TR724’ten Sevinç Özarslan’ın yazısını aktarıyoruz;
Ramazan Bayramı’nın 3. günüydü. Telefonum çaldı. Karşımdaki ses, “Sevinç hanım ben sizi Erzurum’dan arıyorum. Abdülkadir’in babasıyım.” dedi.
Hemen hatırlayamadım ve gayri ihtiyarı “Hangi Abdülkadir?” diye sordum acılı babaya.
Lokman amca dedi ki, “Dağ başında mezarı olan Abdülkadir…” Bir anda nutkum tutuldu. Ne diyeceğimi bilemedim. Ve Lokman amca şöyle devam etti:
“Telefonunuz kaç senedir bende kayıtlı. Görüşmek istediğinizi oğlumun arkadaşları söylediler ama o zaman konuşacak durumda değildik. Şimdi size oğlumun başına gelenleri anlatmak istiyorum.”
Kursiyer teğmen Abdülkadir Karadağ’ın acısı yıllardır içimde durur. Köy mezarlığında yer verilmediği için Erzurum’da bir dağ başına götürüp defnettiler Abdülkadir’i.
İyi de 23 yaşındaki bu çocuk kime ne yaptı? Mezarlık yeri verilmeyecek kadar ne suç işlemiş olabilir? Sırf ‘asker’ diye gördüğü muamele kabul edilebilir değildi. Aklımda birçok soru vardı. 15 Temmuz gecesi neredeydi? Başına ne geldi? Çat Barajı’nın olduğu tepeye defnedilme sürecinde ailesi neler yaşadı?
İki ya da üç yıl önce olması lazım. Karadağ ailesini tanıyanlara ulaşmış, röportaj yapmak istediğimi söylemiştim. O zaman nasip olmadı.
Lokman amcayla uzun bir telefon görüşmesi yaptık. Acıdan buğulaşmış ses tonunu hiç unutamıyorum. Kaç zamandır kulaklarımdan gitmiyor.
Mağdurlarla görüşürken normalde soğukkanlı olurum. Ağlamam. Ancak telefonun bir ucunda Lokman amca, diğer ucunda ben sessiz sessiz ağladık. Bir babaya ve tabi ki kıymetli annesine bu acılar yaşatılmamalıydı.
15 Temmuz’un üzerinden 9 yıl geçti. İktidar medyası kaç gündür zafer kutlamaları haberleri yayınlıyor, ‘terörist’ bilançosu açıklıyorlar.
Anadolu Ajansı’nın bugün açıkladığı rakamlara göre, OHAL döneminde 390 bin kişi gözaltına alındı. 113 bin 837 kişi tutuklandı. Gözaltına alınanların 3 bin 774 hakim, 1314 savcı, 34 vali, 154 vali yrd., 35 mülkiye müfettişi, 532 kaymakam, 11 bin 43’ü rütbeli toplam 43 bin 818 polis, 216 general, 15 bin 182 subay, 38 bin 888 diğer görevlerdeki TSK personeli, 258 bin 782’i ise diğer meslek grupları…
Kaç kadını, çocuğu, askeri öğrenciyi, kursiyer teğmeni, kaç genci mağdur ettiklerini açıklayamıyorlar ama fotoğraflar, bilgiler, belgeler, Anayasa Mahkemesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, Birleşmiş Milletler’in ihlal kararları her şeyi anlatıyor.
15 Temmuz gecesi 251 vatandaşın öldürülmesi elbette çok korkunçtu, çok üzücüydü. Ancak o gece öldürülenlerin sayısı bu kadar değil. Abdülkadir gibi masum birçok genç, kimi keskin nişancılar, kimi halk tarafından linç edilerek katledildi. Onlar da şehittir. Çünkü Abdülkadir’in, Murat’ın, Ragıp Enes’in, Burak’ın hiçbir suçu yoktu.
Kara Harp Okulu’ndan 2015’te mezun oldu
Kara Harp Okulu’ndan 2015’te mezun olan Abdülkadir Karadağ, 15 Temmuz’dan önce Ankara’da Jandarma Genel Komutanlığı’nda kursiyer teğmen olarak eğitim görüyordu. Daha öğrenciliği bitmemişti. O gece Eryaman’daki evindeydi. Herkes gibi onu da ‘terör saldırısı var’ diye görev yerine çağırdılar.
”Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na saldırı olacak” denilmiş
Saat 22.00 sularında Abdülkadir’in de içinde olduğu 40 kişilik bir grup, ‘Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na saldırı olacak’ denilerek Beştepe’deki Jandarma Komutanlığı’nın diğer binasına götürüldü. Ve Abdülkadir bu binanın otoparkında keskin nişancılar tarafından delik deşik edilerek öldürüldü (mahkemede gösterilen kamera görüntüleri var).
Abdülkadir Karadağ’ın başına gelenleri iki bölüm halinde yazdım.
Bugün, 15 Temmuz’dan sonra Erzurum’dan Ankara’ya oğlunu bulmak için giden Lokman Karadağ’ın, oğlunun cenazesiyle karşılaştığı o anları ve defnedilme sürecine kadar, 17 gün boyunca yaşadıklarını okuyacaksınız. Lokman amcanın cenaze torbası başındaki tarifsiz acısını ifade edecek kelime bulamıyorum.
Yarın ise Abdülkadir’i en son gören arkadaşının anlatımı ve belgeler ışığında onun nasıl şehit edildiğine yer vereceğiz.
Bu gerçekleri hiçbir iktidar medyasında bulamazsınız. Akıl ve vicdan sahibi insanların, 15 Temmuz bahane edilerek birçok insana haksızlık yapıldığını göreceklerine ve vicdanlarının sesini dinleyerek ‘Abdülkadir’lerin hakkını savunacaklarına inanıyorum.
”15 gün Ankara’da oğlumu aradım”
Lokman Karadağ: “Olayların akabinde hemen Ankara’ya gittim. 15 gün oğlumu aradım, çok uğraştım, hiçbir yerden cevap alamadım. Kâh otelde, kâh son günlerde çocuğumun Eryaman’da arkadaşlarıyla kaldıkları evini buldum. Birkaç gün orada kaldım.
”15 Temmuz olaylarıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan oğlum o gece öldürülmüştü”
Hiçbir yerden olumlu sonuç cevap almayınca Adli Tıp Kurumu’na müracaat ettim. DNA testi yaptırdık. Ertesi gün savcı bey aradı. Keçiören’e gittik. O gün çocuğumun cenazesini aldım. Hiç beklemediğim bir şeydi. 15 Temmuz olaylarıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan oğlum o gece öldürülmüştü. Temmuzun 29’uydu. O güne kadar arayıp bulamadığım evladımın cenazesini verdiler. Bildiğimiz tek şey; komutanlarının emriyle Ankara’nın çeşitli yerlerine gönderildikleriydi.
Adliyenin kapısında bekleyiş

Ankara’dayken çok yerlere müracaat ettim. Çeşitli haberler alıyorduk ama nerede olduğunu bulamıyorduk. Çocukların kimini çok affedersiniz ahıra götürmüşler, orada gözaltında tutmuşlar, kimini başka spor salonlarına götürmüşler ama kimin nerede olduğu belli değildi. Sadece kulaktan dolma bilgiler vardı. ‘Sizin için en sağlıklısı adliyenin orada beklemeniz. Çocukları oraya getirecekler, orada ifadeleri alınacak’ denildi.
”Tutuklanacak diye kıyafet hazırladım”
Çocuklar gelmeye başladılar. Biz de takip ediyoruz. İlk gelen grup, savcılığın ifadesinden sonra serbest bırakıldı. Sonradan gelen bir emirle serbest bırakılan çocuklar tekrar gözaltına alındı ve tutuklanarak Sincan Cezaevine gönderildi. Ben de öyle bir durumla karşılacağımı düşünerek oğlumun bazı eşyalarını hazırladım, hapishanede giymesi için.
‘Adli Tıp Kurumu’na baktın mı?’
Bir komisyon kurulmuştu. Bakmaları için adını, TC kimlik numarasını verdim. Hiçbir şey çıkmadı. En son bölük komutanıyla iletişime geçtim. Durumu anlattım. ‘Ben Abdülkadir’i tanıyorum. O gece 20.45 içtimasında buradaydı’ dedi. Sonra bana ‘Adli Tıp Kurumu’na baktın mı?’ diye sordu. Ben de bakmam gerekiyor mu, diyebildim. ‘Yok ben öylesine söyledim, birkaç asker cenazesi varmış orada, belki orada olabilir diye söyledim, bilemiyorum.’ dedi.
