ANKARA – Sosyolog Demir Küçükaydın, Abdullah Öcalan’ın çağrısı sonrası yaşananları “yeni bir atılımın başlangıcı” olarak nitelendirerek, “Değişim sancılı olacak. ‘Biz bu adımı attık, sen bu adımı at’ demek yerine, halkın örgütlenmesine yoğunlaşmak gerekiyor” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta kamuoyuna deklare edilen “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın ardından 1 Mart’ta ateşkes kararı alan PKK, 9 Mayıs’ta 12. Kongresi’ni topladığını ve 12 Mayıs’ta açıkladığı sonuç bildirgesinde çalışmalarını sonlandırdığını duyurdu. Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla PKK’nin aldığı bu tarihi karar Türkiye ve dünya kamuoyunda yankı buldu.
Yazar ve sosyolog Demir Küçükaydın, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat çağrısı ve sonrasında yaşanan gelişmeleri değerlendirdi.
DEMOKRATİK ÇÖZÜM İÇİN STRATEJİK HAMLE
Küçükaydın, sürecin tarihsel bir eşik olduğunu belirterek, bu kararın sadece bir taktik değil, aynı zamanda Türkiye’de demokratik dönüşüm için gerekli stratejik bir hamle olduğunu söyledi. Devletin, Abdullah Öcalan’ın yıllar önce işaret ettiği noktaya geldiğini vurgulayan Küçükaydın, gelinen aşamayı “yeni bir atılımın başlangıcı” olarak değerlendirdi. Küçükaydın, mücadelenin biçiminin ezilenlerin çıkarlarına ve somut koşullara göre belirlenmesi gerektiği kaydederek, “Mücadelenin silahlısı da olur, Meclis’i de olur. Sorun somut koşullar çerçevesinde onun doğru olup olmadığı, ezilenlerin mücadelesine hizmet edip etmediğidir. Bu ise gerek tarihsel bağlamıyla, gerek dünya ve ülke çapındaki kültürel sınıfsal ilişkiler gibi bir sürü katmandan oluşan tahliller gerektirir. Başından beri desteğimi ilan ettim. Silahlı mücadeleye son verilmekte geç kalındığı 2013-2015 yılları arasında uygun zamanı olduğu ama bunun kanımca Öcalan’ın yeterince anlaşılamadığı için dirençle karşılaştığı düşüncesindeyim” dedi.
‘ÖCALAN’IN VARLIĞI BİR ŞANS’
Uluslararası dengelerdeki hızlı değişimin Türkiye’nin stratejik bir dönüş yapmaya ittiğini ifade eden Küçükaydın, “Uluslararası dengeler ve konum değişmeye başladı. Türkiye de ‘bu iş bizi de yakabilir’ stratejik bir dönüş yapma ihtiyacı hissetti. Şimdiye kadar savaştığı Kürtleri nasıl yanıma alırım, nasıl koruma altına alırım ki koruma, eşit olmayan bir ilişkiyi varsayar. ‘Ben onların hamisi olarak hem bölgedeki gücümü artırabilirim hem de istikrarımı koruyabilirim’ gibi bir yaklaşımla hareket etti. Öcalan 1990’lardan beri şunu söylüyordu: ‘Türkler bizlerin haklarını tanısa, Çin hududuna kadar bile demokrasi ile örnek olabilirler.’ Nesnel olarak böyledir zaten. Türkiye demokratik bir ülke olsaydı, bugünkü refahıyla nasıl Doğu Avrupa insanları refah nedeniyle kendine çektiyse, milyonlarca insan da Türkiye’ye gönüllü olarak katılabilirdi. Soruna böyle bakıldığında, Türk Devleti açısından Öcalan’ın varlığı bir tür şans olarak değerlendirilebilir” diye belirtti.
