Operasyon Ricerca MİT’in sahte kimlikli operasyonu sadece istihbarat toplamakla kalmadı; akademik etiği çiğnedi, uluslararası hukuku ihlal etti ve cemaat içinde kalıcı güven bunalımı oluşturdu. Peki toplanan veriler nasıl kullanılacak? NATO’dan AB’ye uzanan diplomatik arenada Türkiye’nin elini güçlendirmek için hangi stratejiler devreye girecek?
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Özet: Sahte İngiliz şirketi “Ricerca Research & Consultancy Co.”nun yürüttüğü sofistike istihbarat operasyonunun katman katman açığa çıkan anatomisini inceliyoruz. Gazeteci Emre Uslu’nun bir yıldır yaptığı tüm araştırmalara rağmen fiziksel varlığı olmayan bu paravan şirket, cemaat terminolojisini taklit eden sahte Twitter hesaplarıyla KHK’lı akademisyenlerin travma ve maddi sıkıntılarını istismar ederek, “hem bilime hizmet edin hem para kazanın” vaadiyle dört ana kategoride kritik istihbarat topladı: liderlik yapısı, uluslararası ilişkiler, finansal kaynaklar ve Almanya’daki kurumsal ağ.
NATO’dan AB’ye uzanan diplomatik arenada Türkiye’nin elini güçlendirmek, cemaati küresel güvenlik tehdidi olarak kabul ettirmek ve gelecekte tüm muhalif gruplara karşı uygulanabilecek “metodolojik şablon” oluşturmayı amaçladığını düşündürten bu operasyon aslında modern hibrit savaşın bu yeni boyutu. Vakıa akademik meşrulaştırma maskesi altında psikolojik manipülasyon ve küresel algı mühendisliğini birleştiren sinsi bir operasyon olarak karşımızda duruyor.
Bugün birkaç katman daha derine ineceğiz.
Operasyonda en başından itibaren kullanılan sahte kimlikler kullanılarak akademisyenlerin aldatılması, ciddi etik, ahlaki ve hukuki problemler içeriyor. Bir kere akademik özgürlük ve bilimsel etiğin açık ihlali söz konusu. “Axel Kushel” adlı hayali CEO’nun arkasında saklanan operasyoncular, akademik görüntülü bu araştırmada “informed consent” (bilgilendirilmiş rıza) prensibinin tamamen yerle bir ediyorlar. Gazeteci ve akademisyenlerin, (en azından bir kısmının) kendileriyle iletişim kuran kişinin gerçek kimliğini, amacını ve arka planını bilmeden araştırmaya dahil edildiği anlaşılıyor.
Operasyonun kodlarını çözdükçe kötü bir CIA operasyonu taklidiyle karşı karşıya kaldığımız anlıyoruz.
Project CHAOS
1967-1974 yılları arasında CIA’nın yürüttüğü Project CHAOS, modern tarihte akademik manipülasyonun belki de en çarpıcı örneğiydi; James Jesus Angleton’ın karşı istihbarat imparatorluğunda, Vietnam savaşına karşı yükselen sesler sistematik olarak susturulurken, üniversite koridorlarından barış mitinglerine kadar her yerde sahte kimlikli ajanlar “araştırmacı” kılığında dolaşıyor, 300 binden fazla Amerikalı vatandaşın özel hayatını mercek altına alıyordu. CIA’nın “barış araştırması” adı altında akademisyenleri tuzağa düşürdüğü bu operasyonda, gerçek savaş karşıtı örgütlerle ayırt edilemez sahte örgütler kurulmuştu. Öğrenci liderleri “bilimsel çalışma” vaadiyle kandırılırken, onların telefon konuşmaları dinleniyor, mektupları açılıyor, hatta bazen provokasyon amaçlı çatışmalar çıkarılıyordu. Watergate skandalının gölgesinde 1975’te Church Committee soruşturmasıyla açığa çıkan bu operasyon, tıpkı MİT’in Ricerca projesi gibi, “akademik meşruiyet” maskesi altında muhalif grupları hedef alan, sistematik bilgi toplayan ve yasal sınırları hiçe sayan hibrit savaş taktiklerinin o dönemki versiyonu olarak, günümüz istihbarat operasyonlarının elli yıl önceki tarihsel emsali bana göre.
Oysa bilimsel araştırma görünümü altında istihbarat toplama, akademik etiğin temel prensiplerine aykırıdır ve bu durum, esasen ciddi ve güvenilir akademisyen ve gazeteciler için bile güven bunalımına yol açabilecek neticeler doğuracaktır. Operasyonda standart bir akademik araştırmanın “objektiflik”, “şeffaflık” ve “bilimsel dürüstlük” ilkelerinin tamamı çiğnendiğini görüyoruz.
Akademisyenlerin bilimsel birikimleri istihbarat amaçlı istismar edilmesi, akademik özgürlüğün ciddi ihlali. Akademisyen ve gazeteciler, “bilime katkı yapıyorum” düşüncesiyle operasyona dahil olurken, aslında başta kendi meslektaşları olmak üzere bir sosyal grubu hedef alan bir istihbarat faaliyetinin parçası haline getirilmişler. Özellikle bazı kişilerin, “cemaat konusunda objektif değerlendirme yapıyorum” halisane düşüncesiyle bir operasyonun parçası olmaları gerçekten düşündürücü. Bu hamle hiçbir stratejiye dönüşmese bile en azından entelektüel kapasitelerin ve bilgi birikimlerinin manipülatif amaçlarla kullanılması, bilimsel etiğin temel prensiplerine aykırı.
Hatırlayalım; soğuk savaş döneminde KGB’nin batı üniversitelerinde yürüttüğü “disruption” (çözülme) operasyonlarında, hedef grubun iç dinamiklerinin bozularak etkisizleştirmek amaçlanmıştı.