”DNA testi verdim”
Adli Tıp’a gittim, DNA testi verdim. Ertesi gün gelip alırsın dediler. Cuma günüydü, hiç unutmuyorum. Aradım, görevli kişiyle görüştüm. ‘Sizin verdiğiniz DNA testiyle uyuşan bir asker cenazesi yok’ dedi. Biraz ferahladım. Bir saat sonra tekrar arandım. ‘Ben savcının sekreteriyim, savcı sizi buraya bekliyor.’ dedi. Ben de niçin gelmem gerekiyor. Biraz önce aradılar, herhangi bir DNA testinin uyuşmadığını söylediler, dedim. ‘Bilemiyorum, savcı bey bekliyor’ dedi.
”Savcıyla birlikte morga indik”

Bir saat sonra savcının yanına gittim. Birlikte aşağı indik. Morg demeye bin şahit isteyen bir yer… Koridordan geçerken baktım; poşetlerin içi kanlı asker elbiseleriyle doluydu. Ağızları açık duruyordu. Ben zaten o anda şoka girdim. Ne yaşadığımı anlamaya çalışıyorum.
”Evladımın burada ne işi var?”
İçeri girdik. Çok ağır bir koku vardı. Ben hala şoktayım. Bir şey de söyleyemiyorum. Savcı poşetin fermuarını açtı, ‘Bak dedi bu senin oğlun mu?’ Kendi kendime, evet benim oğluma benziyor ama benim evladımın burada ne işi var’ diyorum…
‘Sayın savcım ne dememi bekliyorsunuz, oğluma benziyor ama evladımın burada ne işi var. Ben onu devlete teslim etmişim, kendisi kursiyer öğrenci. Anlam veremiyorum.’ dedim. Cevap vermedi. Odasına çıktık.
”Cenazeni götürecek misin?”
‘Amca aşağıda gördüğün şahıs senin oğlun. DNA testi yüzde 99,9 tutuyor. Ne yapmayı düşünüyorsun? Cenazesini götürecek misin, testi almayı düşünüyor musun’ dedi.
O nasıl bir soru? Tabi ki alacağım. Ben 15 gündür buradayım. Evladımın nefes alıp verdiğini öğrenmek için aramadığım yer kalmadı, dedim.
‘Tamam işlemleri yapalım, hazır olunca cenazeni alırsın’ dediler. Kağıtların biri gidiyor, biri geliyor, bir sürü işlemler… Çıkarken bir genç, ‘Amca istersen Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin fen işlerine git, orada yardımcı olurlar, cenazeni onlar teslim alır, mühürlerler, uçağa verirler, sen de uçakla gidersin.’ dedi.
”Başımı koyacak omuz aradım”
Öyle dışarı çıktım ama hala şoktaydım. Şu an bunları size anlatırken bile o günleri yaşıyor gibiyim. Dışarı çıktım. O anda tek aradığım şey yanımda birinin olmasıydı. Bir omuz aradım. Gözyaşımı dökmek için. Sonra dedim ki, ağlamanın sırası değil. Git dedim, Ankara’dan çık, zaten son günlerde boğuluyordum.
”Başının çaresine bak” dediler
Apar topar fen işleri müdürünü buldum, durumu anlattım, o da bir yerleri aradı. Bana söylediği en son laf şu oldu, ‘Biz sana hiçbir şekilde yardımcı olamayacağız, sen kendi başının çaresine bak.’ O gece öldürülen askerlere hemen malum terör damgasını vurmuşlar.
Benim oğlum jandarma Genel Komutanlığı’nda öldürüldü. 15 Temmuz akşamı, gece eğitimi için çocukları toplamışlar ve bırakmamışlar. Bunlar bilinçli yapılıyor. Telefonlarını kapattırıyorlar. Terör olayları var diyorlar. O sırada Ankara Tren Garı’ndaki patlama olayı yeni olmuştu, terör olayları vardı gerçekten. Çocuklar da emir altındalar.
