(2. Bölüm)
-Bulutlar üstünde kurgusal gezintiler.-
VEYSEL AYHAN | YORUM
– Yol arkadaşı onu pek çok alemde gezdirdi. Aklında ve gönlünde ne varsa oralarda âram ettiler. Sonra tekrar dünya boyutuna indiler. Bir güvercinin kanadının süzülüşü gibi sakin, bir şimşek kadar hızlıydılar. Güneş doğmak üzereydi. Yeryüzü yeni bir kargaşaya gebeydi.
Küçük bir şehre vardılar. Yol arkadaşı işaret etti.
- Bak senin arkadaşlarını yakalıyorlar. Kızlar, erkekler…
- Bunlar benden de gençmiş!
- Evet 19 yaşında olan da var, 15 yaşında olan da.
- Niye gözaltına alıyorlar?
- Bir sebep gerekmiyor. Siz sebeplere değil müsebbibü’l esbaba bakmayı öğrendiniz.
- Evet öyle öğrendik. Öyle bakmamız gerekir.
- Ama bazınız sebeplere takılıyor. Yapanları, sebep olanları, yakalayanları lanetliyorsunuz. Onlar elbette laneti hak ediyor. Ama hiç kimse Allah’ın takdirinin ötesine geçemez.
- Yani Allah izin veriyor.
- Tabii ki. Bak sen bile sebeplere takılmışsın.
- Ama görünen korkunç…
- Öyle düşünme. Siz Allah’a inanıyorsunuz değil mi?
- Bu nasıl soru? Tabii ki inanıyoruz.
- Bu çocukları aileleri seviyor mu?
- Elbette, bak anne babalar gözyaşı ve korku içinde. Nasıl endişeliler!
- Sen önce şuna inan, Allah o çocukları anne ve babalarından çok daha fazla seviyor.
- O zaman şu başlarına gelenler?
- Önce şuna imanını tazele. Allah sevmediğine kendinden dolayı mihnet vermez. Mihnet çekmek Rabbânî bir müjdedir.
- Anlamadım. Mihnet ne?
- Zahmet, sıkıntı, çile demek. Bir insanın başına eğer Allah’tan dolayı bir incinme geldiyse Allah onu himaye halkasına dahil eder. Teminat altına almış olur.
- Biraz açar mısın?
- Bir genç Allah rızası için bazı ameller yapar. Bu ameller Allah nezdinde çok değerli ise Allah onu bazı musibetlere düçâr eder. O musibetlerle o gençler Allah’a kurbiyet kesbeder. Ve Rabbimiz o gençleri “Kendisi”nden dolayı çektikleri eziyetler vesilesiyle hıfzı altına alır.
- Güzelmiş.
- Bu sırrı siz dünyada okudunuz.
- Nasıl?
- Sen “Maddi musibetler musibet değildir.” cümlesini hatırlamadın mı?
- Evet hatırladım.
- Bir mihnet musibet değilse nimettir. Sır dedim ya sana bir sır vereyim. Allah sizi seviyor. Hepinizi seviyor. Emin ol annelerinizin sevgisi bunun yanında bir lem’a bile değil. Biz sizlere imreniyoruz. Allah’tan dolayı mihnet çekmekten daha yüce ne olabilir? Rabbi’miz sebebiyle başına gelen şeylere sabretmekten daha izzet verici ne olabilir? Bak sıra sıra dizilmişler, alınlar ak, başları dik, bilekleri kelepçeli yürüyorlar. Bu fotoğraflar yarın cennetin duvarlarını süsleyecek. Onur ve mihnet müzesinin en değerli tabloları olacak.
- Bakış açısı tabi. Biz ise çok üzülüyorduk.
- Üzülmek ve kurtuluşları için elden geleni yapmak, benzeri hadiselerin tekrar olmaması için tedbir almak başka; hadisesin künhüne vakıf olmak başka. Biri diğerine mâni değil. Ben ruhani bir nazardan söz ediyorum. Melekî nazar desek olur. Dünyevi nazar bunu görmez, öfke ve kötümserliğe gömülür.
