Gökhan Bacık’ın “cemaat kendini feshetsin” yazısına verilen sakince cevaplar, psikolojik harp operatörlerini harekete geçirmiş görünüyor. Ruşen Çakır’ın müthiş zamanlamayla (!)çektiği video, modern propaganda tekniklerinin nasıl işlediğini gözler önüne seriyor. “Ezenlerin Pedagojisi” kavramından çifte ajan rolüne, İstanbul Belediyesi skandalından Cemal Uşşak’ın adının istismarına kadar…
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Gökhan Bacık operasyonuna karşı cemaat tarafından sakince cevap verilmesi, bu hamleyi yapanların epey canını sıkmışa benziyor. Bunu nereden anlıyoruz?
Elbette, bu operasyonun baş aparatı Ruşen Çakır’ın paniğine küstahlık havası vererek çektiği videosundan. Bu yazıda, istihbaratçı Nuh’un bu operasyondan önce kimleri ne amaçla kullandığına, Bacık’ın yazısından sonra kimlerle görüştüğü şeklinde spekülasyonlara çok fazla girmeyeceğim. Magazin ve sansasyondan hazzetmem. Ancak Bacık’a verilen cevapların Çakır ve sahiplerinin canlarını epey sıktığı da belli.
Şimdi isterseniz, ilk başta masum bir akademik yaklaşım olarak gördüğüm bu operasyonun detaylarını girip kodlarını çözmeye çalışalım. Bu sefer niyetimiz sadece Bacık’ın yazısına bir cevap niteliğinde değil, aynı zamanda manipülasyon tekniklerinin nasıl çözümleneceğine dair kapsamlı bir rehber oluşturabilmek.
Çünkü psikolojik harp operasyonlarının başarısı, büyük ölçüde fark edilmemelerine bağlı. Hizmet Hareketi’nin Bacık’ın yazısına bekledikleri reaksiyonu göstermemesi işin “masum akademik analiz” değil, “sofistike manipülasyon” olduğu ortaya koydu ve operasyonun etkinliği ciddi şekilde sarsıldı sanırım.
Hatırlayalım; Gökhan Bacık’ın görüşlerini Paulo Freire’nin meşhur “Ezilenlerin Pedagojisi” eserinden ilham alarak geliştirdiğimiz “Ezenlerin Pedagojisi” kavramı, operasyonun işleyiş mantığını anlamak için anahtar bir araç olarak kullanmıştık. Freire, ezilenlerin kendi durumlarının farkına varması ve bunun için mücadele etmesi gerektiğini savunurken, biz tam tersini, yani ezenlerin ezilenleri kendi durumlarından sorumlu tutarak sistemi korumasını analiz etmeyi denedik.
Bu kavramsal tersine çevirme, sadece kelime oyunu değil, derin bir teorik içgörüydü. Çünkü modern hegemonya sistemleri, açık baskı yerine gizli manipülasyon kullanmakta. Artık ezilenlere “sus” denmemekte, onlara “kendi iyiliğin için susmalısın” denilmekteydi. Bu durum, manipülasyonu fark etmeyi çok daha zor hale getirmekte.
Öteden beri “suçu mağdura yükleme” tekniği, mağdurların psikolojik direncini kırmak için kullanılır. “Başınıza gelenler sizin hatanız” mesajı verildiğinde, insanlar kendilerini sorgulamaya başlar ve sistemi sorgulamayı bırakırlar. Bu teknik, özellikle travma sonrası dönemlerde çok etkilidir, çünkü insanlar zaten psikolojik olarak kırılgan durumdadırlar.
Normalleşme dayatması, mevcut adaletsizliği “doğal” ve “kaçınılmaz” olarak sunma tekniğidir. Bacık’ın “Şartlar bu iken ne yapılabilir?” sorusu, tam da bu tekniğin örneğiydi. Bu yaklaşım, insanların hayal gücünü ve değişime olan inancını köreltiyor. “Nasılsa değişmez” düşüncesi yerleştirildikten sonra, insanlar mücadeleyi bırakıyorlar.
Kendini feshetme önerisi, belki de işin en sinsi yönüydü. Çünkü bu öneri, görünürde “barışçıl çözüm” olarak sunuluyordu. Ancak aslında, muhalif gücün kendi eliyle yok edilmesini hedeflemekteydi. Bu teknik, özellikle yorgun ve çaresiz durumdaki topluluklar için cazip görünebilir, çünkü “en azından acı sona erer” düşüncesi oluşturuyor.
