Emmanuel Macron, Keir Starmer ve Friedrich Merz 16 Mayıs’ta Tirana’da toplanan Avrupa Siyasi Topluluğu zirvesinde bir arada.
HABER-İNCELEME | ENSAR NUR
Son aylarda Londra’nın Avrupa sahnesinde giderek artan bir ağırlık kazandığına tanık oluyoruz. Diplomatik ziyaretler elbette sürekli olur ama bazıları sadece sembolik kalırken, bazıları uluslararası dengelerde gerçek kırılmalar meydana getirir. Özellikle son 2 ayda İngiltere’nin ev sahipliğinde gerçekleşen 3 ayrı zirve ve anlaşma, Avrupa’nın değişen güvenlik mimarisinde Londra’yı yeni bir merkez haline getiriyor gibi gözüküyor.
Sırasıyla 19 Mayıs’ta Avrupa Birliği ile imzalanan Stratejik Ortaklık Anlaşması, 10 Temmuz’da Macron’un 3 günlük ziyareti sonrası yayımlanan Northwood Deklarasyonu ve 17 Temmuz’da Almanya Başbakanı Merz’le varılan Kensington Anlaşması… Bu 3 gelişme, sadece protokol değil, ciddi bir jeopolitik yeniden konumlanmanın işaretleri.
Peki bu nasıl oldu? Brexit’le birlikte Avrupa Birliği’nden çıkan İngiltere şimdi nasıl oldu da yeniden Avrupa’nın güvenlik yapısının merkezine yerleşiyor? Herkes neden Londra’ya gidiyor, neden Fransa Cumhurbaşkanı da Almanya Başbakanı da Starmer’ın kapısını çalıyor?
Bu sorulara cevap ararken, önce ziyaretler sırasında atılan adımlara bakalım. Çünkü bu gelişmeleri rastgele ziyaretler gibi görmek mümkün değil; tam tersine, ortak bir stratejik aklın ürünü olduklarını söylemek abartı olmaz. 3 lider, ziyaretlerden önceki aylarda düzenlenen diplomatik zirvelerde fırsat buldukları her an sık sık bir araya geliyordu.
Ayrıca Türkiye’nin Mart 2023’te yaptığı 40 adet Eurofighter Typhoon savaş jeti talebine Alman Güvenlik Konseyi’nin İngiltere’deki zirveden 1 hafta sonra onay vermesi de yeni mimarinin nasıl şekilleneceği konusunda detayların görüşüldüğünü düşündürüyor.
“27+1”: Brexit sonrası yeni denge
19 Mayıs’ta Avrupa Komisyonu ile İngiltere arasında imzalanan Stratejik Ortaklık Anlaşması, Brexit sonrası taraflar arasında belki de en ciddi yakınlaşmayı temsil ediyor. Ancak serbest dolaşım, gümrük birliği ve tek pazar gibi noktalarda İngiltere klasik pozisyonunu koruyarak duruşundan taviz vermedi. Ticaret, balıkçılık ve savunma gibi pek çok alanda anlaşmaya varıldı. Savunma ve güvenlik başlıklarında olan biten ise en çok dikkat çeken kısım oldu.
Anlaşmayla birlikte, İngiltere ile AB yetkililerinin dış politika ve savunma konularında her 6 ayda bir toplanması kararlaştırıldı. Ayrıca İngiltere, AB’nin askeri hareketliliği hızlandırmayı hedefleyen PESCO girişimine katılmayı kabul etti. Bu katılım teknik bir detay gibi görünebilir ama aslında çok daha fazlası anlamına geliyor. İngiltere’nin Avrupa savunma projelerine yeniden doğrudan müdahil olmasının önünü açıyor. Dahası, Londra merkezli savunma şirketlerinin 150 milyar sterlinlik SAFE programı fonlarına erişimi de kolaylaşacak. Kısacası, İngiltere AB’ye yeniden eklemlendi ama bu kez kendi koşullarıyla ve sadece güvenlik alanında. Yeni denklem artık “27+1” olarak adlandırılabilir.
Macron’un tarihi ziyareti ve Northwood Deklarasyonu
İngiltere’ye Brexit sonrası resmi ziyareti gerçekleştiren ilk AB ülkesi lideri Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron oldu. 10 Temmuz’da yayımlanan Northwood Deklarasyonu ise, iki nükleer gücün tarihte belki de ilk kez bu kadar senkronize şekilde hareket etmeyi kabul ettiğini gösterdi.
Anlaşma, sadece sembolik kalmadı. Fransa ve İngiltere, iki ülkenin nükleer stratejilerini daha uyumlu hale getirmeyi hedefleyen ortak “Nükleer Yönlendirme Grubu” kurma kararı aldı. Ayrıca deklarasyonda, “Fransa ya da İngiltere’nin hayati çıkarlarının, diğerinin çıkarları tehdit edilmeden tehdit edilemeyeceği” görüşü yer aldı. Yani birine tehdit, diğerine de tehdit sayılacak. Böylece, Avrupa’ya yönelik büyük bir tehdit durumunda iki ülkenin ortak hareket edeceği net şekilde ortaya konmuş oldu.
