Serbest Görüş Haber Merkezi
“Barışın Yolunu Açmak” Konferansının sonuç bildirgesinde belediyelere atanan kayyımlar, operasyonlar ve Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu‘nun tutuklanmasının demokrasi ve barıştan yana olan toplum kesimlerinde kırılma yarattığına vurgu yapıldı.
İmamoğlu: Orta Doğu’da yaşananlar bekamızı tehdit edebilecek düzeyde, toplumun ortak gelecek hedefinde buluşması bugün daha elzem
Konferansın sonuç bildirgesi şöyle:
“Barışın Yolunu Açmak” Konferansımızın barış ve demokrasi umudunu yükseltmek için toplandığı bugün, bölgemiz ateş altında. İsrail ve ABD’nin emperyalist çıkarları için yeniden şekillendirilmek istenen bu kadim topraklar topyekûn savaş tehdidiyle karşı karşıya.
Gazze’deki katliam ve işgalle başlayan süreç, İran’a yönelik müdahaleyle yeni bir ivme kazandı ve Konferansımızdan 12 saat önce ABD İran’a saldırdı. Bu koşullarda; savaşın derhal durması, nükleer silahsızlanmanın İsrail dahil olmak üzere bütün bölge ülkelerinde sağlanması, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) İsrail yöneticileri ve savaş suçlusu Netanyahu hakkındaki kararları bir an önce uygulanması öncelik taşıyor.
Maden ve enerji kaynakları için, enerji koridorları için, bölgenin sınırsızca egemenlik altına alınması için başlatılan savaş, bölgemize yıkımdan, acıdan, ölümden başka bir şey getirmeyecek. Bunu yaparken de halkların arasındaki çatışmalar, hoşnutsuzluklar, yoksullaşma ve kadınların özgürlük sorunu, küresel güçlerin elinde kullanışlı bir araca dönüşüyor. İşte bu yakın tehdit karşısında ülkemizde barışı, eşitliği sağlamak, barışı evrensel demokrasi ve hukuk standartlarıyla güvenceye almak artık yalnız zorunluluk değil aynı zamanda büyük bir aciliyet de taşıyor. Bu çerçevede ifade etmek isteriz ki, Kürt sorunun ülkemizde çözülmesinin İran dahil bölgemizin de demokratikleşmesine olumlu katkıları olacaktır.
Bu barış politikası, etnik köken, din, mezhep, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim, inanç ayrımına bakmadan bölgedeki bütün halkların, Kürtlerin, soykırım tehdidiyle karşı karşıya gelmiş Alevilerin, kadınların güvenlik, eşitlik ve özgürlük içinde yaşamasını gözeten, diyalog ve müzakereyi esas alan bir dış politikanın da parçası olmak zorunda.
Ekim 2024 başlayan süreç ülkemizi her açıdan yıkıma uğratan çatışma ortamının sona ermesi ve barış içinde bir arada yaşama imkânının ortaya çıkması nedeniyle bütün toplum kesimlerinde umut yarattı.
Kayyımlar ve İmamoğlu mesajı
Ancak kayyımlar, operasyonlar ve en son İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere belediye başkanlarının ve bürokratlarının tutuklanması ile ortaya çıkan, sınırsız denebilecek sayıda hak ihlâlleri ve hukuka aykırı işlem ve eylemler, barış ve demokrasiden yana toplum kesimlerinde kırılma yaratıyor. Kadınların yasal kazanımlarına, LGBTİ+lara, toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik aralıksız saldırı, halkı yoksullaştıran politikalar bu kırılmayı büyütüyor. Bu büyük hukuksuzluk, barış sürecinin sahiplenilmesinin önünde engel teşkil ediyor.
Türkiye’de siyasi iktidarın fiilen yürütmede toplanmış bir kuvvetler birliği içinde hareket ettiği kuşku götürmez bir gerçek. Bunun en doğrudan sonucu ise yürütmenin siyasi takdirine göre, Anayasa’dan başlayarak hukuku bütünüyle yok sayması ve antidemokratik uygulamaların yürütmenin kontrolündeki yargı aracılığıyla hukukî bir kılıfa büründürülmeye çalışılması.
İşte barış umudumuzu sönükleştiren tam da bu. Kürt sorununda şiddete dayanmayan bir çözüm arayışı gelişirken, öbür yandan şiddet yoluyla iktidarın sürdürülmesinin yarattığı çelişki ve bunun toplumda doğurduğu rahatsızlık, içinden geçtiğimiz dönemin en temel niteliği.
Sorunu silah bırakmaya indirgemenin, barışçı bir yaklaşım yerine güvenlikçi bir yaklaşımın doğurduğu şiddetin egemen olması, medyada kullanılan barışçıl olmayan dil, toplumda kutuplaşmaya, ötekileştirmeye, yabancılaşmaya yol açıyor. Bizi zehirliyor.
Oysa kırk yılı aşkın bir zamandır büyük kayıplar vermemize neden olan, insani, toplumsal, ekonomik ve ekolojik yıkım yaratan savaş ve çatışma ortamının ülkenin bütün yurttaşlarının refah içinde eşit ve özgür yaşayacağı bir hayata dönüştürülmesi fırsatı ve imkânı ülkede yaşayan herkesi ilgilendiriyor.
“Somut adımları görmek için daha ne kadar beklemek gerekiyor?”
Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile PKK’nin kendini feshetmesi barış yolunda atılmış çok önemli bir adım oldu. Ama sıra çoktan bu değerli açıklamanın yaşama geçirilmesi için yapılacak idari ve hukuki düzenlemelere gelmedi mi? Somut adımları görmek için daha ne kadar beklemek gerekiyor?
