Kamuoyunda “Kız Çocukları Davası” olarak bilinen ve 41 kişinin yargılandığı davada mahkeme, karar yerine ara karar açıkladı.
İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın bugünkü duruşmasında adli kontrol tedbirlerinin devamına, savunması eksik sanıklara son kez süre verilmesine karar verildi.
Davaya 18 Eylül’de devam edilecek.
“Kız Çocukları Davası”nda hukukçular mütalaa verdi
Prof. Dr. Özgenç ve Prof. Dr. Soyaslan: Aile geçmişi ve eğitim faaliyetleri suç olamaz, somut delil yok
Kamuoyunda “Kız Çocukları Davası” olarak bilinen dosyada yargılanan çoğunlu kız çocuğu olan üniversite öğrencileri hakkında hazırlanan iddianameler, iki ayrı ceza hukuku profesörü tarafından eleştirildi. Prof. Dr. Doğan Soyaslan ve Prof. Dr. İzzet Özgenç tarafından sunulan hukuki mütalaalarda, sanıklara yöneltilen suçlamaların hukuki dayanaklardan yoksun olduğu, aile geçmişinin suç gibi gösterildi ve somut delillere dayanmadığı vurgulandı.
Aile Geçmişi Suç Gibi Gösterildi
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı iddianameyle 15’i lise öğrencisi, bazıları üniversiteli toplam 41 kişi hakkında “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla dava açıldı. Çocuklar birlikte ders çalışmak, Yemek Sepeti’nden ortak sipariş vermek, birlikte sinemaya gitmek, bowling oynamak, gibi günlük aktiviteleri nedeniyle suçlanıyor, iddianamede herhangi bir somut delile yer verilmiyordu.
İddianame hakkında Hukuki değerlendirmede bulunan Ceza Hukuku Profesörü İzzet Özgenç, mütalaasında şu tespitlere yer verdi:
“İncelememe tevdi edilen dosyada, sanığın ve iletişimde bulunduğu — bir kısmı çocuk olan — diğer kişilerin herhangi bir suç işlediğine ya da terör örgütüne yardım ettiğine dair hiçbir somut bulgu bulunmamaktadır.
Varsayım olarak anne veya babalarının terör örgütü üyesi olduğu kabul edilse bile, ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine açıkça aykırı şekilde, bireylerin yalnızca sosyal ilişkilerinden hareketle ‘terör örgütü üyeliği’ ile suçlanmaları hukuken mümkün değildir.”
Prof. Dr. Özgenç, bu mütalaasını 20 Mayıs 2025 tarihinde Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi adına ilgili mercilere sundu.
“Eğitim Amaçlı Faaliyetler Suç Değildir”
Dosyada yer alan diğer mütalaa ise Ceza Hukuku Profesörü Doğan Soyaslan tarafından hazırlandı. Soyaslan, kamuoyunda “Kız Çocukları Davası” olarak anılan dosyada, üniversite çağındaki kız çocuklarına eğitim desteği sağlayan kişilere yöneltilen suçlamaların anayasal haklarla çeliştiğini belirtti.
Mütalaada, iddianamenin temelini oluşturan faaliyetlerin anayasal düzeni yıkma amacı taşımadığı, suç teşkil etmediği ifade edildi. Şu değerlendirmeye yer verildi:
“Dava dosyasındaki suçlamaların temelini çocukların dini ve ilmi eğitim alması oluşturuyor. Bu davranışlar suç olarak değerlendirilemez. Anayasal düzeni yıkma amacıyla örgütsel bir yapılanmaya gidildiği de söylenemez.”
Sohbetlere Dair Somut Delil Yok
Mütalaada, köy kampları, ev buluşmaları ve iftar programları gibi etkinliklerde yapılan dini sohbetlerin olağan faaliyetler olduğu, bu etkinliklerin anayasal düzene tehdit oluşturduğuna dair hiçbir somut kanıt bulunmadığı belirtildi. Emniyetin bu sohbetlere dair ses kaydı ya da yazılı belge sunmadığı, yalnızca genel gözlemlere yer verildiği ifade edildi.
