AHMET KURUCAN | YORUM
Aslında bu konu gündemimde yoktu. Ne bir yazı planıma girmişti ne de yakın dönemde zihnimi meşgul etmişti. Ama Avrupa’dan bir genç kardeşimiz, bu soruyu bana yöneltti: “Neden Fârâbî ve İbn Sînâ, İslam dünyasında Gazâlî ya da Mevlânâ kadar tanınmaz ve sahiplenilmez?”
Soru hem çok yerindeydi hem de sevindirici… Çünkü bu tür sorular, meseleleri sadece yüzeyden değil derinlemesine kavramaya çalışan bir bilinç düzeyini gösteriyor. Böyle bir gençliğin varlığı umut verici değil mi?
İşte bu vesileyle, bu önemli meseleyi kaleme alma gereği duydum.
İslam düşünce tarihinde Fârâbî ve İbn Sînâ, felsefî sistemin inşasında merkezi rol oynamış; yalnızca İslam dünyasını değil, Batı düşüncesini de derinden etkilemiş iki filozoftur. Buna rağmen bugünün İslam toplumlarında, Gazâlî ve Mevlânâ kadar yaygın bir tanınırlığa veya sahiplenilmeye ulaşamamışlardır.
Bu durumu anlamak için teolojik, pedagojik, tasavvufi, tarihsel ve ideolojik birçok katmanı birlikte ele almak gerekir.
İbn Sina…
Teolojik açıdan, Gazâlî’nin Tehâfütü’l-Felâsife adlı eseri, Fârâbî ve İbn Sînâ’nın metafizik sistemine yönelik ciddi eleştiriler içerir. Özellikle âlemin ezelîliği, Allah’ın yalnızca tümelleri bilmesi ve haşrin ruhânî olması gibi görüşleri, kelâmî bakış açısından sorunlu bulunmuştur. Bu eleştiriler, zamanla bu iki düşünürün sistematik olarak dışlanmasına ve felsefeye karşı bir güvensizliğin kurumsallaşmasına yol açmıştır. Medrese geleneğinde felsefeye mesafeli, hatta zaman zaman düşmanca bir tavır gelişmiştir.
Pedagojik bağlamda, Fârâbî ve İbn Sînâ’nın dili oldukça teknik ve soyuttur. Sudûr teorisi, nefis mertebeleri, akıl türleri gibi kavramlar özel bir eğitim arka planı gerektirir. Mevlânâ’nın şiirsel dili veya Gazâlî’nin ahlaki ve tasavvufî anlatımıyla kıyaslandığında, bu filozofların eserleri, geniş halk kitleleri ve günümüz okuyucusu için yoğun bir kavramsal çaba gerektirir. Bu durum da onların geniş kitlelerce benimsenmesini zorlaştırmaktadır.
Tasavvufî ve kültürel düzlemde, Mevlânâ gibi mutasavvıflar, halkın diliyle konuşmuş; aşk, sabır, merhamet gibi duygusal temalar üzerinden büyük bir muhatap kitlesiyle buluşmuştur. Buna karşılık Fârâbî ve İbn Sînâ’nın akıl merkezli yaklaşımı, halk nezdinde duygusal bir karşılık bulmakta zorlanmıştır. Günümüz İslam dünyasında hemen herkesin bildiği gibi “maneviyat” daha çok duygusal ve mistik bir çerçevede anlaşılmakta; hamaset ön plana çıkmakta, rasyonel derinliği merkeze alan bir maneviyat ise ikinci planda kalmaktadır.
Tarihsel açıdan ise İbn Sînâ’nın tıp alanındaki eserleri, özellikle Orta Çağ Avrupa’sında ‘el-Kanun fi el-Tıbb’ yani ‘Tıbbın Kanunu’ adlı eseri “Avicenna” adıyla Latinceye çevrilmiş ve yüzyıllarca üniversite müfredatlarında ders kitabı olarak okutulmuştur. Ancak İslam dünyasında, bu eserler zamanla “gereksiz” veya “tehlikeli” olarak görülmüş; kimi zaman sansürlenmiş, kimi zaman ilgisizlikle karşılanmıştır. Bu da maalesef entelektüel alanda kendi özümüze yabancılaşmanın acı bir örneğidir.
Farabi…
Son olarak siyasi ve ideolojik nedenler de söz konusudur. Şöyle ki modern dönemde Selefî ve literalist yaklaşımların güç kazanması, felsefe ve akıl yürütmeye olan mesafeyi daha da derinleştirmiştir. Dinin kaynağını yalnızca Kur’an ve Sünnet’le sınırlayan bu yaklaşımlar, içtihadı ve aklî delilleri geri plana atmış, Fârâbî ve İbn Sînâ gibi isimleri “meşru düşünce”nin dışına itmiştir. Bu anlayış, medrese-mescit-tekye ekseni dışındaki fikrî üretimleri değersizleştirmiştir.
Sonuç olarak İslam dünyası bugün ne yazık ki epistemolojik derinliği ve entelektüel üretkenliği büyük ölçüde kaybetmiş durumdadır. Bu kaybın telafisi, yüzeysel bilgi aktarımının ötesine geçmeyi; felsefî sistem kurucularının mirasına yeniden yönelmeyi gerektirmektedir. Fârâbî’nin siyaset felsefesi ve toplum teorisi; İbn Sînâ’nın akıl-vahiy sentezi ve ontolojik yaklaşımı, çağdaş İslam toplumlarının ihtiyaç duyduğu düşünsel zeminleri yeniden inşa edebilir.
Onları yalnızca “geçmişin filozofları” olarak değil, aynı zamanda geleceğin entelektüel rehberleri olarak yeniden değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü geleceğin sağlam zeminleri, sağlam temellerin yeniden keşfiyle mümkündür. İşte gencimizin sorusu bu noktada çok büyük bir anlam ifade etmektedir.
Allah sayılarını ziyadeleştirsin.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***