M. NEDİM HAZAR | YORUM
Aradan süre geçtikçe iktidarın 15 Temmuz resmi anlatısını seslendirecek alanı daralıyor. 10. yılına giren tarihimizin en karanlık girişimlerinden birinin üzerindeki sis bulutu her geçen gün azalacağı yerde daha da kalınlaşıyor. ‘Havuz medyası’ dışında bu anlatıyı seslendirecek pek kimse kalmadı. CHP gibi işine geldiği zaman bu anlatıyı kullananların dışında aklı başında pek kimse de kalmadı.
Sanırım iktidar için artık Batı toplumu ya da devletlerinin inandırılabilmesi artık mümkün olmadığı için, sadece içerde bu anlatıyı unutturmamaya çabalıyorlar. Yıldönümünde “Mali yapılanma” türünden komik ötesi operasyonlar da bu amaca matuf işler.
Evet 15 Temmuz 2016’nın üzerinden tam 9 yıl geçti. Bu sürede Türkiye’nin en çok konuşulan, en çok tartışılan, ancak aynı zamanda en çok karanlıkta kalan olayı haline geldi. Bir gecede 252 kişinin hayatını kaybettiği, binlerce kişinin yaralandığı, devlet kurumlarının bombalandığının iddia ettiği bu darbe girişimi, sadece o gece yaşananlarla sınırlı kalmadı. Ardından gelen süreç, belki de darbe girişiminin kendisinden daha derin yaralar açtı toplumun hafızasında.
Bugün hâlâ aynı soruları soruyoruz: 15 Temmuz gerçekte ne oldu? Hangi güçler devreye girdi? Neden bu kadar çok karanlık nokta var? Ve en önemlisi, bu karanlık ne zaman aydınlanacak?
Resmi Anlatı: Milletin Demokrasi Zaferi
İktidarın resmi anlatısına göre, “15 Temmuz 2016 gecesi ‘F.TÖ’ milletimize ve hükümetimize karşı kanlı bir darbe girişimi başlattı” ve “Türk demokrasisini hedef alan bu hain girişim, Türk halkının demokrasiyi ve seçilmiş iradeyi korumak için gösterdiği destansı direnişle geri püskürtülmüştür.”
Bu anlatıda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla sokağa dökülen Türk milletinin gösterdiği cesaret ve kararlılıkla elde edilen bu zafer, dünyada örneği olmayan bir ruh halini ve demokrasi bilincini ortaya koymakta. Her yıl 15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günü olarak kutlanan bu tarih, iktidarın meşruiyetini güçlendiren sembolik bir referans noktası haline geldi.
Ancak 9 yıl geçmesine rağmen, 15 Temmuz’la ilgili temel sorular hâlâ cevapsız:
15 Temmuz darbe girişimini araştırmak için kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonunun raporu, hükümetin resmi anlatısının asılsız olduğunun ortaya çıkmasından korkulduğu için kamuoyuna hiçbir zaman açıklanmadı. Bu durum, şeffaflık konusundaki en büyük sorunlardan biri olarak karşımızda duruyor.
Alt düzeyde emir-komuta zinciri içinde hareket eden er ve subaylar kendi komutanlarınca ortada bırakılıp “darbeci” ilan edilirken, bu üst düzey komutanların hiçbiri mahkeme önünde hesap vermedi; tam tersine birçoğu terfi ettirilerek ödüllendirildi.
Hulusi Akar, Hakan Fidan, Zekai Aksakallı gibi kritik isimler o gece yaşananlar hakkında kamuoyuna doğru dürüst açıklama yapmadı. Bırakınız açıklamayı ne Meclis’e ne de mahkemelere gittiler! Dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’ın yaşadığı suikast girişimi ve akabinde yaşadıkları ise muğlak kaldı.
Fethullah Gülen, olaylar devam ederken bu şiddet eylemini kesin bir dille kınamış, Erdoğan’ın asılsız ithamlarını reddetmiş ve uluslararası bir soruşturma komisyonu kurulmasını talep etmişti. Hatta böyle bir soruşturma sonucunda, yalan ifadelere dayalı olsa bile, suçlu bulunması halinde Türkiye’ye dönüp yargılanmaya hazır olduğunu açıkça beyan etti.
Gülen’in “uluslararası soruşturma” çağrısı, olayın gerçek faillerinin ortaya çıkarılması için tarihi bir fırsat olmasına rağmen Erdoğan bu çağrıya hiçbir zaman cevap vermedi. Bu durum, hakikatin ortaya çıkmasını istememe şüphesini güçlendiriyor.
Gülen Hareketi, Erdoğan ve saray iktidarının milyonlarca dolar harcayarak yaptığı baskılar sonucu hiçbir demokratik ülke ‘terör örgütü’ olarak tanımlanmadı. Erdoğan, gücünün ve parasının yettiği KKTC, Pakistan İslam İşbirliği Teşkilatı ve Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi gibi birkaç istisna dışında bu anlatıya kanan olmadı. Hareketin faaliyetleri bugün hala ABD ve Avrupa Birliği tarafından terör eylemi sayılmamakta.