Güçlü merkezli bakış ise, bütün çözümlerin güçlü tarafın perspektifinden değerlendirilmesi anlamına geliyor. Bacık’ın “devletin ontolojik üstünlüğü” vurgusu, tam da bu bakışın yansıması niteliğinde. Bu yaklaşım, güçsüz tarafın perspektifini ve taleplerini geçersiz kılar, tartışmayı güçlünün belirlediği çerçeveye hapseder.
Modern Manipülasyonun Teorik Temeli
Antonio Gramsci’nin hegemonya kavramlarını kullanarak yaptığımız analiz, operasyonun sadece taktik değil, stratejik boyutunu da ortaya koymaktaydı. Gramsci’nin İtalyan faşizmini analiz ederken geliştirdiği kavramlar, günümüz Türkiye’sinde yaşanan süreçleri anlamak için hâlâ geçerliydi.
Organik entelektüel transferi kavramı, Bacık’ın durumunu açıklamak için kullanılan isabetli terimdi bence. Gramsci’ye göre, her toplumsal sınıf kendi organik entelektüellerini üretiyor ve bu entelektüeller o sınıfın dünya görüşünü artiküle ederek yaygınlaştırıyor. Bacık’ın durumunda ise, bir sınıfın organik entelektüelinden başka bir sınıfın organik entelektüeline dönüşüm söz konusu.
Bu dönüşüm süreci, zannedildiği gibi zorla gerçekleşmiyor. Aksine, çok ince psikolojik manipülasyonlarla gerçekleştiriliyor. Bacık’a muhtemelen “sen -artık- daha objektifsin”, “eski önyargılarından kurtuldun”, “gerçekleri görebiliyorsun” gibi mesajlar verilmiş, kendisini “aydınlanmış” hissetmesi sağlanmıştı. Bu durum, manipülasyonun en etkili biçimidir, çünkü kişi kendi isteğiyle değiştiğini düşünür.
‘Transformizm’ kavramı, muhalif unsurların sisteme entegre edilme sürecini açıklar. Bu süreç, muhaliflerin fiziki olarak yok edilmesi yerine, onların sisteme dâhil edilmesi ve etkisizleştirilmesi anlamına gelir. Bacık’ın durumu, bu sürecin güzel bir örneği. Kendisi fiziki olarak zarar görmemiş, aksine prestijli platformlarda yazma imkânı bulmuş, ancak bu süreçte eleştirel sesini kaybetmişti.
Transformizm, hegemonya için çok daha etkili bir teknik, çünkü muhalefeti “sindirme” görünümü oluşturmadan etkisizleştiriyor. Kamuoyu, “bakın, muhalif sesler de var, eleştiri yapılıyor” düşüncesine kapılırken, aslında gerçek muhalefet sessizleştirilmiş olmakta. Bu durum, sistemin “demokratik” görünmesini sağlarken, aslında otoriterleşmesine hizmet ediyor.
Rıza üretimi ise, hegemonyanın en sinsi yanını oluşturuyor. Gramsci’ye göre, modern hegemonya sistemleri sadece zor kullanarak değil, rıza üreterek de işliyor. İnsanlar, kendi istekleriyle sistemin kurallarını kabul ederler, çünkü bu kuralların “doğru” olduğuna inanırlar. Bacık’ın yazısı, tam da böyle bir rıza üretimi sürecine hizmet etmekteydi.
Yazıda, devletin her türlü eyleminin meşru olduğu, muhalefetin “makul” sınırlar içinde kalması gerektiği, “aşırı” muhalefetinin zararlı olduğu gibi mesajlar verilmekteydi. Bu mesajlar, okuyucuların zihninde “evet, haklı” düşüncesi oluşturmakta, böylece sistemin meşruiyetine katkıda bulundu.
Ruşen Çakır’ın Video Operasyonu
Yazılan pek çok deşifre edici analizden sonra, Ruşen Çakır’ın çektiği video tam anlamıyla bir “damage control” operasyonu niteliğinde. Bu videonun zamanlaması, içeriği ve üslubu, tüm sürecin koordineli bir istihbarat operasyonu olduğunun en çarpıcı kanıtı. Çakır, sanki birinden aldığı direktiflerle hareket ediyormuş gibi hem Bacık’ın yazısını savunmakta hem de cevap ve eleştirileri “Paniklediler!” palavrasıyla etkisizleştirmeye çalışmakta.
