AHMET KEMAL GENÇ | HABER İNCELEME
Ne Kürtlerin ne de Türk devletinin kendi başına belirlediği bir iradeyle, süreç bu noktaya gelmedi. Orta Doğu, yeni bir siyasal dönemin eşiğinde. Bu süreçte Kürt hareketinin izleyeceği yol, hem kendi iç dinamiklerine hem de uluslararası aktörlerle kuracağı ilişkilere bağlı olarak şekillenecek.
Dört ülkede yaşayan Kürtlerin, bir yandan siyasi meşruiyet arayışı sürüyor, diğer yandan sahadaki askeri dengeler ve geçmişin acı tecrübeleriyle yüzleşiyor. Başta ABD olmak üzere büyük güçler, şimdilik bu ülkelerin bölünmesine ve bağımsız bir ya da birkaç Kürt devleti kurulmasına sıcak bakmıyor.
Ancak Kürtlerin, bulundukları ülkelerde meşru, etkili ve istikrarlı birer aktör olarak varlık göstermelerini destekliyorlar. Bu çelişkili tablo, Kürtler açısından yeni ve daha esnek bir diplomatik yaklaşımı zorunlu kılıyor. Böyle bir strateji, yalnızca Kürtler için değil, tüm bölge halkları için barış ve istikrarın anahtarı olabilir.
Tarihî fırsat mı, kırılgan dönemeç mi?
İmralı süreci yeniden ivme kazandı. Süleymaniye’de planlanan sembolik silah bırakma töreni öncesinde İmralı ve Erdoğan’ın Beştepe Saray’ında kritik görüşmeler yapıldı. Bahçeli’nin çıkışıyla ile başlayan süreç, Öcalan’ın Şubat ayında yaptığı çağrıyla anlam kazandı. Ardından Kandil, Mayıs ayında silahlı mücadeleyi sonlandırma ve örgütü feshetme yönünde niyet beyan etti. Şimdi ise yeni ve hassas bir dönemece girilmiş durumda.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son açıklamalarından, iktidarın bazı yasal düzenlemeler için sembolik de olsa silah bırakmayı beklediği anlaşılıyor. Tüm gözler 11–12 Temmuz tarihlerinde Süleymaniye’de yapılması planlanan törene çevrilmiş durumda. Sivil toplum, siyasi partiler ve gazetecilere davetiyeler gönderildi. Süreç sadece sembolik değil, tarihî bir an olarak kayıtlara geçecek.
Farklı beklentiler, farklı hesaplar
Ancak bu noktada Kürt tarafıyla iktidar arasında sürece dair algı farkı açık biçimde görülüyor. Kürt siyasi çevreleri bunun bir çözüm süreci olarak ele alınmasını bekliyor. Oysa iktidar, bu süreci çözüm değil, daha çok “çözülme” olarak yansıtıyor. Bu yaklaşım, tarihî fırsatın heba edilmesine yol açabilir.
24 Nisan’da yapılan görüşmelerde DEM Parti heyeti, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’a bazı adımları iletti: Öcalan’ın çalışma koşullarının iyileştirilmesi, infaz ve terörle mücadele yasalarında reform, hasta tutukluların durumu, Öcalan’a umut hakkı tanınması ve İmralı’ya gazeteci erişimi gibi başlıklar gündeme geldi. Bu taleplerin kaynağı yalnızca DEM Parti değil; Devlet Bahçeli’nin de “umut hakkı” vurgusu dikkat çekiciydi.
Ancak Hürriyet yazarları Abdulkadir Selvi ve Hande Fırat’ın aktardıklarına göre, hükümet kanadının sürece dair yaklaşımı Kürt tarafının beklentileriyle örtüşmüyor. Hükümetin perspektifinde bu süreç bir müzakere değil; dolayısıyla oluşturulacak Meclis komisyonunun görevi Kürt sorununu çözmek değil, yalnızca silah bırakma sürecine yasal zemin hazırlamak olacak. Bu komisyonun yaz boyunca çalışması ve ekim ayında infaz yasasında düzenlemeler yapılması bekleniyor.
Bu tablo, Kürt hareketinin umutlarıyla örtüşmüyor. Sürecin şeffaf olmaması da kuşkuları artırıyor. Şu anda hâlâ güvenilir, net bir süreçten söz etmek mümkün değil.