Bilgi Notları Delil Olamaz
Soyaslan, iddianamede yer alan suçlamaların büyük ölçüde istihbari bilgi ve teyide muhtaç notlara dayandığını belirterek, bu belgelerin yargılama sürecinde delil olarak kullanılamayacağını vurguladı:
“Hâkim, yalnızca somut delillere dayanarak karar verebilir. Bilgi notlarının delil değeri yok denecek kadar azdır; kaynakları belirsiz ve soyuttur.”
Suçun Unsurları Oluşmamıştır
Her iki mütalaada da ortak kanaat, sanıklara yöneltilen suçlamaların hukukî ve cezaî şartları taşımadığı yönünde oldu. Prof. Dr. Soyaslan, mütalaasının sonuç bölümünde şunları kaydetti:
“Türkiye’de anayasal düzeni yıkmak, örgüt kurmak veya örgüt kurmaya teşebbüs etmek gibi suçlara dair hiçbir somut delil dosyada mevcut değildir. İddianamede yer verilen eylemler ise suç teşkil etmemektedir.”
Ceza Sorumluluğu Şahsidir
İki ayrı hukuk profesörünün sunduğu mütalaalar, “Kız Çocukları Davası”nda yargılanan gençlerin aile geçmişleri ve sosyal çevreleri nedeniyle cezalandırılmaya çalışıldığını ortaya koyuyor. Ceza hukuku ilkeleri çerçevesinde değerlendirildiğinde, suçun şahsiliği ilkesine aykırı bu tür uygulamaların hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmadığı açıkça vurgulanıyor.
Ne olmuştu?
Dava, 7 Mayıs 2024 tarihinde İstanbul’da düzenlenen bir operasyonla başladı. Operasyonda, yaşları 13 ile 17 arasında değişen lise öğrencileri ve bazı üniversite öğrencilerinin de aralarında bulunduğu 41 kişi gözaltına alındı.
İddianamede, sanıkların birlikte ders çalışması, öğrenci evi kiralamaları, sinemaya ve bowlinge gitmeleri, Yemek Sepeti gibi uygulamalardan toplu yemek siparişi vermeleri, piknik yapmaları ve Marmara Park AVM’de buluşmaları “örgütsel faaliyet” olarak değerlendirildi. Bu suçlamalar, kamuoyunda ciddi eleştirilere yol açtı.
“Günlük hayat suç sayıldı” eleştirisi
Sanıklardan bazılarının avukatı olan Lale Demirkazan, sosyal medyadan yaptığı paylaşımda, müvekkillerinin suçlanma gerekçelerine dikkat çekti. Demirkazan, “Suçları (!) KHK’lı ebeveynlerin çocukları olmak, çok başarılı olmak, öğrenci evi tutmak, bowling oynamak, sinemaya gitmek, online yemek siparişi vermek, evde ders çalışmak, namaz kılmak, Kuran okumak olan kız öğrencilerle annelerinin yargılandığı #KızÇocuklarıDavası’nda karar duruşması birazdan başlayacak…” ifadelerini kullandı.
Tepkiler artıyor
Davada ileri sürülen delillerin büyük ölçüde öğrencilerin günlük sosyal yaşamlarına dayandığı görülüyor. Hukukçular ve insan hakları savunucuları, bu tür faaliyetlerin kriminalize edilmesini “orantısız” ve “hukuki zeminden yoksun” olarak değerlendiriyor.
Ceza Hukuku Profesörü İzzet Özgenç, 20 Mayıs’ta Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi adına ilgili mercilere sunduğü mütalaasında şu tespitlere yer vermişti:
“İncelememe tevdi edilen dosyada, sanığın ve iletişimde bulunduğu — bir kısmı çocuk olan — diğer kişilerin herhangi bir suç işlediğine ya da terör örgütüne yardım ettiğine dair hiçbir somut bulgu bulunmamaktadır.
Varsayım olarak anne veya babalarının terör örgütü üyesi olduğu kabul edilse bile, ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine açıkça aykırı şekilde, bireylerin yalnızca sosyal ilişkilerinden hareketle ‘terör örgütü üyeliği’ ile suçlanmaları hukuken mümkün değildir.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***