Videonun en dikkat çekici yanı ise, Çakır’ın adeta “görev tamamlandı” havasında konuşması. Kendisi, bir gazeteci olarak objektif bilgi vermek yerine, açıkça taraf tutmakta ve operasyonun başarısını kutlamakta. Bu durum, onun artık “bağımsız gazeteci” değil, “kullanışlı aparat” olduğunun açık itirafı niteliğinde.
Ruşen Çakır’ın videosu aynı zamanda, modern propaganda tekniklerinin nasıl geliştiğini de göstermekte. Artık propagandistler açıkça “devlet diyor ki” demiyorlar. Bunun yerine, “halk diyor ki”, “makul insanlar diyor ki”, “büyük çoğunluk diyor ki” diyorlar. Çakır da tam bu tekniği kullanmakta, kendi görüşlerini “kamuoyunun sesi” olarak sunmakta. Üstüne bir de rahmetli olmuş insanların isimlerini kullanma bayağılığı var ki o fasla ayrıca değineceğiz.
Zamanlama ve Koordinasyon
Videonun çekilme zamanlaması, operasyonun ne kadar dikkatli planlandığını göstermekte. Bacık’ın yazısına aklı başında eleştiriler geldikten hemen sonra, Çakır devreye giriyor ve “karşı-saldırı” başlatıyor. Bu hızlı tepki, önceden hazırlanmış bir senaryo olduğunu düşündürmekte.
Normal şartlarda, bir gazeteci böyle karmaşık bir konuda hemen fikir beyan etmez. Önce konuyu inceler, farklı görüşleri dinler, analiz yapar, sonra yorumunu paylaşır. Ancak Çakır, sanki konuyu önceden biliyormuş gibi, hemen pozisyon almıştı bile. Bu durum, kendisine operasyonun seyri hakkında önceden bilgi verildiğini düşündürmekte.
Dahası, videonun içeriği de önceden hazırlanmış gibi. Çakır, Bacık’ın yazısına yapılan eleştirilere “karşı argümanlar” geliştirmek yerine, doğrudan “saldırı” moduna geçiyor. Bu yaklaşım, savunma pozisyonunda değil, saldırı pozisyonunda olduğunu gösteriyor ki bu da operasyonun planlanmış olduğunun işareti.
Manipülasyon Tekniklerinin Sergilenişi
Çakır’ın videosundaki manipülasyon teknikleri, propaganda sanatının geldiği seviyeyi göstermekte. Her cümle dikkatli hesapla kurulmuş, her vurgu belirli bir psikolojik etki oluşturmak için tasarlanmış.
Zafer Anlatısı tekniği, videonun temel tonunu belirlemekte. Çakır, “Medyascope önemli tartışmaları başlattı” derken, aslında kendi platformunun ve dolayısıyla kendisinin ne kadar etkili olduğunu vurgulamakta. Bu yaklaşım, izleyicilerde “demek ki doğru bir iş yapıyorlar” algısı oluşturmayı amaçlamakta. Zafer anlatısı, aynı zamanda operasyonun başarısını da ilan etmekte: “Gördünüz mü, dediklerimiz doğruymuş, karşı taraf paniğe kapıldı.”
Bu teknik, spor müsabakalarındaki “galip gelme” psikolojisini siyasete uygulamakta. İnsanlar, “kazanan tarafta” olmak isterler ve Çakır bu psikolojiyi kullanarak izleyicileri kendi tarafına çekmeye çalışıyor.
Panik söylemi ise manipülasyonun en sinsi yanını oluşturuyor. Çakır, “Hareketin tepesindeki insanları paniğe sevk etti” derken, aslında iki mesaj vermekte. Birincisi, “bizim söylediklerimiz o kadar doğru ki karşı taraf paniğe kapıldı” mesajı. İkincisi ise, “panikleyen taraf yenilgiyi kabul etmiş demektir” mesajı.
Bu söylem aynı zamanda eleştirileri “panik tepkisi” olarak etiketlemekte, onun objektif eleştirisini “duygusal reaksiyon” gibi göstermekte. Bu teknik, rakibin argümanlarını çürütmek yerine, rakibi irrasyonel göstermeye odaklanan tipik bir propaganda taktiği.
Meşrulaştırma söylemi ise, operasyonun ahlaki temelini oluşturmaya çalışmakta. Çakır, “Büyük çoğunluğun iyiliğini istiyorlar” derken, Bacık’ın yazısını ve kendi yaklaşımını ahlaki üstünlük iddiasıyla desteklemekte. Bu yaklaşım, eleştirenleri dolaylı olarak “çoğunluğun iyiliğini istemeyen” olarak etiketliyor.