Kaldı ki MİT tarafından organize edildiği düşünülen bu operasyon, sadece etik bir skandal değil, aynı zamanda uluslararası hukukun temel ilkelerini ayaklar altına alan sistematik bir suçlar zinciri. Türkiye’de hukukun çiğnenmesi artık bilinen bir şey, anlaşılan o ki, ülke iktidarı bu pervasızlığını uluslararası düzlemde de göstermekte.
Ciddi suçlar bunlar.
Avrupa ülkelerinin casusluk yasaları, yabancı istihbarat teşkilatlarının faaliyetlerini ağır cezai yaptırımlarla cezalandırıyor. İngiliz Resmi Sırlar Yasası 1989, bu tür operasyonları 14 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırır. MİT’in İngiltere’de paravan şirket kurması, bu yasanın 1. maddesinin doğrudan ihlali. Operasyonun sistematik ve organize yapısı, onu AB’nin Organize Suçla Mücadele Çerçeve Kararı kapsamına sokmakta. Bu operasyon, geleneksel casusluk ile organize suç arasındaki sınırları bulanıklaştırmakta, hukuki kategorileri zorlamakta.
Operasyonun toplumsal etkilerini de bakarak bu konuyu bitirelim.
Uslu’nun olağanüstü çabasıyla operasyonun ortaya çıkması, Hizmet Hareketi içindeki akademisyen ve gazetecilerin camiadaki güven ortamını ciddi şekilde zedeleyecek ve bundan sonrası için akademisyenler kendilerine gelen araştırma tekliflerini daha temkinli karşılamaya başlayacaktır. Akademisyenler arasındaki işbirliği kültürü, bu tür operasyonlar nedeniyle büyük zarar görecek, bilgi paylaşımı azalacak ve akademik ağlar büyük oranda zayıflayacaktır. Saray iktidarı için “Ne gam!” pervasızlığıyla karşılanacak bu etki, korkunç bir şey esasen.
Bir diğer etki ise Cemaat içindekidir.
Cemaat mensupları arasında paranoya ve güvensizlik artış gösterecek ve herkes birbirine karşı temkinli hale gelecektir. Bu durum, cemaat içindeki dayanışma ve güven bağlarını ciddi şekilde zedeleyecek, bu tür operasyonlar nedeniyle hareket daha da izole hale gelecek ve toplumsal entegrasyonları zorlaşacak, böylece toplumdan daha da kopuk bir duruma düşülecektir. Görüldüğü üzere, herhangi bir stratejik hamle yapılama bile, bu operasyonun başarılı olduğu kısımlar var.
Operasyonda ağırlıklı olarak (X) Twitter’ın tercih edilmesi, platformun hızlı iletişim kültürü ve direkt mesaj özelliğinden yararlanmayı amaçladığı anlaşılıyor. Malum olduğu üzere bu platform hem gizli iletişim hem de geniş bir kitleye ulaşım imkanı sağlıyor. Sahte hesapların cemaat kültürüne uygun profil oluşturması, hedef kitleye güvenilir görünmek için yapılmış ve bu profiller cemaat terminolojisi ve değerlerini yansıtacak şekilde özenle tasarlanmış. Bunun için bazı gerçek kişiler de alet edilmiş maalesef. Operasyonun zamanlaması, Gülen’in vefatı sonrası cemaat içinde oluşturulacak kaos ortamından yararlanmayı amaçlıyor izlenimi veriyor. Zira bu dönemde cemaat mensupları daha kırılgan ve manipülasyona açık durumda.
Peki bundan sonraki hamle ne olabilir?
AA analizinde görüldüğü üzere öncelikle toplanan bilgiler, -muhtemelen- sistematik bir şekilde analiz edilecek ve operasyonel kullanım için işlenecek, bu süreç profesyonel istihbarat teknikleri kullanılarak yürütülecektir. Farklı kaynaklardan elde edilen bilgiler, çapraz referans yapılarak doğrulanacak, tutarlılık kontrol edilecek, böylece bilgilerin güvenilirliği sağlanacaktır.
Çünkü bu tür operasyonlarda toplanan bilgiler, operasyonel açıdan değerlendirilerek hangi bilgilerin nasıl kullanılacağı belirlenir ve bu değerlendirme sürecinde her bilgi parçasının stratejik değeri analiz edilir.
MİT’in bu operasyonu, esasen geleneksel istihbarat yöntemlerini akademik araştırma formatıyla birleştiriyor; hedef grubun güvenini kazanarak kritik bilgileri elde etmeyi ve aynı zamanda psikolojik baskı oluşturmayı amaçlıyorlar.
Operasyonun en dikkat çekici özelliği, sahte şirket aracılığıyla sorulan soruların AA analizinde birebir karşılık bulması. Bu durum, operasyonun ne kadar sistematik ve etkili bir şekilde yürütüldüğünün ispatı niteliğinde.
Sonuç olarak, Ricerca operasyonu modern çağın “bilgi savaşı” konseptinin somut bir uygulama pratiği. Akademik araştırma kisvesi altında yürütülen bu çalışma, hedef grubun hem bilgi kaynaklarını hem de psikolojik direncini hedef almakta, uzun vadeli bir çözülme stratejisi izlemeyi amaçlamış. Hem akademik camia hem de sivil toplum için önemli dersler içerdiğini bilmem söylemeye gerek var mı?
NOT: Bu operasyona bilerek ya da bilmeyerek iştirak eden bazı isimlere, bazı sorular yolladım. Eğer cevap gelirse ayrıntılarıyla yazarım. Yok eğer gelmezse, bu isimlerin bir yazının sonuna not olarak eklerim.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***