DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU | YORUM
İkinci Abdülhamid’in tahttan indirildiği meclis oturumunda “V. Mehmed” olarak tahta çıkarılan Mehmed Reşad, bir taraftan mutlak monarşiyle ülkeyi otuz üç yıl yöneten ağabeyi Abdülhamid’in, diğer taraftan da yerine tahta çıkan Osmanlı Devleti’nin son padişahı Vahdeddin’in gölgesinde kalmış bir padişahtır.
GEÇ GELEN PADİŞAHLIK
“Sultan Mehmed-i Hamis”, “Sultan Mehmed Reşad” ya da sadece “Sultan Reşad” olarak bilinen Mehmed Reşad, Abdülmecid’in V. Murad ve Abdülhamid’den sonra tahta çıkan üçüncü oğludur. Ondan sonra da diğer kardeş Vahdeddin, VI. Mehmed olarak tahta oturacaktır.
1844 yılında “Gülcemal” adlı güzelliğiyle meşhur bir Çerkez cariyeden dünyaya gelen Reşad, annesini henüz 7 yaşında iken kaybetmişti. 1911’de satın alınan ilk adı “Germanic”, sonraki adı da “Ottowa” olan gemiye “yüzünü bile unuttuğu annesinin” adının verilmesini isteyecektir. Gülcemal vapuru, 1950’ye kadar hizmet etmiş özellikle mübadilleri Türkiye’ye taşımada üstlendiği rolle hafızalarda yer etmiştir.
Çok uzun süren şehzadelik ve veliahtlık döneminde Farsça ve Arapçasını geliştirdiği, Şark kültürüne vakıf olduğu özellikle Mesnevi okuduğu ve Mevleviliğe intisab ettiği belirtilen Mehmed Reşad’ın Batı kültürüyle temasının sınırlı olduğu anlaşılmaktadır.
Reşad; 18 oğlu ve 24 kızı olan Abdülmecid’in üçüncü oğluydu. Sultan Reşad’ın amcası Abdülaziz bir darbe ile tahttan indirildikten sonra götürüldüğü Feriye Köşkü’nde intihar olup olmadığı hala tartışılan bir şekilde hayatını kaybetmişti.
Sultan V. Mehmet Reşad
Sonraki padişahlar; ağabeyleri V. Murad ve Abdülhamit de hal’ edilmişlerdi. Bütün bunların Reşad’ı çok etkilediği ve 9 yıl devam eden saltanatında ikinci planda kalmasında etkili olduğu söylenebilir.
Abdülhamid’in tahta çıkmasıyla “veliaht” konumuna gelen Reşad, o yılları Dolmabahçe Sarayı’nın veliaht dairesinde sıkı bir gözetim altında geçirdi. Kendisine gelen jurnaller nedeniyle Abdülhamid, Reşad’ı sürekli izletmekteydi. Reşad, II. Meşrutiyet’in ilanıyla “Devlet-ü Necabet-ü Veliahd-ı Saltanat Reşad Efendi Hazretleri” olarak merasimlerde yer aldı.
31 Mart Olayı sonrasında II. Abdülhamid’in tahttan indirildiği Meclis-i Milli oturumunda Osmanlı tarihinde ilk ve son defa meclis kararıyla “padişah” ilan edildi. Birçok yazar, Hareket Ordusu’nun İstanbul’a gelişinin Fatih’in (II. Mehmed) İstanbul’a girişine benzetilerek Reşad’ın “V. Mehmed” adıyla tahta çıkarıldığını belirtir.
Sultan Reşad’ın Ayasofya’da ilk Cuma selamlığı…
Halbuki Osmanlı arşiv kayıtlarına göre doğumunun hemen ertesi günü babası tarafından kendisine “Mehmed Reşad” denildiği Rus Çarı ve İngiliz kraliçesinin tebrikleriyle doğum münasebetiyle beş gün süreyle top atılmasına ve kandiller yakılmasına dair talepten anlaşılmaktadır. (Osmanlı Arşivleri, A.AMD, 1/15, H. 21.10.1260, HR.MTV, 750/10, 9.11.1844, TS.MAE, 730/21, H. 18.10.1260)
TALİHSİZ HÜKÜMDAR
Mehmed Reşad, halk tarafından sevilen bir padişahtı. Yıllarca Abdülhamid’i göremeyen halk için ilgi odağı olmakta; gittiği şehirlerde ve katıldığı merasimlerde sadece Müslüman halkın değil Gayrimüslimler dahil “Osmanlılık” ilkesi çerçevesinde herkesin padişahı olarak temsil görevini yerine getirmekteydi.