Bu teknik, John Stuart Mill’in “çoğunluğun tiranlığı” dediği durumun propaganda versiyonu gibi. “Çoğunluk” adına konuştuğunu iddia eden azınlık, bu sayede kendi görüşlerini meşru göstermeye çalışıyor.
Ötekileştirme söylemi ise, operasyonun en agresif yanını yansıtmakta. Çakır, eleştirilere cevap vermek yerine, düzeysizce saldırmayı tercih ediyor ki, bu bile tek derdinin cemaat düşmanlığı olduğunun ispatı. “Pasta paylaşımı” metaforu da aynı amaca hizmet etmekte, eleştiri yapanları “maddi çıkar peşinde koşan” insanlar olarak göstermekte.
Bu teknik, “ad hominem” saldırısının (kişisel saldırı) sofistike versiyonu gibi. Rakibin argümanlarıyla uğraşmak yerine, rakibin karakterini hedef almakta, onu kamuoyunda itibarsızlaştırmaya çalışmakta.
Duygusal Manipülasyonun Zirvesi
Çakır’ın videosunun belki de en rahatsız edici yanı, vefat etmiş gazeteci Cemal Uşşak’a (Uşak diye yazanlar da var) yaptığı atıf. Bu atıf, duygusal manipülasyon tekniklerinin en ileri seviyedeki örneği ve birden fazla psikolojik işlev görüyor.
Ölümü siyasallaştırma tekniği, totaliter rejimlerden bilinen bir propaganda yöntemi. Vefat etmiş kişilerin anısı, politik amaçlar için kullanılır çünkü ölüler cevap veremez ve onların adına konuşmak kolaydır. Çakır, “Cemal yaşasaydı bu tartışmanın tam ortasında olurdu.” derken, aslında ölen bir insanın ismini kendi görüşlerini desteklemek için kullanmakta. Üstelik sadece ismini kullanarak sanki sağlığında onunla dostmuş gibi bir hava vermekte! Şunu da söyleyeyim Cemal Uşşak yaşasa Çakır’ın yüzüne tükürürdü belki de!
Bu yaklaşım, etik açıdan son derece sorunlu çünkü Cemal Uşşak’ın gerçekte ne düşüneceğini kimse bilemez elbette. Büyük ihtimal zalim ve onun uşaklarının değil Cemaat’in yanında yer alırdı. Ancak Çakır, bu belirsizliği kendi lehine yorumlamakta, sanki Uşak’la kişisel konuşmuş gibi davranmakta.
“Makul İnsan” imajı oluşturma tekniği ise, kendi görüşlerini desteklemek için duygusal otorite kullanmaktır. Çakır, Uşşak’ı “makul bir insandı” diye tanımlayarak, dolaylı olarak “makul insanlar bizim gibi düşünür” mesajı vermesi ise evlere şenlik. Bu yaklaşım, eleştirenleri dolaylı olarak “makul olmayan” kategorisine sokmayı amaçlıyor.
Bu teknik, özellikle muhafazakar toplumlarda etkilidir çünkü insanlar ölenlere saygı duyar ve onların anısını kullanarak yapılan siyasete karşı çıkmakta zorlanırlar.
Eleştiri karşısında duygusal kalkan oluşturma ise, belki de en sinsi teknik. Çakır, potansiyel eleştirilere karşı önceden savunma hattı kurmakta. “Bu konuda eleştiri yapanlar, vefat etmiş bir arkadaşımızın anısına saygısızlık yapıyor” mesajı verilerek, eleştirmenlerin önü kesilmeye çalışılmakta.
Bu durum, “duygusal şantaj” tekniğinin medya versiyonu mahiyetinde. İnsanların vicdan ve duygularını hedef alarak, onları sessizliğe mahkûm etmeye çalışıyor çakal Çakır.
Söylem Analizi
Çakır’ın videosunda kullandığı dil, onun profesyonel gazeteciden “kullanışlı aparat”a dönüşümünü yansıtmakta. Objektif gazetecilik dili yerine, açıkça propaganda dili kullanmakta.
Örneğin, “oligarklar” kelimesi akademik bir terim değil, popülist bir slogan. Bu kelimeyi seçmesi, hedef kitlesinin duygusal tepkilerini hesapladığını göstermekte. Benzer şekilde, “pasta paylaşımı” metaforu da gazeteciler arası ilişkileri sığ ekonomik çıkarlara indirgemekte.
