AHMET KURUCAN | YORUM
“2025’in ilk 6 ayında 136 kadın öldürüldü, 145 kadın da şüpheli şekilde hayatını kaybetti.” Turkishminute sayfalarında bu cümleyi okurken derinden derine bir ürperti hissettim. Rakam olarak okuyup geçiyoruz. 136 diyoruz. 145 diyoruz. Toplam 281 diyoruz. Diyoruz ama farkında mıyız acaba bunların her biri bir hayat, bir ana, bir eş, bir kız kardeş.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, 2025’in ilk yarısında 136 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Buna ek olarak, 145 kadın da şüpheli şekilde yaşamını yitirdi. Kıyaslayalım: 2024’un aynı döneminde bu sayı 205, 2023 yılının tamamında ise 315 idi.
Rakamlar göreceli bir düşüşe işaret etse de, hâlâ haftada 5 kadın evinde, ailesinin yanında ya da sokağın ortasında öldürülüyor. Üstelik bu cinayetlerin yüzde 65’i evde, yüzde 60’i aile fertleri tarafından işlenmiş. Yani kadınlar en güvende olmaları gereken yerde, evlerinde, en sevdikleri tarafından katlediliyor. Hem de kimi zaman mahkemelerin verdiği koruma kararına rağmen.
İslam’ın aileye verdiği değeri hepimiz biliyoruz. Fakat burada bir sorgulama yapmalıyız: Kur’an’ın aile tanımıyla günümüz politikalarının “aile” anlayışı aynı mı? Kur’an’da geçen “sükûn bulma” (Rum, 30/21) amacıyla kurulan yuvalar, neden kadınların mezarı hâline geliyor?
Bu yıl Türkiye’de “Aile Yılı” ilan edildi. Devlet politikaları, medyanın dili ve bazı dinî çevrelerin söylemleri bu temanın etrafında dönüyor. Ne var ki, aileyi koruma adı altında kadınların görünürlüğü azaltılıyor, sessizliği yüceltiliyor, itaat kutsanıyor. Bu yaklaşım, kimi zaman cinayetlere giden yolu da meşrulaştırıyor.
Oysa Peygamber Efendimiz’in (sas) en çok hadis rivayet eden eşi Hz. Aişe’yle münasebetinde hiçbir zaman baskı, aşağılama veya susturma yoktur. Bilakis, onu meşveretin bir parçası yapmış, fikrini almış, saygıyla muamele etmiştir. Hz. Hatice’nin serveti ve aklıyla İslam’ın ilk yıllarındaki rolü dahi, kadının ailede pasif değil, etkin bir özne olduğunu gösterir.
İslam, kadına “erkeğin mülkü” değil, “Allah’ın emaneti” olarak bakar. Bu nedenle Kur’an, aileyi sevgi, merhamet, şefkat üzerine bina eder. Sevginin olmadığı yerde itaati telkin etmek, merhametin bulunmadığı bir çatıda sadakati kutsamak, İslam adına değil; ataerkil tahakküm adına yapılır.
Ve bir başka gerçek: Öldürülen kadınların yüzde 57’si silahla vurularak öldürülmüş. Silahın bu kadar kolay ulaşılır olduğu bir ülkede, kadını korumak için sadece yasa çıkarmak yeterli değildir. Silahın konuştuğu yerde din susar, vicdan çöker.
İslam’ın en temel değerlerine göre, “can emniyeti” korunması gereken 5 temel esastan biridir. Bu hakkın ihlali, yalnız kadına karşı yapılan bir ihlal değil; topluma, dine, vicdana karşı da yapılan bir ihlaldir.
Yapılması gerekenler belli: Derneğin de işaret ettiği gibi kanunlar etkin uygulanmalı. 6284 sayılı kanun, lafzî değil fiilî olarak uygulanmalı. İlahiyat fakülteleri, Diyanet ve cemaatler yeni bir dil üretmeli. “Aile”yi konuşurken, kadını bastıran değil, yaşatan söylemler geliştirilmeli.
Ve silah kontrolü ciddiye alınmalı.
Özetle, aileyi gerçekten kutsal görmek istiyorsak; kadının hayatını, onurunu ve özgürlüğünü korumakla işe başlamalıyız. Sevginin, merhametin, şefkatin hüküm sürdüğü bir evde kadına silah çekilmez.
Hatırlatalım. Ne diyordu Kur’an? “Kim bir insanı öldürmüşse, bütün insanlığı öldürmüş gibidir.” (Maide, 5/32)
O hâlde, sadece kadınlar değil; insanlık ölüyor aslında ve biz ölmüş vicdanlarımızla bunun lafını yapıyor ‘olmaz, olmamalı, olmamalıydı’ diyoruz sadece.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***