri.
Öte yandan Ahmet Hamdi Çamlı’yı sadece bireysel bir vaka olarak görmek, durumun ciddiyetini kaçırmak anlamına gelir. O, bir zihniyetin temsili ve temsilcisi.
Çamlı’nın durduğu yer siyaset sahnesi değil, sanki “Osmanlı dizisinin kötü cast seçimi”. Kendi meclis konuşmaları, bir dönem TRT Arşivi’nde “Cumhuriyet düşmanlığı dersi” olarak okutulsaydı, yüksek puan alırdı.
Çünkü o, geçmiş dönemlere karşı içselleştirilmiş bir husumeti elinde tespihle ispatlamaktan geri durmayan bir halk kahramanı. Üstelik:
“Lozan hezimettir” diyebilecek kadar tarih dışı…
“Cumhuriyet modernliği bir züppelik” diyebilecek kadar nefretle şişirilmiş bir gerçeklikten kopukluk…
Kadınlara, bilime, sanata dair her sözüyle fikrî olarak birkaç on yüzyıl öncesinde sıkışıp kalmış bir mizah figürü.
Bakınız; Çamlı’nın bahsettiği “değerler”, kadınların görünmez olduğu, sanatın suç sayıldığı, eğitimin “hafızlıkla” ölçüldüğü bir distopyanın değerleri. Cumhuriyet’in yurttaş fikrine, eşitlik anlayışına, akılcı eğitim sistemine alerjiyi aşan .ir düşmanlığı var.
Ve fakat ironik biçimde, onun da maaşı laik ve seküler Cumhuriyet’in sağladığı TBMM bütçesinden ödeniyor. Ne yaman çelişki demek lazım mi bilmiyorum!
Evet, “Oniversite” yazım hatası, aslında çok şey anlatıyor. Bu sadece bir dil sürçmesi değil; bu, eğitime yaklaşımın sembolik bir özeti.
Bir toplumda, eğitim kurumlarının adını bile doğru yazamayan insanların eğitim politikalarını yönlendirmesi, o toplumun geleceği hakkında ne söyler?
“Üniversite” kelimesi Latince “universitas”tan gelir ve “bütün, evrensel” anlamında kullanılıyor. “Oniversite” ise hiçbir dilden gelmiyor; sadece cahillikten geliyor.
Bu hata, sadece bireysel bir yazım sorunu değil; sistemin eğitime bakış açısının sembolik yansıması bence.
Bu ülkede yaşadığımız talihsiz çağın özeti şu: Sahte diplomalı insanlar gerçek diplomalılara “cahil” diyor, gerçeği araştıran gazetecilere “hain” diyor, bilimi sorgulayan akademisyenlere “dış güçlerin ajanı” diyor.
Bu durumda ne yapmak gerekiyor?
Gülmek mi, ağlamak mı?
Belki de ikisini birden. Çünkü bu durum hem trajikomik hem de gerçek. Hem gülünç hem de tehlikeli.
Çamlı gibi figürler sadece gülünç değil, aynı zamanda tehlikeli. Çünkü gülünç olan şeyler bazen gücünü ciddiye alınmıyor olmaktan alıyor.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***