Çakır’ın “ana avrat dümdüz gidecekler” ifadesi ise, artık hangi seviyede konuştuğunu göstermesi açısından tam bir ibretlik. Bu tür ifadeler, akademik tartışma seviyesini sokak kavgası seviyesine indirmekte, ciddi konuları vulgarlaştırmayı hedefliyor.
Dahası yirmi yaşındaki gencecik kızları babalarından dolayı linç ettirebilecek kadar ahlaksız birinin hakarete maruz kalmaktan şikayetçi olması da ayrı bir ibret vesikası!
Propaganda Tekniklerinin Modern Versiyonu
Çakır’ın videosu, modern propaganda tekniklerinin klasik versiyonlardan nasıl farklılaştığını da gösteriyor. Yeni sürüm propagandistler üniforma giymiyor, sahnede nutuk atmıyor. Bunun yerine, “samimi sohbet” havasında, “abi” üslubuyla konuşuyor.
Bu yaklaşım çok daha etkili çünkü insanların savunma mekanizmalarını tetiklemiyor. Çakır, sanki arkadaşıyla sohbet ediyormuş gibi konuşarak, izleyicilerde güven oluşturmayı hedefliyor ve mesajlarının propaganda değil “samimi düşünce” olduğu algısını pekiştirmek gibi bir kurnazlığı kullanmaktan çekinmiyor.
Başarı mı başarısızlık mı?
Bence Çakır’ın videosu, operasyonun hem başarısını hem de başarısızlığını gösteriyor. Bir yandan, Bacık’ın yazısına destek vererek operasyonu tamamlamış görünüyor görünmesine ama diğer yandan, bu kadar açık bir şekilde taraf tutması, “bağımsız gazeteci” maskesini düşürüp gerçek kimliğini ortaya çıkarıyor.
Bu durum, psikolojik harp operasyonlarının temel çelişkisini yansıtıyor: Etkili olmak için gizli kalmalıdırlar, ancak gizli kaldıklarında etkilerini ölçemezler. Çakır’ın açık duruş alması, operasyonun varlığını deşifre etmiş, ancak aynı zamanda onun “nötr gazeteci” kimliğini de bitirmiştir.
Çifte Ajanın Deşifresi
Ruşen Çakır’ın İmamoğlu soruşturmasında İstanbul Belediyesi tarafından “yemlenen” altı gazeteciden biri olarak adının geçmesi, onun gerçek kimliğini anlamak için kritik öneme sahip. Bu skandal, Çakır’ın sadece “iktidar yanlısı” bir gazeteci olmadığını, aynı zamanda çok daha karmaşık bir rolü olduğunu ortaya koymakta.
Bu olay, modern istihbarat servislerinin medya üzerindeki kontrolünün nasıl işlediğinin canlı bir örneği. Artık istihbarat örgütleri tek taraflı propaganda yapmakla yetinmiyor. Bunun yerine, tüm siyasi spektruma yayılmış ajan ağları kurarak, her kesimden bilgi topluyor ve gerektiğinde müdahale ediyorlar.
Çakır’ın durumu, John le Carre’nin casusiye romanlarından fırlamış gibi: Hem iktidar hem muhalefet cephesinde güvenilir görünen, ancak aslında belirli güç odaklarının hizmetinde çalışan bir “çifte ajan”. Bu tür ajanlar, klasik casuslardan çok daha tehlikelidir çünkü fark edilmeleri çok zordur ve verdikleri zarar çok büyüktür.
Çifte Ajan Rolünün Anatomisi
İktidar Cephesindeki Konumu: Çakır, iktidar cephesinde “kontrole alınmış muhalif” olarak konumlandırıldığı aşikar. Onun eleştirilerinin dozajı, iktidarın tolerans sınırları içinde tutulmakta. Bu sayede, kamuoyunda “bağımsız gazeteci” imajını korunurken, aslında iktidarın belirlediği çerçevede hareket edilmekte.
Bu rol, iktidar için son derece işlevsel. Çünkü tamamen iktidar yanlısı medya organları, kamuoyunda “propaganda” algısı oluşturuyor ve güvenilirliklerini kaybediyorlar. Etkileri de artık neredeyse hiç yok! Ancak Çakır gibi “eleştirel muhalif” görünümündeki figürler, iktidarın söylemlerini çok daha etkili şekilde yaygınlaştırabiliyorlar.