Kürt kaynaklar, Kandil kadrolarının Öcalan’dan gelen videolu bir çağrıya göre hareket edeceğini belirtiyor. Bu sabah yayınlanan 7 dakikalık konuşmasında Öcalan özetle: “Silahlı mücadele sona erdi; artık demokratik siyaset ve barış zamanı herkes kendine düşeni yapmalı. Meclis’ten, barış sürecini yürütecek yasal ve yetkili bir komisyon kurmaları, Kürt sorununa demokratik çözüm geliştirmeleri isteniyor. PKK’dan ise silahlı mücadeleyi bırakması ve demokratik siyasete geçişi somut adımlarla başlatması bekleniyor.’’ dedi.
KCK Sözcüsü Zagros Şivan, silahların sivil toplum örgütleri gözetiminde yakılacağını açıkladı. İlk gruplar sembolik bir biçimde silah bırakacak, sonrasında hükümetin adım atması beklenecek. Ancak AKP’nin bu konuda aceleci olmadığı görülüyor. Bu noktada Kandil süreci ‘teslimiyet’ değil, “mücadelede dönüşüm” olarak sunuyor.
Sürecin gölgesindeki sabotajlar olabilir
Sürece dair iç tartışmalar da sürüyor. Örgütten tasfiye edildiği iddia edilen Mustafa Karasu’nun “devlet içindeki bir kesimin süreci sabote etmek istediği” yönündeki açıklaması dikkat çekti. Bu durum, güvenlik bürokrasisinin sürece karşı direnci olduğunu düşündürüyor. Aynı zamanda orman yangınlarının örgüte bağlanması ve asker ölümleri gibi olaylar da bu süreci hedef alan manipülatif bir kampanya yürütüldüğüne işaret ediyor.
İktidarın sürece dair söyleminde ciddi bir çelişki var: Bir yandan Erdoğan, DEM Parti heyetiyle yapılan görüşmeleri sürecin ciddiyetine dair kanıt olarak gösteriyor; diğer yandan fiili olarak henüz net bir adım atılmış değil. 6 Temmuz’da Öcalan ile DEM Parti heyeti arasında 2,5 saat süren görüşme gerçekleşti. Ancak içeriğe dair kamuoyuna bilgi verilmedi. Şeffaflık eksikliği spekülasyonları artırıyor.
Devlet tarafında süreci koordine eden MİT Başkanı İbrahim Kalın, Erbil ve Bağdat’ta diplomatik temaslarda bulunuyor. Bağdat-Erbil-Ankara hattında eşgüdüm sağlanmaya çalışılıyor. Bu temaslar sürecin bölgesel boyutunu ve Irak hükümeti ve koordinasyon ihtiyacını da ortaya koyuyor.
Ancak tüm bu temaslara rağmen, sürecin en kritik eksikliği yasal zeminde ve siyasi iradede netliğin olmaması. Süreç hâlâ ağırdan alınıyor. Meclis komisyonu henüz kurulmadı. Hükümetin bu temkinli duruşunun ardında hem kendi tabanına hem de güvenlik bürokrasisine mesaj verme kaygısı olabilir. 2015 sonrası oluşturulan milliyetçi-askeri iklimin etkileri hâlâ sürüyor.
Oysa müzakere sürecinin doğasında tasfiye değil, dönüşüm vardır. Bu dönüşüm ise yasal düzenlemeler ve siyasi irade gerektirir. Eğer hükümet sadece sembolik adımlarla süreci yönetmeyi planlıyorsa, kalıcı bir barışın inşası mümkün olmaz.
Sürecin başarıya ulaşması için: Meclis’te hızlıca yasal düzenlemeler yapılmalı, taraflar şeffaflıkla süreci kamuoyuna anlatmalı, güvenlikçi refleks yerine demokratik çözüm vizyonu öne çıkarılmalı, karşılıklı güveni sabote edecek provokasyonlara karşı etkili önlemler alınmalı.
Bu tarihi bir fırsattır. Ancak her gecikme, her belirsizlik, her provokatif saldırı bu fırsatın heba edilmesine neden olabilir. Türkiye’nin 50 yılı aşan silahlı çatışma tarihine yeni acılar eklenmemesi için, herkesin sürece sorumlulukla yaklaşması gerekiyor.
Bu sürecin düzgün yürümesi için, geçmişte yapılan ve halen yapılmakta olan bütün haksızlıkların ve hukuksuzlukların yeniden gözden geçirilmesi şart. Hukuk önünde herkes eşit olmalı…
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***