İBB Başkanı ve cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek ile ilgili ifadeleri nedeniyle yargılandığı dava 16 Temmuz 2025’e ertelendi.
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’i eleştirmesi nedeniyle yargılandığı davanın ikinci duruşması Silivri Cezaevi kampüsünde görüldü. İmamoğlu, ifadesinde “Cumhurbaşkanı adayı olduğum için buradayım. Ranta ve talana karşı durduğum için cezalandırılıyorum.” dedi.
İmamoğlu, yaklaşık 90 gündür tutuklu bulunduğu Marmara Cezaevi’nden duruşma salonuna jandarma eşliğinde getirildi. Mahkeme salonunda izleyiciler İmamoğlu’nu “Türkiye seninle gurur duyuyor” ve “Cumhurbaşkanım hoş geldin” sloganları ile ayakta karşıladı. Duruşmayı CHP Genel Başkanı Özgür Özel de takip etti.
İmamoğlu hakkında, “terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek” ve “tehdit” suçlamalarıyla 7 yıl 4 aya kadar hapis ve siyasi yasak isteniyordu.
İmamoğlu, savunmasında, “Bu bir dava değil, bir cezalandırma sürecidir. Seçimleri üç kez kazanarak iktidarın planlarını bozdum. Bu nedenle buradayım.” ifadelerini kullandı. 14 ay önce vefat eden Manisa Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’i anarak sözlerine başlayan İmamoğlu, “Milletin gönlünde yer edinmiş bir isimdi. Onun gibi yöneticilere hasret kaldık.” dedi.
“İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır diyen zihniyete karşı 3 kez seçim kazandığım için buradayım. “diye konuşan İmamoğlu, savunmasına şöyle devam etti:
“Bugün Silivri’deyiz. Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumu içindeki mahkeme salonunda, hakkımda açılan davanın ikinci celsesi için yargı önündeyiz. Oysa Çağlayan’da olmamız gerekirken, buradayız. Yüce Türk yargısı için burada olmayı ve bu şekilde yargılanmayı asla kabul etmiyorum, içime sindiremiyorum. Türkiye’ye büyük maddi, manevi ve uluslararası itibar kaybı yaşatan bir operasyonun sonucu olarak buradayız.
Cevabı olmayan ama en net soruyu soruyorum: Biz neden Silivri’deyiz? Tutsağız. Zindandayız. Manevi bedeli ağır, moral bedeli ağır, ekonomik bedeli ağır. ‘Ben ekonomistim’ dediği için değil; gerçekten ekonomist olan kişilerin hesabına göre bu operasyonun bedeli yaklaşık 150 milyar dolar. Krizlerin içinde boğulurken bu bedel neden ödeniyor?
Ben neden Silivri’de tutsak, zindandayım?
Çünkü “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” diyen bir zihniyete karşı tam üç kez seçim kazandık.
Çünkü 16 milyon insanımıza eşit hizmet götüren, yoksullardan gençlere, çocuklara, kadınlara kadar herkese dert ortağı olan, dertlerine çözüm üreten halkçı belediyecilik yaptığımız için buradayız.
Metroda, altyapıda, kentsel dönüşümde, çevre yatırımlarında icraatçı belediyecilik yaptığımız için buradayız.
İstanbul’un muhafızı olduğumuz için, ranta ve talana “hayır” dediğimiz için buradayız.
15,5 milyon insanın oyunu aldığım ve milletin güçlü teveccühünü kazandığım için buradayım.
Buradan milletimize bir kez daha haykırarak soruyorum: Biz yargılanıyor muyuz? Hayır! Biz 90 gündür, hatta bazılarımız 250 gündür tutsak; yargı tacizine maruz kalıyoruz. Psikolojik işkence ve düşman hukuku ile karşı karşıyayız. Kumpaslar, iftiralar, algı operasyonları, gizli tanık yalanları ve geçmişi suç dolu insanların iftiralarıyla esir tutuluyoruz. Bu bir yargılama değil, doğrudan cezalandırmadır.