Muhalefet Cephesindeki Sızması: İstanbul Belediyesi olayı, Çakır’ın muhalefet cephesine de sızdığını göstermekte. O, sadece iktidarın mesajlarını yaymakla kalmamış, aynı zamanda muhalefet içindeki bilgilere de erişim sağlamış. Bu durum, onun “bilgi aracısı” rolünü de üstlendiğini göstermekte.
İstanbul Belediyesi’nden “yemlenme” olayı, aslında muhalefet için bir tuzak. Çakır gibi figürler, görünürde muhalefeti destekliyor gibi görünürken, aslında onların içindeki bilgileri elde etmekte ve kritik anlarda bu bilgileri kullanmaktalar.
Bu tür sızma operasyonları, modern istihbarat servislerinin en sofistike tekniklerindendir. Hedef kuruluşa açıktan saldırmak yerine, içeriye adam sokmak ve o adamı kullanarak hem bilgi toplamak hem de kritik anlarda sabotaj yapmak çok daha etkilidir.
Farkında Olmayan Entelektüellerin Trajik Komedisi
Medyascope’un kontrole alınmış muhalefet işlevi artık inkâr edilemez bir gerçek haline gelmişken, bu platformda hâlâ yazı yazan köklü akademisyen ve entelektüellerin durumu, modern manipülasyonun en acı örneklerinden birini oluşturuyor. Taner Akçam gibi ‘Ermeni Soykırımı’ araştırmalarıyla dünya çapında saygınlık kazanmış bir tarihçinin, Şahin Alpay gibi demokrasi mücadelesinin simge isimlerinden birinin, Mümtazer Türköne gibi İslamcı hareketin derinlikli analizcisinin, aynı platformda Ruşen Çakır’ın psikolojik harp operasyonlarına ev sahipliği yapması tam anlamıyla entelektüel bir tragedya.
Bu durum, Antonio Gramsci’nin “hegemonya” kavramının en sinsi versiyonunu sergiliyor: Muhalif entelektüeller, kendi meşruiyetlerini kullanarak, farkında olmadan iktidarın algı yönetimi operasyonlarına katkıda bulunuyorlar. Sanki prestijli bir üniversitede verilen konferansta, siz bilimsel araştırmanızı sunarken, bir sonraki konuşmacının propaganda broşürü dağıtması gibi absürt bir durum yaşanıyor.
“Timeline” Kaosunda Kaybolmuş Meşruiyet
İşin en trajikomik yanı, okuyucunun aynı “timeline”da Doğu Ergil’in derinlikli siyaset analiziyle İsa Hafalır’ın şüpheli tipolojilerin manipülasyonlarını art arda görmesi. Bu durum, kaliteli içerikle propaganda arasındaki sınırları bulanıklaştırarak, okuyucuda “hepsi aynı seviyede” algısı oluşturur ki, bu da istihbarat operasyonlarının en büyük başarısı sayılabilir. Nuray Mert’in platformdan ayrılması, belki de bu kirlenmenin farkına varan nadir entelektüellerden birinin temizlik refleksi olarak yorumlanabilir. Çünkü bir platformda ne kadar kaliteli yazı yazarsanız yazın, eğer o platform sistematik manipülasyon için kullanılıyorsa, sizin meşruiyetiniz de o manipülasyona hizmet etmiş olur.
Sonuçta ortaya çıkan manzara şudur: Değerli entelektüellerin birikimi ve saygınlığı, farkında olmadan Çakır’ın operasyonlarına “akademik kılıf” sağlamakta, okuyucu da “böyle saygın isimler varsa burası güvenilir olmalı” yanılgısına düşmektedir. Bu durum, manipülasyonun en rafine hali: Hedef kitleyi kandırmak için, gerçekten değerli isimlerin prestijini kullanmak.
Gökhan Bacık operasyonu tam da bu ilişkinin bir sonraki fazı hakkında şahane bir örneklem.
Dijital Çağın Pavlov Köpekleri: Refleksif Saldırı Mekanizması
Psikolojik harp operasyonlarının belki de en sinsi yanı, operasyonu yürütenlerle birlikte harekete geçen “gönüllü troll ordusu”nun varlığıdır.
Bu kitlenin, kullanışlı (Ruşen Çakır gibi) profesyonel aparatların sinyalini alır almaz, sanki Pavlov’un köpekleri gibi refleksif tepkiler göstermeleri sağlanır. Gülen hareketine yönelik her eleştirel içeriğin altında beliren bu dijital avcılar, asıl meseleyi anlamaya çalışmak yerine, sadece “hedef tahtası” gördükleri hareketin aleyhine olan her söylemi körü körüne desteklerler.