”Tek düşüncem oğlumu bir an önce defnetmekti”

Kendi imkanlarımla bir araç buldum ve gece yarısı 12.00’de Ankara’dan ayrıldım. Erzurum merkezde bir aile kabristanımız vardı. Dedesi rahmetli orada yatıyor. Dedesinin yanına oğlumu defnederim diye düşünüyorum. Çünkü evladım 15 gündür toprağa hasret kalmış, bir an önce son görevimi yapıp toprağa vermek istiyordum. Tek düşüncem buydu.
”Bu mezarlığa kabul edemeyiz”
Yola çıktık. Akrabaları aradım. Kabristanda yeri hazırlayın dedim. Mezarlıktaki görevliler asker olduğunu duyunca, mezar kazmayı bırakmışlar, ‘Buraya alamayız’ demişler. Ben de bekletmek istemiyorum oğlumu. Yolda gelirken de sabaha kadar inanın kafamda bir ses; oğlunun cenazesiyle Erzurum’a gidiyorsun, kalk, bağır çağır, isyan et…’ Hep sabrettim. ‘Yarabbi asi olmaktan sana sığınırım’ diye dua ettim. O şekilde sabahladım.
Cumartesi öğlen vakti Erzurum’a vardım. Şoför telefon konuşmaları duyunca, ‘Amca eğer mezar yeri vermezlerse cenazeni hastanenin morguna bırakalım, çünkü benim dönmem gerekiyor’ dedi. Hastanenin morguna çocuğumu bırakmak zorunda kaldık. Pazartesi günü Erzurum Büyükşehir Belediyesi’ne gidip görüşeyim, bir yer verirler herhalde, sonuçta ölmüş insandan şeytan bile vazgeçmiş, neyin davası diye düşünüyorum.
”Ücretini verdiği aile mezarlığına oğlumu defnedemedim”
Pazartesi belediye başkanının sekreteri ile görüştüm. Sekreter o dönemin başkanı Mehmet Sekmen’i aradı. Telefonda sesini duyuyorum. ‘Bize şehit haberi gelmedi. Gelseydi yardımcı olurduk. Hiçbir şekilde yardımcı olmayın. Başının çaresine baksın. Aile mezarlığına da kabul etmiyoruz.’ dedi. Ya kendi aile mezarlığım. Ücretini vermişim. Oraya defnetmeyeceğim de nereye defnedeceğim? ‘Amca yapabileceğimiz hiçbir şey yok’ dediler.
Nasıl yapacağım, kara kara düşünüyorum, bir çözüm bulamıyorum. Bir taraftan hastaneden arıyorlar. ‘Amca bir an önce gel cenazeni al, enfeksiyon, şu bu…’ Onlar da tedirginler anladığım kadarıyla.
”Önce evimin bodrumuna gömmeye karar verdim”

O zaman Erzurum Yenişehir’de bodrum katta bir evde oturuyordum. Onun altı da kazan dairesiydi. Boş. Aklıma orası geldi. Çocuğumu bari buraya defnedeyim, dedim. Aşağıya indim, pazartesi ikindiden sonra. Bir kazma kürekle orayı eşmeye başladım.
Yukarıya eve ses gidince küçük oğlum geldi. Kan ter içindeyim. Hem ağlıyorum hem eşmeye çalışıyorum. Kazma vurduğum yer beton. Küçük oğlum ‘Baba burası olmaz’ dedi.
Ben Artvin Yusufelili’yim. Eşim de Erzurum Ilıca’dan. Eşimin köyüne götürelim diye düşündük. Orada duyulunca ‘Sakın getirmesinler, almayız, kan dökülür’ gibi şeyler söylemişler. Köylüler galeyan etmişler, yolları tutmuşlar. Hiçbiriyle muhatap olmak istemedim. Ben neyin derdindeyim, onlar neyin derdinde! Onlar, devletin verdiği hayvan parası, tarım parası kesilir diye korkuyorlar.
”Oğlum 17 gün toprağa hasret kaldı”
Oradan da ümidi kesince akrabalarıma oğlum 17 gündür toprağa hasret kalmış, neresi olursa olsun bir yer bulalım diye yalvardım. Dayanamıyorum artık. Bacanağım Erzurum’un Çat ilçesinde oturuyordu. ‘Lokman abi, istersen bizim o tarafa götürelim’ dedi.