Onun 9 yıllık saltanatının en bariz özelliği, ağabeyi Abdülhamid’in aksine “görünür padişah” olmasıydı. Bunun nedeni de İttihatçıların Sultan Reşad’ı bu şekilde konumlandırmasıydı.
Gezileri sadece İstanbul’la sınırlı kalmayacak Hereke, İzmit ve Bursa’ya kadar uzanacak, 1911 yılında da İttihatçıların Arnavutların desteğini yeniden kazanmak amacıyla organize ettiği Rumeli seyahatine çıkacaktır. Bu seyahatte Çanakkale, Selanik, Manastır, Üsküp ve Kosova’ya kadar giden padişah, “bir baba şefkatiyle” hareket etmiş ve Osmanlı toplumunun her kesiminin sevgisini kazanmayı bilmiştir.
Mehmed Reşad’ın Enver ve Niyazi beylerle birlikte basılmış bir propaganda kartı
O, meşrutiyete bağlı bir padişah olup İttihat ve Terakki’nin 1909-Kanun-i Esasi değişiklikleriyle iyice sınırladığı yetkilerini kabullenmişti. Hatta daha da ileri gidip kendisini sadece “kanunları onaylayan” makam olarak görmüştü. Çünkü anayasaya göre yürütmenin başı sadrazam olup hükümet de meclise karşı sorumluydu.
İlk konuşmasında “Hürriyetin ilk padişahı benim ve bununla müftehirim” demiş ve sözüne sadık kalmıştı. Bu sadakati İttihatçıları da memnun etmiş olacak ki birçok yeni mahalle ve köye “Reşadiye” adını vermişler ve tahta çıkışının onuncu yılında da “Reşad altınını” piyasaya sürmüşlerdi. Hatta parası ödendiği halde Birinci Dünya Savaşı nedeniyle İngilizlerin el koyduğu savaş gemilerinden birisinin adı da “Reşadiye” idi.
Hükümdarlık yıllarında bir türlü bitmek bilmeyen buhranlarla karşılaşan Mehmed Reşad’ın devrinde 11 farklı kabine görev yapmıştır. 1912’ye kadar İttihatçılar, hükümeti doğrudan kurmak yerine yönlendirmeyi tercih etmiş; Balkan harbi öncesinde de Gazi Ahmet Muhtar Paşa Hükümeti (Baba Oğul kabinesi-Büyük Kabine) kurulmuştu. Ancak Balkan Harbi’nin daha başında yaşanan hezimet, bu kabinenin sonunu getirmiş ve yerini Kâmil Paşa Hükümeti almıştı.
Sultan Reşad ve Enver Paşa
1911-1913 arası yüzlerce yıldır Osmanlı egemenliğinde olan Trablusgarp’ın ve Batı Rumeli’nin kaybedildiği yıllardı. Edirne’nin geri alınması büyük bir sevinç oluştursa da artık Osmanlı Devleti; Anadolu ve Arap coğrafyasından ibaret kalmış, dört yıl önce ifade edilen “İşkodra’dan Yemen’e ve Trablusgarp’a kadar” ifadesi yerini “Edirne’den Yemen’e kadar” söylemine bırakmıştı.
Kâmil Paşa Hükümeti ise Enver Bey önderliğindeki İttihatçıların organize ettiği “Babıali Baskını (23 Ocak 1913)” ile sona erdi. Bundan sonra İttihatçılar önce Said Halim Paşa sonra da Talat Paşa kabinesiyle hükümetleri doğrudan kurdular.
Artık yönetim tamamen İttihatçılar tarafından üstlenilmiş ve Enver Bey Harbiye Nazırı, Cemal Bey Bahriye Nazırı ve Talat Bey Dahiliye Nazırı olarak doğrudan ülkenin kaderini yönlendirmeye başlamışlardı.
Balkan Harbi beraberinde büyük bir göç dalgası meydana getirmiş, on binlerce muhacir İstanbul’a akın etmişti. Aç ve perişan durumdaki halkın ihtiyaçlarının karşılanması ve bir an önce çeşitli yerlere sevk edilerek yerleştirilmeleri gerekmekteydi. Padişah Mehmed Reşad ise payitahtta yaşanan bu insanlık dramına da gözyaşı dökmekten başka bir şey yapamıyordu.