Yargılanmıyoruz, cezalandırılıyoruz.
Türkiye tarihinde görülmemiş uygulamaları bu millet yaşadı:
Şafak vakti evlerden insanlar alındı; beş gün boyunca nezarette, pislik içinde, aç ve susuz bırakıldılar.
Tutsak arkadaşlarımız yargı mensupları tarafından tehdit edildi.
Aileleri ve işleri ile tehdit edilerek iftiraya zorlandılar.
600–700 kilometre mesafelere, onlarca arkadaşımız acımasızca sürgün edildi.
Kadınlara daha büyük zulümler yapıldı; iftiraya zorlandılar.
Avukatların savunma hakları ellerinden alındı; gizlilik kararlarıyla susturuldular.
Gençler, aylarca protesto yaptıkları için hapiste tutuldu.
Ne yazık ki milyonlarca insanı temsil eden belediye başkanları, siyasi yol arkadaşlarımız, kıymetli bürokratlarımız haksız ve hukuksuz bir şekilde hapisle cezalandırılıyor. Millet açlık ve sefalet içindeyken, bu zulüm koltuk hırsıyla yapılıyor.”
YARGI MENSUPLARINA ÇAĞRI YAPTI
“Bu süreçte, benim ülkem adına en büyük idealim; bir hukuk devleti tahayyülüdür.” diyen İmamoğlu, şu ifadeleri kullandı:
“Ancak öyle bir hukuk devleti ki; yalnızca metinlerde değil, uygulamada da adaleti esas alsın. Hâkimin önündeki dosyada isim değil delil, düşünce değil eylem, aidiyet değil hukuk konuşulsun. Savunma, yargının asli unsuru olarak saygı görsün. Hiçbir yurttaş, hak ararken korkmasın. Bir insan, fikrini beyan ettiğinde değil, susmak zorunda bırakıldığında tehdit altında olduğunu hissetsin. Kararı veren yargı mensupları, yani adaleti sağlamakla mükellef şerefli insanlar verdikleri kararlardan dolayı herhangi bir korku veya endişe yaşamadan, bağımsız ve tarafsız olarak düşünsün, karar versin.
Benim tahayyül ettiğim hukuk devleti; iktidarların değil, adaletin hüküm sürdüğü bir düzendir. Siyasi iktidarların gücünü sınırlayan, yurttaşın hakkını koruyan, adaleti yalnızca güçlülerin değil, güçsüzlerin de umudu yapan bir sistemdir. Bugün burada yargılanan ben değilim; bugün burada, iktidarın hoşuna gitmeyen her muhalif duruş, her demokratik kazanım ve millet iradesi yargılanmak isteniyor.
Ama bilinmelidir ki; bir ülkeyi ayakta tutan ne silah gücüdür ne servet birikimidir. O ülkeyi ayakta tutan tek şey adalettir, haktır, hukuktur. Ve adaletin olmadığı bir memlekette ne yatırım olur, ne huzur olur, ne de gelecek. Ne refah olur, ne bereket olur, ne de zenginlik. O yüzden bu mücadele yalnız benim değil, bu ülkenin tüm çocuklarının, torunlarımızın, gelecekte bu mahkeme salonlarını adaletin evi olarak görmek isteyen herkesin mücadelesidir.”
“DÜŞÜNCESİ NEDENİYLE KİMSE CEZALANDIRILAMAZ”
“Ben işte bu inançla, bu umutla, bu ideal uğruna direniyorum.” diyen İmamoğlu, şu sözleri kullandı: “Her gün ‘Yargı bağımsızdır’ demeci verince yargı bağımsız olmuyor. Yargı bağımsızlığı için irade gerekir. Aksi halde 100 kuruma iş yapan birine ‘çete’ dersiniz; 5 CHP’liyi hedef alır, 95’ine dokunmazsınız; sonra o ‘çete’ dediğiniz kişiyi serbest bırakırsınız. Bu, hukuk devleti değil, üstünlerin hukuku olur. Hayalini kurduğum bu hukuk sistemi, bu binadaki herkesin—hakiminden avukatına, güvenlik görevlisinden genel başkanımıza kadar—evlatlarına, torunlarına eşit şekilde muamele edilmesini sağlar. Hiçbir çocuğumuz sabah baskınıyla evinden alınmaz. Hiçbir yurttaşımız, düşüncesi nedeniyle düşmanlaştırılmaz.
