AHMET KURUCAN | YORUM
Geçtiğimiz günlerde bir Avrupa ülkesindeydim. Eşimle beraber turistik alanları geziyor, hem şehri tanımaya hem de biraz soluklanmaya çalışıyorduk. Yanımızda bir arkadaşımız vardı. Tarihî bir meydanda, gladyatör kıyafeti giymiş iki kişiyle karşılaştık.
Eşimin başörtüsünden olacak, uzaktan gülümseyerek “Selamun Aleyküm!” dediler. Yabancı bir ülkede tanıdık bir selam duyunca istemsizce tebessüm ettik. Yanlarından geçerken sohbet başladı. “Nerelisiniz?” diye sordular İngilizce. “Türkiye!” dedik. Hiç beklemeden, duraksamadan şu cevap geldi: “Hakan Şükür!”
Bir an duraksadım. Şaşırmadım desem yalan olur. O kadar isim, o kadar aktüel figür varken, ısrarla o isim… “Neden Recep Tayyip Erdoğan değil de Hakan Şükür?” sorusu zihnimin kıyısına ilişti. Büyük ihtimalle futbolla ilgileri vardı. Belki de 2002 Dünya Kupası’nda attığı en hızlı gol hâlâ akıllarındaydı. Ama sonuçta Hakan Şükür aktif futbol hayatını 2008’de sonlandırmıştı. Aradan 17 yıl geçmişti.
Ve işte o an içimi burkan bir farkındalık doğdu: Türkiye’de bir zamanlar el üstünde tutulan “gol kralı”, “millî kahraman”, “Türk futbolunun yüz akı” denilen bir isim, devlet eliyle silinmeye çalışılmıştı ama silinememişti!
Eski milli futbolcu ve Galatasaray’ın efsane ismi Hakan Şükür…
Hizmet Hareketi’ne sempatisi biliniyordu. Duruşunu saklamamıştı. Tam da bu yüzden hedef tahtasına konmuştu. Önce ekranlardan kayboldu. Ardından kulüp arşivlerinden. Belgesellerde ismi ve cismi sansürlendi. 2002 Dünya Kupası’nı anlatan yayınlarda golü gösterildi ama ismi anılmadı. Spikerler adını telaffuz etmeden topun ağlarla buluştuğu anı geçiştirdi. Milli bir futbolcunun değil, bir düşmanın kaydını siliyorlardı sanki.
İstanbul Sancaktepe’deki stadyuma adı verilmişti bir dönem. Sonra tabelası bir gecede indirildi. Yerine bir başka isim geldi. Basında “eski F…’cü” diye anılmaya başlandı. Oysa geçmişte manşetlerde “Türk futbolunun yıldızı”, “millî gurur” gibi ifadelerle yer almıştı. Bu neyin inkârıydı?
Türkiye, hafızasını törpülemeyi, kolektif belleğini susturmayı bir tür iktidar pratiği hâline getirdi uzun süredir. Sadece Hakan Şükür mü? Kimler geldi geçti bu sessizlik koridorlarından… Gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, sanatçılar… Ya yok sayıldılar ya da varlıkları suç delili gibi gösterildi.
Ancak her silme girişimi, aslında bir hatırlatmadır. Çünkü insanlar unutur ama hafıza unutturmaz. O meydandaki gladyatör kostümlü adamlar, belki de Türkiye’nin geçmişini bizden daha net bir yerden görüyorlardı. Onlar, siyasi hesapları, mahkeme kararlarını, gazete manşetlerini bilmezler. Ama bir zamanlar milyonların alkışladığı, adını ezberlediği bir futbolcunun hâlâ iz bıraktığını fark ederler.
Tarihi sansürleyerek yeniden yazamazsınız. İnsanların gönlünden birini silmek için devleti seferber etseniz de, gönülden düşürmeyi başaramazsınız. Zira zamanın terazisinde sadece makamlar, mevkiler değil; samimiyet, duruş ve vicdan da tartılır.
Asıl sorgulanması gereken şey şudur: 2002 yılında milleti sokağa döken goller atıldığında alkışlayanlar neredeydi? Şimdi o alkışı geri almaya çalışanlar kim? Dün ödül verenler, bugün linç kuyruğuna girmişse, mesele Hakan Şükür değil; mesele vicdanla ikbalin yer değiştirmesidir.
Kimse unutulmaz değildir elbette. Ama bazı isimler vardır ki, onları unutturmak için harcanan enerji, onları unutulmaz kılar. Tıpkı Hakan Şükür gibi. Unutturmak istedikçe daha çok hatırlanıyor. Adını duymadığımız belgesellerde, çıkarıldığı ansiklopedilerde değil; halkın hafızasında yaşıyor hâlâ.
Kıssadan hisse şu: Unutulsun diye yapılan her şey, bazen en büyük hatırlatma olur.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***