Avrupa ve Amerika gibi demokrasisi güçlü devletler Türk hükümetinin kendi anlatısını kanıtlayacak delil ve kanıt talep ediyorlar. Onlara ‘havuz medyası’ haberlerinden başka hiçbir şey yollanmıyor. Bu durum, uluslararası kamuoyunun Türkiye’nin resmi anlatısına mesafeli yaklaşmasının temel nedenlerinden biri.
Darbe girişimi sonrası OHAL kapsamında Cumhurbaşkanlığı tarafından 32 KHK çıkarıldı. Bu KHK’lar aslında Erdoğan’ın kendi iktidarını pekiştirmek için yapılan hamlelerdi. Erdoğan’ın ifadesiyle 15 Temmuz Erdoğan için Allah’ın bir lütfuydu! KHK’lar ile en az 125 bin 678 kamu görevlisi görevinden ihraç edildi, binlerce gencin öğrenciliği sonlandırıldı, 2 bin 761 kurum ve kuruluş kapatıldı.
Öte yandan Cemaat cephesi de asla boş durmuyor. Uluslararası mahkemeler, insan hakları organizasyonlarında sıklıkla darbe girişimi sonrasında yaşananlar dile getiriliyor, resmileştiriyor, raporlara konuyor.
“15 Temmuz’un 9. yıldönümünde, AfSV olarak bir kez daha adalet, özgürlük ve insan hakları çağrımızı yineliyoruz. 2016’dan bu yana süren süreç, toplumun farklı kesimlerine yönelik ciddi hak ihlallerine sahne olmuştur.”
Hizmet Hareketi’nin darbeye bakışı böyle.
Genişleyen Kriminalizasyon
Erdoğan’ın 16 Temmuz 2016 itibarıyla başlattığı cadı avı, askeri aktörlerle sınırlı kalmadı, aksine genişleyerek gazeteciler, akademisyenler, avukatlar, insan hakları savunucuları ve hatta etnik-dini azınlıklar dahil toplumun hemen her kesimini hedef aldı.
Bugün aynı kriminalizasyon süreci malum olduğu üzere CHP ve diğer muhalif kesimler için de devam ediyor. İktidarın daha önce “terörist” olarak gördüğü Kürtlerle şimdi ittifak kurması, bu sürecin ne kadar pragmatik olduğunu gösteriyor.
Evet, tarihin karanlık olaylarının aydınlanması bazen onlarca yıl alır. Ancak modern demokrasilerde 10 yıl, bir olayın temel hatlarının netleşmesi için yeterli bir süre. 15 Temmuz’da hâlâ karanlıkta kalan noktalar, bu sürecin doğal bir sonucu değil, sistemli bir şekilde aydınlanmanın engellenmesinin sonucu gibi görünüyor.
Bununla beraber toplumun her kesimi kendi 15 Temmuz’unu anlatıyor. Taraflar kendi anlatılarını güçlendirmeye çalışıyor:
- İktidar anlatısı: Milletin demokrasi zaferi ve sürekli tehdit altında olma
- Cemaat anlatısı: Masumiyet ve komplonun kurbanı olma
- Muhalefet anlatısı: Fırsat olarak değerlendirme ve iktidar için araç
- Uluslararası anlatı: Şüphe ve mesafe
Herkes Kendi Türküsünü söyler!
15 Temmuz’un üzerinden geçen 9 yıl, ne yazık ki hakikatin ortaya çıkması için yeterli olmadı. Her taraf kendi anlatısını güçlendirirken, asıl sorular cevapsız kaldı.
O gece gerçekte ne oldu? Bu soru, belki de hiçbir zaman tam anlamıyla aydınlanmayacak. Gülen’in vefatı, iktidarın şeffaflık konusundaki isteksizliği, uluslararası toplumun mesafeli duruşu ve toplumun değişik kesimlerinin farklı anlatılara sarılması, hakikatin ortaya çıkmasını epeyce geciktirecek gibi görünüyor. Açıkçası ben herhangi bir CHP iktidarından da hakikati ortaya çıkarmak gibi bir sorumluluk beklemiyorum.
15 Temmuz’un aydınlanmaması, sadece o geceye dair bir sorun değil. Demokratik hesap verilebilirlik, şeffaflık ve adalet mekanizmalarının işleyişi açısından da ciddi sorunlar oluşturuyor ve oluşturacak.
Ne zaman hakikat ortaya çıkacak?
Bu sorunun cevabı, Türkiye’nin demokratik geleceği için kritik önem taşıyor. Çünkü hakikat ortaya çıkana kadar, herkes kendi türküsünü söylemeye devam edecek ve toplumsal uzlaşı imkansız hale gelecek.
15 Temmuz’un 9. yılında, hâlâ aynı sorularla karşı karşıyayız. Bu durum, sadece o gecenin değil, Türkiye’nin demokratik geleceğinin de sorgulanmasını gerektiriyor.
Hakikat ne zaman ortaya çıkacak?
Bu sorunun cevabı, belki de demokratik kurumların güçlenmesi ve toplumsal uzlaşının sağlanmasıyla mümkün olabilir.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***