- Tabi kız çocukları da olunca endişelenmemek mümkün değil.
- Evet sizlere gelene kadar kızlara ve kadınlara toplu olarak zulüm yapılmadı.
- Niye? Zulüm gören kadın sahabiler yok mu? Hz. Meryem, Hz. Asiye var… Bilmediklerimiz de vardır.
- Bunlar kemmi olarak çok değildi. Başka devirlerde kadın cemaatlere bunlar yapılmadı. Ama sizin döneminizde “la yuad vela yuhsa”
- Nedeni ne?
- Bu çok açık. “El-Cezau min cinsi’l-amel”
- Yani, anlamı?
- Yani karşılık amel cinsinden olur. Eğer siz, peygamber takipçilerinin yaptığı işi yapıyorsanız, karşılığı ona gelen gibi olur. Bir sahabi dinini tebliğ ediyordu. Pırıl pırıl temsil ediyordu. Karşılığında çektiği eziyetlerle cenneti kazanıyordu. Mihnetsiz bir cennet yok.
- Ama diğer asırlarda kadınlar cenneti kazanmıyor muydu?
- Kazanıyordu ama dünyevi boyutlu bir cenneti kazanıyorlardı. Cennetin bin bir derecesi var. Ben peygamberlere, sahabilere komşu olunacak bir cenneti kazanmaktan bahsediyorum.
- Onların hepsi böyle bir cenneti mi istiyordu ki? Belki bazısının niyeti farklıydı.
- Kimin niyeti ne ise onu bulur. Ben niyeti halis olanları anlatıyorum. “Sonsuz Nur” okuyup veya dinleyip ağlayanlardan, orada anlatılan sahabiye imrenenlerden bahsediyorum. “Seven sevdiğiyle beraberdir.” Sahabi sevgisi onlara, onlarla beraber olmayı netice verecek bir yol açtı. Bu kadınlar bin bir zorluğa rağmen kimi zaman bebeklerini de yüklenip yollara düştü. Ev ev, sokak sokak gezip nübüvete veraset vazifesini hakkıyla temsil etti. Dolayısıyla karşılığı o ameli yapan erkeklerinki gibi oldu. Fıtri zorluğundan dolayı da onları geçtiler. Fevç fevç mihnete maruz kalıp kutsiyet madalyalarını aldılar. Biz onlara Hz. Hatice’nin kızları, Hz. Meryem’in arkadaşları diyoruz.
- Çok güzel bir isimlendirme. Ne kadar isterdim bunları onların da duymasını.
- Söylemek mümkün değil. İmtihan perdesi kalkar o zaman.
- Evet doğru.
- Ayrıca bizim dememiz ne ki… Efendimiz’in (asv) onlara buyurduğu kâfi. Yüzlerce yıl önce onları müjdeleyip “Benim kardeşlerim.” demişti.
Bunları duyunca tekrar gözleri sevinçle yaşardı. Arkadaşı devam etti.
– Şimdi istersen bu çocukları nezarethanede ziyaret edelim.
Bir karakolun önüne geldiler. Alt kata indiler. Nezarethane korkutucu bir yerdi. Beş metre kare kadar dar bir yerdi. Duvar boyu parmaklık vardı. 15 kız öğrenci ancak ayakta sığabilmişti. Oturacak yer yoktu. Olsa bile oturmak için uygun değildi. Fevkalade kirliydi. Yerde kir içinde iki siyah battaniye vardı. Kızlar sırayla namaz kılıyordu. Köşede biri hırkasını yere sermiş, gözyaşlarıyla dua ediyordu. Onu görünce gözleri yaşardı.
- Üzülüyorsan sana bir şey diyeyim. Şu kasvetli yerde korku içinde kılınan bu namaza bir başkası yıllarca namaz kılsa yetişemez. Bu amelin ecrini takdir etmekten melekler hicap eder. Rabbimiz bu korkuların, bu mihnetlerin ecrini bizzat kendisi veriyor.
