Birgün yazarı Özge Güneş, “Yangınlar, kıyılar ve İklim Kanunu kime lütuf?” başlıkı yazısında; “Bu kararlar kime lütuf? Yangınlarda can veren canlılara değil, köylüye değil, kıyılardan ücretsiz faydalanmak isteyen halka değil, zeytin yetiştirmek isteyene değil, hayvan otlatmak isteyene değil. Öyleyse bu lütuf kime?” ifadelerini kullandı.
Güneş’in yazısı şöyle:
“(…)
İklim krizi artık yalnızca bilimsel raporların konusu değil, yanı başımızda. Kıyıların, kuruyan göllerin, kuraklığın, zirai don olaylarının ve her yazı birlikte geçirdiğimiz orman yangınlarının konusu. Buna rağmen yasalar ve kararlar, bu etkileri hafifletmek ya da toplumsal dayanıklılığı güçlendirmek için değil; tam tersine, bu etkilerin açtığı boşluklardan yeni yatırım alanları yaratmak için devreye sokuluyor.
Geçtiğimiz haftanın bir diğer gelişmesi, Resmî Gazete’de yayımlanan yeni bir yönetmelik değişikliğiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tasarruf hakkı verilen orman alanlarının, kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında kalan kısımlarını da kapsayacak şekilde turizm yatırımlarına açılması oldu. Tıpkı diğerleri gibi bu kararı da bir imar, planlama ya da turizm politikası olarak okumak eksik olur. Karar, doğrudan iktidarın iklim rejimini açığa vuruyor; ormanlar, kıyılar, tarım arazileri birer yaşam alanı değil, yatırım nesnesi.
Bu tabloyu bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, şu soruyu sormak gerekiyor: Bu kararlar kime lütuf? Yangınlarda can veren canlılara değil, köylüye değil, kıyılardan ücretsiz faydalanmak isteyen halka değil, zeytin yetiştirmek isteyene değil, hayvan otlatmak isteyene değil. Öyleyse bu lütuf kime?
Cevabı herkes biliyor: Doğa tahribatı ve buradan çıkan krizler artık sermaye düzeninin istisnai bir sonucu değil, doğrudan işleyiş biçimi haline geldi. Her yeni karar, her yasa teklifi, iklim değişikliğini ekolojik, toplumsal ve iktisadi krizler üzerinden doğan bir fırsat olarak okuyor.
Bu tablo karşısında teknik çözümlerden söz etmek anlamını yitiriyor. Doğanın kar için tahakküm altına alınmasına karşı halkın söz ve karar hakkını önceleyen kamucu bir iklim rejimi kurmaktan başka bir çıkış yok. Bize düşen ise bıkmadan usanmadan, tekrara düşerek de olsa altını çize çize her fırsatta ortak varlıklarımızın toplumsal, kültürel, geçimlik anlamını vurgulamak ve onları yaşatmaya devam etmek…”
Yazının tamamını okumak için tıklayın.