Ben, bu ülkenin her insanını seven bir yönetici olarak çocuklara ayrı bir sevgiyle bakan, insan sevgisini yüreğinde taşıyan biriyim. Bizim idealimiz; üretken, düşünen, yaratıcı, doğaya saygılı, kindarlıktan uzak, dünya ile rekabet edebilen bir gençliktir. ‘Benden olmayan bertaraf olsun’ demeyen bir anlayışla, milletin tüm evlatlarını mutlu etmek hedefimizdir.”
“Evet, mücadeleye devam ediyorum. Bu, sadece benim ya da yol arkadaşlarımın değil; milletimiz adına verilen büyük bir mücadeledir.” diyen İmamoğlu, şu ana kadar önüne çıkarılan engelleri sıraladı ve tek tek anlattı: “Neler yaşadım, neler:
Ahmak Davası: Hadi anlatın bakalım, neden hâkim değişti? 2,5 yıldır neden istinafta bekletiliyor?
Seçim İptali: Koca İstanbul halkını, iradesini nasıl suçladınız? Sandıklar, görevliler suçlu değil ama seçim iptal. O hâlde soruyorum: Kim çaldı?
Büyükçekmece Davası: 1000 gün oldu, dört duruşma geçti, savcı yok, mütalaa yok. Bu nasıl bir kötülük?
Bilirkişi Davası: 24 dosyada aynı kişi bilirkişi! Bunun tesadüf olduğuna, bir olasılık olduğuna inanmamızı bekliyorlar yahu, hangi akıl ile dalga geçmektedir, bu milleti küçümsemektir. Avukatlarım suç duyurusunda bulundu, ses yok. Ben bu haksızlığı milletime açıklayınca hemen resen soruşturma! Bu mudur hukuk?”
“GELELİM TURBUN BÜYÜĞÜNE…”
“Ve gelelim en vahim meseleye: Gelelim turpun büyüğüne, dananın kuyruğuna, ahtapotun kollarına… Benim anamın ak sütü gibi helal diplomamı bir koltuk uğruna iptal ediyorsunuz. 28 kişinin daha hayatını mahvediyorsunuz.
Savcılık bu işi hızlandırmak için devreye giriyor! Bu yapılır mı? Ülke yanıyor. Ekonomi çökmüş. Millet umutsuz. Çocuklar ağlıyor. Ama siz hâlâ cezalandırma peşindesiniz. Resmim yasak, sesim yasak, sosyal medya yasak… Ama bilin ki milletin gönlünden beni silemezsiniz. Sevgi büyür, büyür, büyür! Güç gösterisi, zayıflığın alametidir.
Bir iktidarın en zayıf hali, muhaliflerini tutukladığı andır. Meşru bir iktidar, böyle bir zulme tenezzül eder mi? Etmez. Karizma, elindeki yetkiyi masum insanlara karşı kullandığın anda yerle bir olur. Bir ülke yanlış yolda ısrar etmez. Eğer ederse, bu kibirdir. Bunun adı patika bağımlılığıdır.
Türkiye başka bir yol gösteriyor. Dünya ve konjonktür bizi başka bir yöne çağırıyor. Bu dönemi ıskalarsak gençlerimize ve geleceğimize yazık olur. Buna müsaade etmeyeceğiz, derdimiz budur. Bizim derdimiz budur: ‘Devletin dini adalettir.’ ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.’ Bu ilkelerle yürümek zorundayız.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***