- Biz de okuduk ama maddi musibetlerin musibet olmadığını kabullenmek kolay değil.
- Bir de şöyle düşün. Bu çocukları bir yere toplasalar, her birine birer külçe altın verip eve yollasalar. Herkes sevinir. Şuna inan, şu çekilenler sonsuz bir hayat için hazineler değerinde.
- Külçe altının bir melek gözünde ne değeri olur ki! Melekler altını değerli bir şey sandığımı görse gülerler herhalde. Öyle anlatıyorsunuz ki bu kızlara gıpta ettim.
- Evet biz de onlara gıpta ediyoruz.
- Dünyadayken sizin gözünüzle bu aleme bakmak varmış. Belki de bunun nedeni iman zayıflığı.
- Bu çok doğru. Herkes iman ettiğini sanıyor ama Allah’a iman başka bir şey.
Yol arkadaşı ile tekrar yükseldiler. Artık koca ülkeyi tepeden görüyorlardı. Yol arkadaşı konuşmaya devam etti:
- Şimdi sizin ülkenize dünya gözüyle bakalım. Ticari hayat altüst olmuş. Herkes herkese kötü gözle bakıyor. Hırsızlık adiyattan. Beceriklilik sayılıyor. Maharetin ehemmiyeti kalmamış. Ülkeniz çok kötü sefalet yılları yaşadı ama ahlaki çöküntü hiç bu kadar olmamıştı. Tam bir matemhâne-i umumiye. Şimdi bir de yukarıdan meleklerin nazarıyla bakalım. Arkadaşı sözünü bitirmişti ki sanki bir el düğmeye dokundu ve gördükleri manzara tamamen değişti.
- Bu, nasıl oldu?
- Melekî nazarla manzara bu. Bak, her yer aydınlandı. Çünkü ticaret ölçü değil. Maddi varlıkların hiçbir değeri yok. Para, gerekliliği dışında bir pislikten ibaret.
- Para nasıl pislik? Anlamadım.
- Kullanılmadan bekleyen para kokar. Zamanla sahibini de kokutur. Çünkü paranın fazlası olmaz. İhtiyaç fazlası varsa Allah onu ihtiyaç sahibine vermeniz için vermiştir. Bu sebeple zaruri olarak lazım olmayan para pisliktir.
- Bunları dünyadayken öğrenseydim keşke!
Yol arkadaşı devam etti:
- Meleklerin nazarı Rabbimizin nazarına nazırdır. Rabbimizin kıymet verdiği şeyler bizim için değerli. Baki olan, kalıcı olan en emsalsiz değer, insanların Rabbini unutmaması, ona teveccüh etmesi. Bir de bu teveccüh şartların zorlaştığı bir zamanda olunca eşsiz bir değere erişiyor. Bak şu deniz kenarındaki yerlere!
Aşağıda pek çok blok bina vardı. Ve her birinin çevresi nurani varlıklarla doluydu. Göklere nurdan çağlayanlar akıyordu. Çağlayanlarda sular aşağı doğru olur ama burada nurlar göklere yükseliyordu.
- Gel yakından bakalım.
Blokların arasından yavaşça süzüldüler. Yer gök genişliğinde sayısız ruhaninin arasından geçtiler. İnsanların olduğu bölüme geldiler. Burada kalanlar sürekli dua halindeydi. Grup grup insan tek tek veya beraberce dua ediyordu. Her biri nurdan birer sütundu. Kıyamda olan nurlar, Rükuda olan nurlar, secde eden nurlar…
Arkadaşı devam etti:
- Bütün dünya metaını toplasan, yerden göğe küp küp altın dizsen Rabbimizin nazarında bu secdelerin, bu rükuların yerini tutmaz. Gel, bir duaya şahit olalım.