FELAKET YILLARI
Sultan Reşad devri faciaları Trablusgarp ve Balkan Harbi’nden ibaret kalmadı. Almanya ile gizli bir ittifak yapan İttihatçılar (2 Ağustos 1914), Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na soktular (11 Kasım 1914). Yaşanan gelişmelerde padişaha düşen görev ise “Halife” sıfatıyla “cihad-ı ekber beyannamesi” ile bütün Müslümanları Osmanlı ordusunun yanında savaşa katılmaya davet etmek oldu.
Bir propaganda kartında Mehmed Reşad, Alman ve Avusturya imparatorları
Sultan Reşad’ın Birinci Dünya Savaşı sırasındaki rolü de önceki dönemden farklı olmadı. Harbiye Nazırı Enver Paşa artık saraya damat olmuş ve “Başkumandan Vekili” sıfatıyla orduyla ilgili bütün yetkileri elinde toplamıştı. Dolayısıyla savaşın stratejisi ve yönetimi de tamamen Paşa’ya aitti. Sultan Reşad’ın da Alman hayranlığından etkilendiği “Wilhelmvari” bıyığından anlaşılmaktadır.
Çanakkale Muharebelerinin en yoğun zamanında başkentin tahliyesi de gündeme geldi. Bu plan çerçevesinde padişah ve kurumlar, Eskişehir ve Konya’ya taşınacaktı. Bu doğrultuda birçok hazırlık yapılmışsa da zaferin kazanılmasıyla korkulan olmadı. Sultan Reşad’a muharebelerde elde edilen zafer sonrasında şeyhülislamlık fetvasıyla “Gazi” unvanı da verildi.
Padişah zaferin hatırasına bir gazel kaleme aldı ve bu gazel, dönemin gazetelerinde yayınlandı (Bu gazelin padişah adına Abdülhak Hamid, Yahya Kemal veya Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Baki Efendi tarafından yazıldığına dair iddialar mevcuttur; Tığlı, F. (2024), “Sultan Mehmed Reşad’ın Çanakkale Gazelini Kim Yazdı”, Hikmet, Ali Emiri Özel Sayısı, s. 916-934).
Osmanlı cepheleri elbette sadece Çanakkale’den ibaret değildi. Kafkasya cephesinde büyük bir yenilgi yaşandığı gibi Rus ilerleyişi, Karadeniz sahili de dahil olmak üzere Erzincan’ın batısına kadar devam etti. Diğer taraftan “Al bayrak Kahire üzerinde yükselsin” sloganıyla yapılan iki Kanal harekâtından da sonuç alınamadı. “Kafkasya dağlarında çiçekler açar”, “sancağımız şanımız”, “Çanakkale içinde Aynalı Çarşı” söyleyerek cepheye giden binlerce Mehmetçik bir daha geri dönemedi.
1916 Haziran’ında ise Mekke Emiri Şerif Hüseyin İngilizlerle anlaşarak Osmanlı yönetimine karşı ayaklandı. Sultan Reşad’ın bu gelişmeler sırasında etkili bir rol üstlendiğini söylemek mümkün değildir.
Sadece Hicaz isyanı sırasında İttihat ve Terakki iktidarı Medine’yi tahliye etmeyi planlayınca, bu teşebbüse “padişahlıktan istifa edeceğini” söyleyerek engel olmaya çalışmıştır. Ayrıca onun Ermeni tehciri ya da Arap tehcirine karşı nasıl bir tavır takındığına dair bir kayıt yoktur.
Savaşın yönetiminde etkili olmayan Sultan Reşad’a İttihatçıların biçtiği rol sembolikti. Mehmed Reşad, İstanbul’u ziyaret eden Alman İmparatoru II. Wilhelm ve Avusturya-Macaristan İmparatoru I. Karl’ı (Karl Franz Josef) ağırlamıştı.
II. Wilhelm, 1917 yılının Ekim ayında önce Bulgaristan’ı ziyaret etmiş, ardından da Sirkeci Garı’nda padişah ve maiyeti tarafından karşılanmış ve padişah, imparator onuruna Dolmabahçe Sarayı’nda bir ziyafet vermişti. I. Karl ise 1918 yılı mayıs ayında İstanbul’a gelmişse de imparatoru Sirkeci’de karşılayan heyette padişah yer almamıştı.
Cephelerdeki mağlubiyetler Irak cephesinden sonra Filistin cephesinde devam etmiş ve 1917 Noel’inde İngilizler Kudüs’e girmişti. Sultan Reşad böylece sağlığında yüzlerce yıldan beri Osmanlı hakimiyetinde olan İslam dünyasının önde gelen şehirlerinden Mekke, Bağdat ve Kudüs’ün elden çıkışına şahit olmuştur.