‘KÖKLÜ BİR DÖNÜŞÜM’
Kürt siyasi hareketinde yaşanan değişimi “basit bir hak talebinden çok mücadele biçiminde köklü bir dönüşüm” olarak değerlendiren Küçükaydın, “Bunlar sancılı bir süreçte olacaktır. Bu bakımdan şanslıyız. Çok daha zor olabilecek, bizim saflarımızı da parçalayabilecek gelişmeyi çok istisnai koşullarda daha kolay ve çok hızlı bir şekilde aştık. Bu süreçler uzadığında çok farklı komplikasyonlara da yol açabilir. Tıpkı doğumun uzaması durumunda anne ve çocuğun hayatının tehlikeye girmesi gibi… Biz bir mücadele biçiminden başka bir mücadele biçimine geçiyoruz. Politik hareketin sürekli devletten taleplerde bulunması ve ‘Biz bu adımı attık, sen de bu adımı at’ demesi yerine, halkın örgütlenmesine yoğunlaşması gerekiyor. Mücadele edeceğiz, sadece biçimimiz değişiyor. Bismarck zamanında Almanya’da işçi hareketinin yükselmesi sonrası yasa çıkarıldı. Alman işçileri, çiçek-böcek dernekleri kurarak en küçük yasal olanağı dahi kullanıp o sosyalistlere karşı çıkarılan yasayı işlevsiz hâle getirdiler ve burjuvaziye ‘Yasallık bizi öldürüyor’ dedirttiler. ‘Bu işçiler en küçük yasal olanaktan dahi yararlanıyor ve biz bir şey yapamıyoruz’ dediler” ifadelerini kullandı.
‘CİNLERİ BAŞINA TOPLAYAN…’
Küçükaydın, farklı ülkelerdeki ulusal kurtuluş ve gerilla hareketlerinden örnekler vererek, Türkiye’de Kürt sorununun çözümsüzlüğüne işaret etti. Devletin iç dinamiklerini “cinleri başına toplayan ama kontrol edemeyen büyücü” metaforuyla tanımlayan Küçükaydın, “Kürt hareketi mücadeleye başladığında şunu diyordum; herhalde Kürt sorununun çözümünü en çok Kürt öldürmüş bir general yapar. Devlet, öylesine cinleri başına dağıtamayan büyücüye dönüyor; halkın arasında öyle bir gericilik, faşist eğilimler yeşertiliyor ve örgütleniyor ki; bir manevra yapmaya kalktığı zaman başına topladığı cinlerden dolayı o manevrayı yapamaz hale geliyor. Şimdi de aynı şey söz konusu. Bahçeli, o generalin yerine geçen sivil biridir. Ama aynı özü ifade ediyor. Bu gibi durumlarda De Gaulle (Charles de Gaulle – Asker ve eski Fransa cumhurbaşkanı) Cezayir’in kurtuluşundan birkaç yıl önce Cezayir’e gidiyor. Halk ayaklanmış ve Cezayir’deki isyanı bastırmak üzere iktidara geliyor. Cezayir o zaman Fransız toprağıdır. De Gaulle bir miting yapıyor, herkes onu destekliyor. De Gaulle, ‘Sizi anladım’ diyor. O böyle deyince, istediklerini yapacak, Cezayir’i ezecek diye düşünüyorlar. O sıra Cezayir Kurtuluş Ordusu’nun liderlerini çağırıyor: ‘Bu işi nasıl bitireceğiz, onu konuşalım’ diyor. Ama bu konuşma olana kadar en az 300 bin kişi ölüyor. En çok Filistinli öldürmüş İzak Rabin bu işi yapabilirdi. Yaptı da ama sonra onu da temizlediler. Bizde de Eşref Bitlis’ler, Özal’lar var. Bütün bunlar da aynı olaylar” dedi.
‘YENİ BİR ATILIMIN BAŞLANGICI’
Abdullah Öcalan’ın yıllardır uyguladığı stratejinin sonuç verdiğini belirten Küçükaydın, “Bu iş yapılmasaydı ciddi yenilgiler olabilirdi. Uluslararası konjonktürün durumu ve Türk Devleti böyle bir politika değişikliği yapmak zorunda olmasaydı, silahlı mücadele artık legal mücadele alanlarının olanaklarının önünü kapatıyordu. Dolayısıyla o zaman yenilgi olabilirdi. Şu an bir yenilgi değil, başarılı bir hareket yapıldı. Bunu bir yenilgi olarak görmüyorum, aksine çok akıllıca yapılmış bir manevradır. Çok doğru zamanda, belki de son fırsat olarak yapılmış bir manevra. Yeni bir atılımın başlangıcıdır. Abdullah Öcalan ilk yakalandığında ‘teslim oldu’ diye anlayanlar oldu. Halbuki Abdullah Öcalan bir stratejik dönüş yapmıştı. Bu stratejik dönüşü insanlar anlamadı. Gelinen gerçeklikte bugün Ortadoğu’nun en demokratik partisi Kürt hareketini temsil eden partileridir. Türkiye’de de DEM Parti’dir. Her şeye rağmen gerilla hareketi varlığını sürdürdü. Suriye’de o koşullarda birdenbire YPG diye bir şey ortaya çıktı. Şu an bu stratejik dönüşler sayesinde, Türkiyelileşme sayesinde, bugün Türkiye’de muhalefet içerisinde Türkiye’yi demokratikleştiren özünde Kürt hareketinin oluşturduğu muazzam bir güç var. Bütün bunların benzerini, bundan sonra da inşallah göreceğiz” diye konuştu.