Koridorda ilerlediler. Bir hücrenin kapısından geçtiler. Orta yaşlı bir insandı. Ellerini kaldırmış, yanaklarından süzülen gözyaşlarıyla dua ediyordu.
- Bak, buradaki hali için şükrediyor.
- Evet nasıl bir dua!
- Evlatlarını merak ediyor. Onların hidayeti için dua ediyor.
- Aklı çocuklarında.
- İşte sana ret ihtimali olmayan bir dua. Eğer evlatları değişmez bir kaziyeyi muhkeme olarak hidayete layık değilse Cenab-ı Hak o duaları bir başka emsalsiz karşılıkla mükafatlandırır. Ama ben Rabbimizin rahmetiyle onların evlatlarını her şeye rağmen sarıp sarmalayacağı inancındayım. Ve bu ümidim her türlü bedel ödeyen arkadaşlarınız için.
Koridoru geçip geniş bir salona geldiler. Onların duasını o da duyabiliyordu. Önlerinde oturan, ürpererek hatta titreyerek dua ediyordu. O da şahsi bir şey istemiyordu. Memleketinin bir an önce bu badireleri aşması için dua ediyordu. Genç nesillerin iman selameti için dua ediyordu. Dua uzadıkça uzadı. Sonuna kadar orada kaldılar. “Amin” dediler.
Arkadaşı devam etti.
- Bu ve benzeri yerler gördüğün gibi gök ehlinin ve ruhanilerin daimî ziyaretgâhları. Gök ehli ve Hz. Adem’den beri yaşamış salih-süleha, ehlullah buraları ziyaret ediyor. Sadece buralar da değil Bir de “Allah’ın, içinde ismi’nin yükseltilmesine ve zikredilmesine izin verdiği evler.”(Nûr,36) var. Oralarda da korku ve endişe içinde kalanlar var. Tüm melekler ve ruhaniler bu dua çağlayanlarında el kaldıran kutsileri sahipleniyor, onlarla iftihar ediyor.
- Keşke onlar da dualarının bu manzarasına şahit olsa!
Arkadaşı tebessüm etti.
- Kıymeti, bilmemelerinde. Bilseler bir de hiç buralardan çıkmak istemezler.
- Hepsi aynı metanette olamayabilir.
- İyice bunalanlara, inkisar içinde olanlara rüya ve yakaza kapısı açılıyor. Rüyada zaman olmaz. Gelecekten levhaları görürler. Teselli olurlar. O rüyaları görünce bu defa da sevinçten ağlarlar. Rabbimizin yarattığı bu alem o kadar güzel ki…
- Perde arkasını görene.
- Bu bakış Allah’a imana bağlı. İmanı taklid seviyesinde kalan, tefekkür fakiri bir insan için bunların hissedilmesi, hatta anlaşılması mümkün değil.
Gördüklerinden sonra o bloklarda kalamadığına çok üzüldü. Arkadaşı devam etti:
- Sizin ülkenizde göklere nurdan çağlayanların yükseldiği böyle yüzlerce, binlerce yer var. Sayısız ev var. Buralarda edilen dualar tabii ki reddedilmez. Bu dualar gökte yağmur bulutları halinde birikiyor. Bilsen kaç yıldır öyle rahmet birikti ki… Vakti merhunu geldiğinde yeryüzüne hidayet sağanakları halinde inecek.
- Sadece bizim ülkemiz de mi?
- Hayır dünyanın her yanında böyle nurdan çağlayanların göklere yükseldiği yerler var. Çekilen çok daha ağır işkenceler var. Her biri kendi coğrafyasına rahmet olarak dönecek.
- Bu dediğiniz daha önce yaşandı mı?
- Evet hadi yaşanmış yerlere bakalım.
- Yani tarih içinde gezebilecek miyiz?
- Tabii ki gezebiliriz. Bugünden geriye merak ettiğin her yeri, her hadiseyi sanki oradaymış gibi görebilirsin.
(Devamı var.)
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***