VEFATI
Mehmed Reşad Osmanlı tahtına altmış 5 yaşında çıkmıştı. Şeker, böbrek ve prostat rahatsızlığı olan padişah, Alman Doktor James Israel tarafından Çanakkale Muharebelerinin en yoğun zamanlarında 1915 temmuzunda ameliyat edildi.
Israel daha sonra kaleme aldığı hatıratta, padişahın hastalığın sebebi olarak 30 yıl Dolmabahçe Sarayı’nda hapis hayatı yaşamasını söylediğini yazmaktadır. Reşad bu ameliyattan sonra 3 yıl daha yaşamıştır.
Avusturya İmparatoru Karl’ın ziyaretinde çok yorulan padişahın rahatsızlıkları daha da arttı. Ramazan’ın on beşinci günü (24 Haziran 1918) yaptığı Hırka-i Şerif ziyaretini güçlükle tamamladı ve sonrasında bir daha dışarı çıkamadığı gibi getirilen evrakları yatağında imzaladı.
3 Temmuz 1918’de, Birinci Dünya Savaşı’nın sonundaki büyük felaketleri ve teslim belgesi olan Mondros Mütarekesi’ni göremeden vefat etti. Vefatından sonra hayatta iken Eyüp’te inşa ettirdiği türbeye defnedildi.
İstanbul-Suriçi dışında defnedilen ilk padişah olan Mehmed Reşad, son padişah Vahdeddin yurtdışı sürgününde vefat ettiğinden İstanbul’da defnedilen son padişah da oldu.
Mehmed Reşad, İttihatçıların istekleri doğrultusunda “tam bir meşrutiyet padişahı” idi. Hatıra eserler onun “Ben her şeye karışacaksam biraderim Abdülhamit’in suçu ne idi?” dediğini aktarır.
İttihatçılar Reşad’ı “görünür” kılarak “halife-padişah” konumundan yararlanmışlar, o da bu konumuna razı olmuştur. Ancak bu felaketli yıllarda hiç inisiyatif almamasının da mantıklı bir izahını yapmak zordur.
Danişmend, “silik ve iradesiz” bir kişilik olarak tarif ettiği Mehmed Reşad’ın en büyük meziyeti olarak ısrarlara rağmen ağabeyi Abdülhamid’i öldürtmemesi olduğunu yazmaktan kendini alamaz.
Ancak bu tür yorumlarda yıllarca sarayda hapis hayatı yaşadığını ve çok ileri bir yaşta tahta çıktığını dikkate almak doğru olacaktır. Buna karşılık halkın arasına çıkması, “derviş meşrep” karakteri, iyi niyeti, temiz kalpliliği ve yardımseverliğiyle iyi bir intiba bırakmayı da başarmıştır.
Sonuçta Mehmed Reşad, İttihat ve Terakki’nin gölgesinde sembolik bir padişah olarak kalmış; talihsizliklerle dolu saltanat dönemi onu Osmanlı tarihinin en trajik figürlerinden biri haline getirmiştir.
Bugün bile çoğu zaman Abdülhamid ve Vahdeddin arasında “unutulmuş padişah” olarak anılması, onun sessiz ve kaderci yönetim tarzının bir yansımasıdır.
Kaynaklar: Osmanlı Arşivleri, A.AMD, HR.MTV, TS.MAE; Sirer, M. (1976), “V. Mehmed Reşad”, Hayat Tarih, S. 8, s. 10-19; Sakaoğlu, N. (2015), Bu Mülkün Sultanları, İstanbul, Alfa, 2015; Danişmend, İ. H. (1972), İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 4, İstanbul, Türkiye Yayınevi; Tetik, F. (2017), “Bir Meşrutiyet Padişahı Olarak Mehmed Reşad’ın Mizacı ve Yönetim Tarzı”, Türk Kültürü İncelemeleri, S. 37, s. 97-122; Yıldız, Y. (2017), Sultan Mehmed Reşad ve Dönemi Bildiriler Kitabı, İstanbul, Milli Saraylar; Terzioğlu, A. (2000), “Dr. James Israel’in Yeni Bulunan Hatıratında Sultan Reşad’ın Ameliyatıyla İlgili Bölümün Değerlendirilmesi”, Erdem, S. 35, s. 555-565; Küçük, C. (2003), “V. Mehmed Reşad”, DİA, C. 28, s.418-422.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***