Gece o tarafa doğru yola çıktık. Yanımıza el fenerleri de aldık. Gittik, en sonunda bir yerde durduk. Tepe vardı. Tepeden aşağıya indik. Bir yer ayarladık. Karanlıkta toprağı eştik ve oğlumu gece yarısı defnettik.
”Allah’ın izniyle şehittir”
Ne namazını kılabildik, ne yıkayabildik, ne kefenleyebildik… Allah’ın izniyle benim oğlum şehittir. Defnettik. Toprağa verdik. Dayısı yanımızdaydı. Hocadır kendisi. Defin işlemlerini o yaptı. Oradan ayrıldık. İçim bir huzur doldu. Yarabbim, evladıma 1 karış toprak dahi olsa nasip eyledin diyerek oradan ayrıldık.
Gelenlerden helallik aldım. Birkaç gün sonra tekrar gittik. Toprak biraz eşelenmişti. Yabani bir yer, dağ başında bir yer, çevrede herhangi bir yerleşim yeri de yok. Üzerini taşla kapatalım dedik. En azından yabani hayvanlar gelip eşmesinler diye.
Öyle bir sene geçti. Kışı atlattık. Defnettiğimiz yer Çat Barajı’nın üst kısmındaydı. Acaba karlar eriyince, barajın su seviyesi yükselirse kabristan sular altında kalır mı diye tereddüt etmiştim. Kabristanı taşımak için tekrardan müracaat ettim ama olumlu bir sonuç alamadım. En son kaymakamlığa gittim. Kaymakamın sekreteri oradaydı. Dilekçemi okudu. ‘Amca senin oğlun terörist mi’ dedi. Ne teröristi, benim oğlum asker dedim. Askerden terörist çıkar mı diye sinirlendim.
”Amca sen o taraftan mısın, bu taraftan mısın?”
Sonra kaymakamın kalemine gittim. O da bana ‘Amca sen o taraftan mısın, bu taraftan mısın?’ dedi. ‘Ben buraya sorgulanmaya mı, yoksa işlememi yaptırmaya mı geldim’ diye orada da sinirlendim. Gözlerinin önünde dilekçeyi yırttım, lanet olsun sizin gibi insanlara dedim ve ayrıldım oradan. Baktım ne kadar mücadele etsem de hiçbir sonuç alamıyorum, daha fazla canım yanıyor, öyle bıraktım her şeyi…
Çok şükür karlar eridi. Su da kabristana kadar gelmedi. Evladım yıllardır orada yatıyor. Birkaç sene önce, üzerindeki taşları kaldırıp kabristan olduğunu belirten demirden korkuluk yaptırdık.
Hem evlat acısı yaşıyorsunuz, bir de yanında zulüm var. Evladını toprağa verecek yer bulamıyorsun. İki üç gün de ekstradan burada bekliyorsun. 1 Ağustos 2016’da gece yarısı oğlumu defnettik. Çok zor günler geçirdik, bir türlü toparlanamadık. Zor ama sabır istiyor, çok ağır bir imtihan. Rabbim de çok şükür sabrını veriyor. Elhamdülilah.
”Gördüğüm rüya beni toparladı”

Oğlumun vefatından üç yıl sonra, Kurban Bayramı’na bir hafta kala bir rüya gördüm. Rüyayla amel olmaz derler ama birkaç sene önce gördüğüm bu rüya beni toparladı. Rüyamda Peygamber Efendimiz (sas) gördüm. Bir mescidin içindeyim. Ama dip taraftayım. Hafif loş bir ışık var. Ayaktayım. Ellerimi bağlamışım, namazdaki gibi.
Kapının önünden sesler geliyor, ‘Peygamber Efendimiz teşrif edecek’ diyorlar. Ben de kafamı eğmişim önüme. ‘Ben de Peygamber Efendimiz’i görmek isterim ama ben kim, o kim, ben nasıl görebilirim.’ Hiç yerimden kımıldamadan yerimde duruyorum. Bir müddet sonra sesler yükseldi. Peygamber Efendimiz mescide teşrif ettiler denildi.
