Analiz / Doç. Dr. Osman TEK
“ABD Temsilciler Meclisi’ne bağlı Tom Lantos İnsan Hakları Komisyonu, 10 Haziran’da Washington’da gerçekleşen oturumunda Türkiye’deki insan hakları ihlallerini tüm açıklığı ile ortaya koydu. Geniş katılımlı bu oturuma, aralarında eski NBA yıldızı ve insan hakları savunucusu Enes Kanter Freedom, Alliance for Shared Values yöneticisi Dr. Alp Aslandoğan ve American Enterprise Institute uzmanı Dr. Michael Rubin tanık olarak katıldı.”
Geçmişte medeniyetler arası köprü olarak anılan Türkiye, uzun yıllar boyunca İslam’ın modernite ile barışabileceğini gösteren istisnai bir örnek olarak sunulmuştu. Batı ve Doğu’nun kesişim noktasında yer alan bu topraklar; çoğulculuğun, fikir özgürlüğünün, eğitimli bir Müslüman toplumun ve sivil toplum reflekslerinin bir arada var olabildiği bir model ülkeydi.
Ancak bugün, bu umut veren vizyonun enkazı altında kalan bir Türkiye ile karşı karşıyayız. NBA yıldızı ve insan hakları savunucusu Enes Kanter Freedom’un, dün gece ABD İnsan Hakları Komisyonu’nda yaptığı konuşma bu gerilemenin somut bir tanıklığıdır. Freedom, Türkiye’nin bir zamanlar parlayan insan hakları sicilinin; toplumu kutuplaştıran söylemler, dini araçsallaştıran politikalar, hukuk devletini aşındıran uygulamalar ve temel haklara yönelik sistematik ihlallerle nasıl tarumar edildiğini çarpıcı ifadelerle özetledi:
“Bir zamanlar Türkiye, medeniyetlerin, dinlerin ve kültürlerin kesiştiği bir yerdi… Bugün ise milyonlarca masum insan, sesi duyulmayan bir cehennemin içinde yaşıyor.”
Bugün Türkiye, uluslararası yaptırımları delmeye çalışan, şeffaflığı yitirmiş bir dış politika yürüten, içeride ise muhalefet mensuplarını, belediye başkanlarını, gazetecileri ve öğrencileri baskı altına alan bir otoriterlik sarmalındadır. Siyasi saiklerle açılan davalarla muhalefet sindirilmekte, gazeteciler ya susturulmakta ya da hapsedilmektedir. Sosyal faaliyetlere katılan çocuklar gözaltına alınmakta, terörle hiçbir ilgisi olmayan anneler sırf yardım yaptıkları için cezaevine konulmaktadır. İnsan hakları mücadelesi verenlerin sesleri bastırılmakta, yargı sisteminin bağımsızlığı sembolik bir hatıra hâline gelmektedir.
Dr. Alp Aslandoğan’ın Komisyon’daki ifadesi bu tabloyu rakamlarla somutlaştırdı:
“705.172 kişi hakkında terör soruşturması açıldı. 125.456 mahkûmiyet kararı verildi. Sadece dini sohbetlere katılanlar, sinemaya giden gençler ya da kahvaltı yapan gruplar ‘örgüt üyeliği’ ile suçlandı.”
Türkiye’deki hukuk ihlalleri, ne yazık ki 14 asır öncesi Arap cahiliyye toplumunu hatırlatmaktadır. O dönemde güçlülerin hukuku geçerliydi. Elit kesim, dilediği kişinin malına çökebiliyor, zayıf olanı ezebiliyor, cana kast edebiliyordu. Yemenli bir tüccarın malına haksızca el konulması sonucu mağdur tüccar EbûKubeys tepesinde mağduriyetini anlatan bir şiir okuyarak Mekke’nin eşrafını harekete geçirmiş; Hz. Peygamber’in de genç yaşta dâhil olduğu bu topluluk, mazlumların hakkını savunmak için tarihî bir sözleşme imzalamıştı.
Bugünün Türkiye’sinde ise durum daha iç karartıcıdır. Cahiliyyenin gerisine düşen Türkiye, ne yazık ki, içinden mazlum ve mağdurların hakkını savunan bir ”Erdemliler Topluluğu” çıkaramamıştır. Yasama, yürütme ve yargının tek elde toplandığı bir düzende, hak arayışının kurumsal karşılığı neredeyse kalmamıştır. Adaletin yükünü taşıması gereken kurumlar ya etkisizleştirilmiş ya da siyasi çıkarların aracı hâline getirilmiştir. Hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı gibi demokratik temeller erozyona uğramış; kamu vicdanı adeta suskunluğa gömülmüştür.
Bu koşullar altında, iç hukuk yolları tükenen mağdurlar seslerini artık uluslararası platformlarda duyurmaya çalışmaktadır. Amerika’daki bu oturum ve benzerleri mağdurlar için bir nevi dijital EbûKubeys tepesi olmuştur; çünkü ilgili yargı kurumları sessiz, sağır ve hareketsiz kalmıştır. Ne acıdır ki, bu çağrılar ülke içinde “hainlik” veya “dış mihraklarla iş birliği” suçlamasıyla karşılık bulmakta, mağdur bir kez daha mağdur edilmektedir.
Erdemliler Topluluğu, İslâm öncesi ortak vicdanın müşahhas bir örneğiydi. Bu tarihsel model, sadece geçmişin değil, günümüzün de ilham kaynağı olmalıdır. Ancak ne gariptir ki, bugünün “modern” Türkiye’si, adaleti arayan insanların, tıpkı cahiliye dönemindeki gibi, EbûKubeys tepesine çıkıp haykırmak zorunda kaldığı bir düzleme evrilmiştir. Ancak feryatlara kulak veren bir merci kalmamıştır.
Adaletin sessizliğe büründüğü her coğrafyada zulüm daha da pervasızlaşır. Bugün Türkiye’de suskunluk, suç ortaklığına dönüşmüştür. Ve eğer yakın gelecekte vicdanlı bireyler, hakikatin ve adaletin sesi olamazsa, bu suskunluk nesiller boyu sürecek bir inkârın başlangıcı olacaktır.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***