Buradaki trajikomik durum şudur: Bu kişiler, kendilerini “bağımsız düşünen bireyler” zannederken, aslında ustaca organize edilmiş bir manipülasyon ağının bilinçsiz uzuvları haline gelmişlerdir.
Sosyal medyada “Hizmet hareketini eleştiren her ses haklıdır” mantığıyla hareket eden bu dijital militia, (bu yeni kavram hakkında da bir yazı kaleme alacağım) operasyonun gerçek amacını sorgulamadan, kimin menfaatine hizmet ettiklerini hesaplamadan, adeta otomatik pilot modunda saldırıya geçerler.
Sonuçta ortaya çıkan tablo şudur: Profesyonel manipülatörler tohumunu eker, gönüllü propaganda ordusu da bu tohumu binlerce hesapla çoğaltarak toplumsal bir “echo chamber” (yankı odası) oluşturur. Bu mekanizma o kadar etkilidir ki, artık operasyonu başlatanların aktif müdahalesine bile gerek kalmaz, sistem kendi kendini besler ve büyür, ta ki hedeflenen algı yönetimi tamamlanana kadar.
Bilgi Toplama Ağının İşleyişi
Çakır’ın rolü, sadece propaganda yapmak değil, aynı zamanda sistematik bilgi toplamak olsa gerek. Bu bilgi toplama süreci birden fazla katmanda işlemekte.
Sosyal Ağ İstihbaratı: Çakır, gazeteci kimliği sayesinde çok geniş bir sosyal ağa sahip. Bu ağ içinde siyasetçiler, bürokratlar, işadamları, akademisyenler ve diğer gazeteciler bulunmakta. Bu kişilerle yaptığı sohbetlerde elde ettiği bilgiler, sistematik olarak kaydedilmekte ve ilgili mercilere aktarılmakta.
Bu tür bilgi toplama, klasik casusluktakinden çok farklı. Çakır, gizli belgeler çalmaz veya yasadışı dinleme yapmaz. Bunun yerine, gazeteci kimliğinin verdiği avantajları kullanarak, insanların kendiliğinden paylaştığı bilgileri toplar.
Medya Ekosistemi Takibi: Çakır, medya dünyasındaki gelişmeleri yakından takip etmekte ve bu bilgileri analiz etmekte. Hangi gazetecinin hangi konularda çalıştığı, hangi haberlerin hazırlandığı, hangi köşe yazarının ne yazmayı planladığı gibi bilgiler, algı yönetimi operasyonları için kritik önemdedir.
Bu bilgiler sayesinde, istihbarat servisleri muhalif medyanın atacağı adımları önceden bilmekte ve buna göre karşı tedbirler almaktadır. Bazen de bu bilgileri kullanarak, muhalif medyanın planlarını sabote etmektedirler.
Kamuoyu Nabzı Tutma: Çakır, farklı toplumsal kesimlerin nabzını tutmakta ve bu bilgileri analiz etmektedir. Hangi konuların kamuoyunda nasıl karşılandığı, hangi söylemlerin etkili olduğu, hangi kesimlerin nasıl tepki verdiği gibi bilgiler, propaganda stratejilerinin geliştirilmesi için kullanılmaktadır.
Algı Yönlendirme Operasyonlarındaki Rolü
Çakır’ın en kritik rolü, belirli konularda kamuoyunu istenilen yönde şekillendirmek olsa gerek. Bu rol, farklı zamanlarda farklı şekillerde gerçekleştirilmektedir.
Kriz Anlarında Devreye Girme: Çakır, iktidar için kritik olan anlarda devreye girmekte ve kamuoyunu “doğru” yönde yönlendirmektedir. Gülen hareketi operasyonu da bu tür bir kriz anında gerçekleştirilmiştir. Gülen’in vefatından sonra hareket içinde yaşanan belirsizlik, müdahale için ideal bir fırsat oluşturdu.
Bu tür müdahaleler, zamanlama açısından çok kritik. Çok erken yapılırsa etkisiz kalır, çok geç yapılırsa kamuoyu fikri çoktan şekillenmiş olur. Çakır’ın devreye girme zamanlaması, bu konudaki profesyonelliğini göstermekte.