‘DEVLET ÖCALAN’IN DEDİĞİNE GELDİ’
Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı sonrasında yaşanan gelişmeleri başından beri desteklediğini söyleyen Küçükaydın, “Bu eylemi başından beri de destekledim. Zaten 10 yıl önce yapılması gerekirdi. Bu bakımdan bir zafer, Öcalan’ın dediği koşullarda değil ama Öcalan beyanatlarını verirken her zaman şunu da hesaplar: devletin içerisinde de farklı eğilimler vardır. Savaşan bir insan her zaman bu eğilimler ve çıkarlar arasında, kendi amaçları ile bir ölçüde olsa çakışanların konumunu güçlendirip karşı tarafın politikalarını kendisiyle uyumlu hale getirebilmesi için çalışır. Öcalan’ın böyle bir yanı da vardır. Bu yönde mesajlar verdi. Atatürk’ler zamanında, Lozan meselesini der. İnsanlar Atatürk’ü övüyor zanneder. Hayır, Atatürk’ü övmüyor; 1923-1924’e kadarki politikayı referans alarak devletin içindeki belli güçlere de mesaj veriyor. ‘Bakın bir şeyler olursa, dışarıda aramaya gerek yok. Siz bunu kabul edin, o zaman biz barışçıl yollardan da gideriz’ demek istiyordu” diye belirtti.
‘DEVLET BUNU GÖRDÜ’
Devletin bunu gördüğünü aktaran Küçükaydın, “Öcalan böyle bir uzun vadeli politika yapmasaydı, devletin böyle bir muhatabı olmasaydı, böyle bir adımı da atamazdı. Atsa bile bu bir yankı bulamazdı. Bu açıdan olağanüstü bir çakışma denk geldi. Öcalan’ın yıllardır savunduğuyla, uluslararası gelişmelerle birlikte Türkiye devletinin kabul etmek zorunda olduğu, Kürtleri karşıya iterek yapamayacağı gerçeği bir araya geldi. Kısa zamanda belli bir neticeye ulaşıldı. Ama hala bir sürü iş var. Çok önemli bir zorluğun aşıldığını düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
DEMİR KÜÇÜKAYDIN KİMDİR?
Lise yıllarının bir kısmını İzmir Karşıyaka’da geçirdi ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) içerisinde çalışma yürütmeye başladı. İstanbul Üniversite’sinde sosyoloji bölümü okudu. 1968’de başlayan üniversite gençliğinin mücadelesinde aktif bir rol oynadı. Fikir Kulüpleri Federasyonu’ndan (FKF) ayrıldığı süreçte Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla tanıştı. Bu sürede Devrimci Öğrenci Birliği’ni kurdular. FKF’nin (Fikir Kulüpleri Federasyonu) Dev-Genç (Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu) olduğu kongrede Cihan Alptekin ile birlikte İstanbul Bölge Yürütme Kurulu’na ve Genel Yönetim Kurulu’na seçildi. Gerilla savaşını öğrenmek üzere Filistin’e gitti Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nde (FHKC) askeri eğitim aldı. Türkiye’ye döndüğünde işkence görerek gözaltına alındı ve tutuklandı. 12 Mart Dönemi’nde Hikmet Kıvılcımlı’nın çıkardığı Sosyalist Gazete’de çalıştı. Dev-Genç İstanbul davasından yakalandı. Kıvılcımlı’nın yazdığı Vatan Partisi Programı temelinde kongrenin hazırlayıcılarından biri oldu. Gazete yazıları nedeniyle 17 yıl hapis cezası aldı, Toptaşı ve Niğde cezaevlerinde tutuldu. Tünel kazma girişimi ve 12 Eylül protestosu nedeniyle hücre cezası aldı. Devlet başkanına hakaretten yargılandı ve Malatya Cezaevi’nde 15 ay müşahede hücresinde kaldı. Tahliye sonrası askere alındı, ardından Dördüncü Enternasyonal’in desteğiyle İstanbul’a dönerek yurt dışına çıktı. İsveç’te çıkan Kürdistan Press’e, Özgür Politika, Yeni Gündem ve Özgür Gündem’e yazılar yazdı. Yazar, sosyolog ve aktivisttir.
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***