Kapıda küçük oğlum Emre’yi gördüm. Sesler kesildi. Ben yine kendime kendime ben kim Peygamberimizi görmek kim diyorum, Allah’ın günahkar bir kuluyum, keşke görebilseydim. Sesler kesilince başımı kaldırdım, tam iki adım ötemde mübarek bir zat duruyor. Başında eski zaman sarıklarından, sırtında cübbesi, bembeyaz kıyafetli nur yüzlü biri duruyor karşımda ve bana tebessüm ediyor. Yanında aynı kıyafetlerden giyinmiş insanlar var. Peygamberimizi arkasından hilal şeklinde çeviren bu insanlar Peygamberimizin ashabı…
Peygamber Efendimiz onların ortasında, öyle duruyor, tebessüm ediyor, hiç konuşmuyor. Onu görünce insan şaşırıyor. Tebessüm edince cesaret aldım, gittim elini öptüm, baktım yine tebessüm ediyor, bu sefer boynuna sarıldım, sımsıkı sarıldım, hafif kendimi geri bıraktım, baktım yine tebessüm ediyor. Bu sefer yaklaşıp mübarek sakalı şerifini öptüm ve başıma koydum. Hafif geri durdum, yine tebessüm ediyor… Öyle uyandım. Bu rüyanın üzerine kendimi toparladım. Çünkü isyan etmedik, ne ben, ne eşim, ne çocuklarım. Allah’tan geldik, Allah’a gideceğiz dedik, sabrettik. Dua ettik.
”İki cenazemiz olmadığına şükrettik”
Buna da şükrettik. Çünkü benim diğer oğlum da askerdi. Ama o olayların olduğu gece yanımızdaydı. Hava astsubaylık okulundaydı. Mezun olmuşlardı. Mezuniyet töreni yapılacaktı. O yüzden yanımıza gelmişti. Eğer yanımıza gelmemiş olsaydı, büyük ihtimalle onu da olayların içine çekeceklerdi. Belki ikinci bir cenazemiz olacaktı. Allah göstermesin. O yüzden buna da şükrettik.
”Hakkımızı aramak istiyoruz”
Onların da okullarını kapattılar. Sivil üniversiteden diplomaları verdiler. Diplomanın altına da ‘Kanun Hükmünde Kararname’den dolayı diploma verilmiştir’ diye not yazdılar. Yani fişlemiş oldular. Hiçbir yerde işe giremedi. BİM, A101 gibi marketler bile işe almadılar. Çocukların hayatını tamamen kararttılar.
Abdülkadir vurulduğunda komutanlığın otoparkındaymış, keşkin nişancılar ateş edince oğlumu vuruyorlar. Kamera görüntülerine bakınca görülüyor. Mahkemede gösterildi bu video. Hakkımızı aramak istiyoruz ama ne kadar uğraşsak, çabalasak canımız daha çok yandı.
”Üç evladım var”
Erzurum merkezde Otel Yeşil Artvin’de kat görevlisi olarak çalışıyorum. İki sene önce emekli oldum. Yine devam ediyorum. Aslen Artvin Yusufelili’yim. 1992’de evlendim. Eşim ev hanımı. Abdülkadir, 1993’te dünyaya geldi, 1,5 sene sonra ikinci oğlum doğdu. 2009 doğumlu bir kızımız var.
”Ben şehit olurum sende şehit babası”
Abdülkadir üniversiteye hazırlanırken ‘Baba ben bir yerleri kazanırsam hakim, savcı gibi görevleri yapamam, çünkü en ufak hatam yanlışım insanların hayatına mal olur. O yüzden askerlik mesleğini seçmek istiyorum’ demişti. Ben pek istememiştim o zaman. ‘Tamam oğlum askerlik güzel kutsal meslek de kelle koltukta’ dedim. ‘Baba daha iyi, ben şehit olursam sen de şehit babası olursun’ demişti. ‘Yavrum şehit olmak güzel ama çok ağır, ben onu kaldırabilir miyim bilmiyorum.’ demiştim. Aramızda böyle bir konuşma geçmişti.
Baktım çok hevesli çok istekli, hevesini kırmak istemedim. Annesi yorgan işleri yapar. Okurken tatile geldikleri bir zaman, annesine ‘Artık sen bunları dökme, yorgan yapma, ben senin çalışmanı istemiyorum, seni daha iyi şartlarda yaşatacağım.’ demişti. Annesi ‘Ben size kıyamam, elbiselerini saklayacağım.’ demiş. ‘Anne sen onu bana değil de, Emre’ye söyle’ demiş. Ta o zamanlardan beri oğluma malum olmuş.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***