Kuşku yok ki, barış sürecinin başarıya ulaşması, demokratikleşme yönünde atılacak adımlara bağlı. Bu nedenle öncelikle iktidarın hegemonyacı, otoriter siyaset anlayışını terk etmesine ihtiyaç var. Kürt sorunu ancak demokrasi çerçevesinde ve insan hakları temelinde çözülebilir. Kürtlerin hakları ancak her bireyin temel hak ve özgürlüklerinin hukuk devletiyle güvence altına alınmasıyla korunabilir. Katılımcı bir demokrasi ancak yerel yönetimleri boğan katı merkeziyetçiliğin gevşetilmesiyle sağlanabilir. Eşit yurttaşlık ancak Kürtlere, Alevilere,
Çerkezlere, bütün kimliklere saygı gösteren çoğulcu bir demokrasiyle gerçekleşebilir. Tarihi bir fırsatın insanca, onurlu, eşitlik, özgürlük, barış ve refah içinde yaşama fırsatının tam eşiğinde duruyoruz.
İşte bu tarihi eşikte Konferansımız barış ve demokrasiden, hayattan yana tüm toplum kesimlerine, ülkenin geleceğini ilgilendiren gelişmelerin olduğu bu dinamik sürece bütün imkânlarıyla müdahil olma, barışın öznesi olma, barış ve demokrasi talebini yükseltme çağrısı yapıyor.
‘Acil adımlar’ belirtildi
Konferansımız, barış ve demokratikleşmeyle ilgili olarak atılması gereken acil adımları şöyle tespit ediyor:
- Anayasa’nın 90/son maddesi uyarınca, Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru ile ilgili kararlarına uygun hareket edilmeli; İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmeli, Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nun ve yasal mevzuat AİHM ve AYM kararları doğrultusunda gözden geçirilerek antidemokratik maddeler ayıklanmalı.
- Yine AİHM kararlarının defalarca ortaya koymuş olduğu üzere, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun hukuka aykırı uygulanışıyla ilişkili tüm kanunsuz emirlere, bu emirlerin pratik sonucu olan tüm gözaltı ve tutuklama işlemlerine son verilmeli.
- AİHM kararları uygulanmadığı için hukuka aykırı bir biçimde cezaevinde tutulmaya devam edilen Kobane ve Gezi davaları dahil olmak üzere tüm siyasi hükümlü ve tutukluların serbest bırakılmalı.
- Belediyelere yönelik operasyonlar derhal son bulmalı. Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve diğer başkan ve bürokratlar serbest bırakılmalı.
- Hangi davadan yargılandıklarına ve hükümlü olduklarına bakılmaksızın bütün hasta ve yaşlı mahkûmlar özgürlüğe kavuşmalı.
- Sınır ötesi operasyonlara son verilmeli.
- Müzakerelerin kolaylaşması ve toplumun yeterince bilgi sahibi olabilmesi için, hem iktidar hem Kürt kesimi tarafından muhatap olarak kabul edilen PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çalışma ve toplumun çeşitli kesimlerinin temsilcileriyle iletişim kurma koşulları AİHM kararları da gözetilerek yeniden düzenlenmeli.
- OHAL döneminde çıkarılan 674 sayılı KHK ile getirilen ve yürütme organına seçilmiş belediye yöneticileri yerine kayyum atama yetkisi veren düzenlemeyi yasalaştıran 6758 sayılı yasanın 34. maddesi yürürlükten kaldırılmalı, yerel yönetimlerin idari ve mali yetkileri merkezle yetki paylaşımı yapılarak genişletilmeli, kamu yönetimi adem-i merkeziyet esasına göre yeniden yapılandırılmalı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekinceler kaldırılmalı ve katılım hakkını düzenleyen ek protokole taraf olunmalıdır.
- Kürt sorununun demokratik çözümü için gerekli yasal çerçevenin meclis tarafından oluşturulması ve silahsızlanma sürecinin izlenmesi için kurulması önerilen “Barış ve Demokratik Çözüm Komisyonu”siyasi partilerin eşit temsili, cinsiyet eşitliği, toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bakış açısına sahip, nitelikli çoğunlukla karar alma ve sivil toplum katılımı gibi ilkeler gözetilerek bir an önce hayata geçirilmeli.
- Siyasi liderler, kanaat önderleri ve özellikle medya mensupları başta olmak üzere kırıcı, buyurgan ve çatışmacı dili artık terk etmeliyiz. Savaşın çatışmanın kavganın diliyle barış olmaz.
“Umudumuz ve dileğimiz odur ki, bu kadim topraklara barış gelsin”
Konferansımızın en temel mesajı şudur:
Ülkemizin karşı karşıya olduğu bölgesel savaş tehlikesine karşı demokratik siyaset alanının geliştirilmesi, barış ve refah içinde bir arada yaşayan bir toplumun varlığı en büyük, belki tek güvencedir. Yanı sıra Kürt sorununa Türkiye’nin demokratikleşmesi çerçevesinde çözüm öngören somut bir projenin hazırlanmasına ihtiyaç vardır, güvenlikçi zihniyeti değiştirecek çoğulcu, katılımcı bir demokrasi projesine…
Konferansımız, sadece terörsüz Türkiye değil, mutlu, eşit, özgür, barış ve refah içindeki bir Türkiye’nin ülkede yaşayan herkesin hakkı ve umudu olduğu inancıyla barış ve demokrasiyi kazanmak için bütün toplum kesimlerine barış talebine sahip çıkma çağrısı yapmaktadır.
Umudumuz ve dileğimiz odur ki, bu kadim topraklara barış gelsin, hoş gelsin sefalar getirsin.”