Söylem Hegemonyası inşa etme: Çakır, belirli konularda “makul” görüşün ne olduğunu belirlemeye çalışmakta. Kendi platformu sayesinde, belirli söylemleri “ana akım” haline getirmeyi denemekte, alternatif görüşleri ise “aşırı” olarak etiketlemekte. Ancak bunu yapabilecek zeka ve birikim müktesebatına sahip mi emin değilim.
Bu strateji, Antonio Gramsci’nin “hegemonya” kavramının modern versiyonu gibi. Artık fiziki güç kullanarak düşünceleri bastırmaya gerek yoktur. Bunun yerine, belirli düşünceleri “makul” göstererek, alternatiflerini “makul olmayan” kategorisine sokmak yeterlidir.
Karşı-Hegemonya kırma: Çakır’ın belki de en tehlikeli rolü, muhalif söylemlerin etkisini kırmak olsa gerektir. Gülen hareketi operasyonunda da bunu yapıyor zaten: Yapılan eleştirel analizleri “panik tepkisi” olarak etiketleyerek, onun etkisini azaltmaya çalışıyor ama korkarım ki artık pek kimse yemiyor bunları!
Bu teknik, “counter-narrative” (karşı-anlatı) stratejisinin bir parçası aslında. Muhalif söylemleri doğrudan çürütmek yerine, onları farklı çerçevelere oturtarak etkisizleştirmek daha etkili çünkü.
İstanbul Belediyesi Bağlantısının Analizi
Çakır’ın İstanbul Belediyesi ile olan ilişkisi de, onun operasyonel kapasitesini anlamak için kritik ipuçları vermekte.
Mali Bağımlılık: Belediyeden “yemlenme”, sadece ekonomik destek değil, aynı zamanda kontrol mekanizması anlamına geliyor. Çakır’ın, bu desteği aldıktan sonra, muhalefete yönelik sert eleştiri yapamaz hale gelir. İktidarın bu yemlenmeyi öğrenmesinden sonra ise ipini tamamen istihbaratın eline vermiş sanırım. Bu durum, onun “bağımsızlığını” tamamen ortadan kaldırmış.
Bu tür mali bağımlılık oluşturma, istihbarat servislerinin klasik tekniklerinden. Hedef kişiyi mali açıdan bağımlı hale getirdikten sonra, onu kontrol etmek çok kolay. Çünkü kişi, desteği kaybetme korkusuyla istenileni yapmaya zorlanır.
Modern İstihbaratın Medya Stratejisi
Çakır’ın durumu, modern istihbarat servislerinin medya stratejisini anlamak için paradigmatik bir örnek. Artık istihbarat örgütleri, sadece “dost” ve “düşman” kategorileriyle düşünmezler. Bunun yerine, “kullanışlı” ve “kullanışsız” kategorileriyle değerlendirme yaparlar.
Bu yeni yaklaşımda, muhalif görünümlü figürler de “kullanışlı” kategorisine girebilir. Çünkü onlar, açık iktidar yanlılarının yapamayacağı işleri yapabilirler. Özellikle, muhalif kesimler içinde güvenilirlik yaratma konusunda çok etkili olurlar.
Çakır’ın İstanbul Belediyesi bağlantısı ve yemlenmesi, bu stratejinin ne kadar kapsamlı olduğunu göstermekte. İstihbarat servisleri, sadece merkezi siyasetle değil, yerel siyasetle de bağlantı kurmakta ve her seviyede kontrol ağı oluşturmakta.
Operasyonun Uluslararası Boyutu
Çakır’ın rolü, sadece ulusal değil, uluslararası boyutu da olan bir operasyonun parçası. Gülen hareketi, uluslararası bir yapı olduğu için, ona yönelik operasyonlar da uluslararası koordinasyon gerektirmekte.
Çakır’ın sözümona “bağımsız gazeteci” kimliği, uluslararası kamuoyuna Türkiye’nin “demokratik” görünmesine katkıda bulunmakta. “Bakın, muhalif gazeteciler bile bu hareketin yanlış olduğunu söylüyor” mesajı vermek, uluslararası meşruiyet açısından önemli.
Bu durum, “soft power” (yumuşak güç) stratejisinin bir parçası. Türkiye, sert güç kullanarak uluslararası kamuoyunu ikna etmeye çalışmak yerine, “makul sesler” kullanarak ikna etmeye çalışmaktadır.
Henüz Ruşen Çakır’la işim bitmedi, meseleye biraz daha teorik perspektiften bakarak Mehmet Baransu meselesine geçeceğiz.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***