Bu kadar güçlü bir yakınlaşmanın arka planında, Macron’un uzun süredir savunduğu Avrupa’nın “stratejik özerkliği” fikri yatıyor. Ancak bunu gerçekleştirebilmek için Fransa’nın yalnız hareket etmesi yeterli değil; İngiltere gibi bir nükleer güçle birlikte davranması gerekiyor.
Almanya ile Kensington Anlaşması: Yeni bir güvenlik paktı mı?
17 Temmuz’da İngiltere ile Almanya arasında imzalanan Kensington Anlaşması, Fransa ile varılan deklarasyonu tamamlar nitelikte. Anlaşma, iki ülkenin birbirine yönelik silahlı bir saldırıyı ortak tehdit sayacağı taahhüdünü içeriyor. NATO şemsiyesinin ötesinde bir savunma güvenliği anlayışı oluşuyor.
Ayrıca iki ülke, birlikte ürettikleri Typhoon savaş uçakları ve Boxer zırhlı araçları için uluslararası sipariş kampanyaları düzenlemeye hazırlanıyor. Anlaşma, savunma ihracatı koordinasyonu, yeni askeri silah projeleri ve NATO’nun doğu kanadında işbirliği gibi ortaklıklar da içeriyor. Özellikle savunma sanayi alanındaki projeler listesi, bu işbirliğinin somut sonuçlar doğurabileceğini gösteriyor.
Neden herkes Londra’ya gidiyor?
Bugün Avrupa Birliği artık bir barış projesinden çok, güvenlik kaygıları üzerine devam eden bir ‘savunma birliği’ne dönüşüyor. Ekonomi yerine savunma öne çıkıyor. Bu dönüşüm Brexit sonrası oluşan duvarların aşılmasına ve İngiltere’nin yeniden kilit bir pozisyon elde etmesine olanak sağlıyor. Londra, eski kıtaya dönmüyor belki ama Avrupa’nın yeni güvenlik vizyonunda kilit taşlardan biri haline geliyor.
Avrupa Birliği’nin, daha genel anlamda Avrupa’nın, dönüşümü de son birkaç yılın jeopolitik sarsıntılarında yatıyor. Öncelikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, kıtanın güvenlik anlayışını kökten değiştirdi. Ardından, ABD Başkanı Donald Trump’ın Avrupa’ya verdiği güvenlik garantilerini geri çekme tehditleri, kıtada aciliyet duygusuyla karışık bir şekilde “artık kendi göbeğimizi kendimiz kesmeliyiz” duygusunu kuvvetlendirdi. ABD’nin istekli olmadığı bir NATO’ya ne kadar güvenilebileceği sorusu ağırlık kazandı.
Böyle bir ortamda İngiltere yeniden en makul ortak olarak ortaya çıktı. Hem Avrupa’da Fransa’nın dışında diğer nükleer güç olması, hem güçlü bir orduya sahip olması, hem de ABD ile özel ilişkisini sürdürerek Washington’dan belli ayrıcalıklara sahip olması Avrupa için eskiye göre daha fazla önem arz etti. Ayrıca İngiltere, Ukrayna savaşının en güçlü savunucularından ve destekçilerinden biri. Başbakan Keir Starmer ise ülkesini sadece Ukrayna’nın destekçisi değil, Avrupa’nın güvenlik liderlerinden biri olarak konumlandırmaya çalışıyor. Starmer, Londra’yı oyun kurucu bir aktör olarak öne çıkararak merkeze oturtmaya gayret ediyor.
Ancak bu merkezilik yalnız değil. Paris-Londra-Berlin üçlüsü, son haftalarda yapılan görüşmeler ve imzalanan anlaşmalar ile Avrupa güvenlik mimarisinin yeni omurgası haline gelmiş durumda. 3 ülkenin ikili anlaşmalarla ilişkilerini pekiştirmesi, bu üçlüyü NATO’nun bile önüne geçebilecek yeni bir güvenlik koordinasyonu modeline dönüştürüyor olabilir.
Elbette, bu üçlü işbirliğinin kalıcı ve kurumsal bir yapı haline gelip gelmeyeceği veya içinden geçilen dönemin zorunlu bir ara çözümü olarak mı kalacağı merak ediliyor. Rusya’nın Ukrayna’daki işgalinin yakın zamanda sona ermeyeceğini ve İngiltere’nin de Ukrayna’da mağlubiyeti kabul etmeyeceğini dikkate aldığımızda kalıcı ve yeni bir güvenlik mimarisinin inşa edildiği haftalara şahitlik ediyor olabiliriz.
Bu mimaride, Avrupa Birliği içinde veya dışında, Polonya ve Türkiye gibi “müttefiklere” de yeni roller biçileceğini tahmin etmek zor değil.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***