Türkiye, yaklaşık kırk yıldır süren terörle mücadelenin mali, toplumsal ve siyasal yükünü taşıyor. Bu mücadele sadece doğrudan askeri operasyonları değil, aynı zamanda güvenlik aygıtlarının büyümesini, şehirlerdeki güvenlik harcamalarını, sınır güvenliğini, göç yönetimini ve dolaylı ekonomik kayıpları da kapsıyor. Terör tehdidinin ortadan kalkması, ilk bakışta toplum için bir rahatlama gibi görünse de, bu gelişmenin rejim açısından nasıl bir sonuç doğuracağı sorusu üzerinde ayrıca durmak gerekiyor. Çünkü bugünkü Türkiye’de esas sorun, esas tehdit güvenlik değil, rejimin niteliği.
ABD’nin stratejik manevrası: Güvenlik kaygısını değil, denge politikasını önceliyor
Son yıllarda Ankara-Washington hattında dikkat çeken gelişmelerden biri, ABD’nin Türkiye’nin terörle mücadele konusundaki söylemlerine daha az açık şekilde karşı çıkması. Ancak bu durum, Türkiye’nin güvenlik kaygılarının ciddiye alındığı anlamına gelmiyor. Aksine, sahadaki gelişmelere bakıldığında Washington’ın asıl amacının Türkiye’yi bir geçiş sürecine ikna etmek olduğu görülüyor. Bu süreçte, Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt özerk yapısının önünü açacak siyasi planlamalar yapılırken, Türkiye’nin buna yüksek sesle itiraz etmemesi sağlanıyor.
Burada dikkat çekici olan, terörle mücadelenin hafiflemesi karşılığında Erdoğan yönetiminin iç politikada ve ekonomide rahatlatılması olabilir. Yani ABD, Türkiye’nin taleplerini değil, kendi uzun vadeli planlarını merkeze alan bir pazarlık yürütüyor. Bu pazarlıkta, PKK/YPG gibi yapılarla “yeni statü” vaadi üzerinden ilişkiler sürerken, Türkiye sahada daha az çatışmalı bir ortamla yetinmeye razı ediliyor. Bu da içeride rejimin en büyük mali yüklerinden birini hafifletiyor.
Terörsüz Türkiye’nin mali getirisi: Yeni kaynak, yeni denge
Terörle mücadelenin Türkiye’ye yıllık maliyeti, güvenlik uzmanları ve çeşitli düşünce kuruluşlarına göre, doğrudan ve dolaylı kalemlerle birlikte 30 ila 60 milyar dolar arasında değişiyor. Bu rakamın bileşenleri şöyle özetlenebilir:
- Savunma ve güvenlik harcamaları: 2024 bütçesinde yaklaşık 1.2 trilyon TL yalnızca İçişleri ve Savunma Bakanlığına ayrıldı. Bu bütçenin önemli bir kısmı doğrudan terörle mücadeleye gidiyor.
- Turizm kayıpları: Güvenlik endişeleri nedeniyle yılda 5-10 milyar dolar arası potansiyel gelir kaybı yaşanıyor.
- Yatırım ortamı ve sermaye girişi: Terör riski azaldığında, doğrudan yabancı yatırımların artma potansiyeli var. Yıllık 10 milyar dolar ve üzeri sermaye girişi mümkün.
- Bölgesel kalkınma, iç göç, sosyal destekler: Terör nedeniyle yaşanan altyapı bozulmaları, zorunlu göç ve sosyal destek harcamaları yılda milyarlarca liralık ek yük oluşturuyor.
Tüm bu unsurlar ortadan kalktığında, Türkiye sadece mali yükten kurtulmuş olmaz. Aynı zamanda gelir üretme potansiyeli artar. Turizmde 50 milyonun üzerinde ziyaretçi, yeniden cazip hale gelen Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde ekonomik canlanma, Kürt meselesinin sert güvenlik politikaları dışında çözülme ihtimali gibi gelişmeler, rejimin nefes almasını sağlayabilir.
Otoriter bir rejim için gerekli zemin mi hazırlanıyor?
Bugün Erdoğan rejiminin karşılaştığı temel sorun, siyasi muhalefet değil, ekonomik sürdürülebilirliktir. Terörsüz bir ortamda bütçe üzerindeki baskının azalması, dış yatırımların artması ve turizm gelirlerinin yükselmesi gibi gelişmeler, rejimin ekonomik krizden çıkmasına yardımcı olabilir. Bu da Erdoğan’ın sadece iktidarda kalmasını değil, sistemini kalıcılaştırmasını mümkün kılabilir.
Kısacası, terörle mücadelenin sonlanması, rejimin elini sadece siyaseten değil, mali olarak da güçlendirir. Bu, Erdoğan’ın artık halk desteğine değil, devletin ekonomik kontrolüne dayalı bir yönetim modeli oluşturmasını kolaylaştırır. Muhalefetin zayıfladığı, yargının ve medyanın kontrol altına alındığı bir düzende, geriye kalan tek tehdit ekonomik krizdi. Bu da kontrol altına alındığında, Türkiye’nin tümüyle demokratik sistemin dışına çıkması mümkün hale gelir.
Sonuç: Barış değil, kontrol stratejisi
Bu sürecin barışa ya da demokratikleşmeye değil, mücadelenin biçim değiştirmesine işaret ettiğini söylemek gerekir. Öcalan’ın yıllardır dile getirdiği “siyasi araçlarla mücadele” teziyle uyumlu biçimde, silahlı çatışmaların yerini daha kurumsal ve uluslararası mecralarda yürütülen mücadeleler alıyor olabilir. Ancak bu, Kürt meselesinin çözümü anlamına gelmiyor. Sorun çözülmekten çok, yeniden şekilleniyor.
Terörsüzlük, barışçıl ve demokratik bir geleceğe işaret etmeyebilir. Aksine bu durum, rejim için büyük bir fırsata dönüşebilir. ABD’nin şu anki politikası, Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlamak değil, Ortadoğu’daki riskleri azaltmak için öngörülebilir rejimleri ayakta tutmaktır. Erdoğan yönetimi için bu yeni denklem, otoriterliğin mali temellerini yeniden kurma şansı sunuyor. Ve belki de ilk kez, terörün yokluğu, bir rejimin varlığını daha da pekiştirecek kadar stratejik bir rol oynuyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***