İstanbul Şişli’de işe gitmek üzere evinden çıkan Bahar Aksu’nun, daha önce tehdit ve yaralama nedeniyle şikayetçi olduğu eski eşi tarafından sokak ortasında öldürülmesi, Türkiye’de kadın cinayetlerinin nasıl göz göre göre işlendiğini bir kez daha gündeme taşıdı. Cinayetin ardından Aksu’nun, 2020 yılında fail hakkında “kasten yaralama” ve “tehdit” suçlamasıyla iki ayrı başvuruda bulunduğu, ancak olay tarihinde yürürlükte herhangi bir koruma kararı bulunmadığı ortaya çıktı. Failin 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet, yaralama ve tehditten toplam beş suç kaydı bulunduğu öğrenildi.
Bahar Aksu, son yıllarda koruma talepleri, şikayet başvuruları veya uzaklaştırma kararlarına rağmen erkekler tarafından öldürülen yüzlerce kadından sadece biri. Kadın hakları savunucularına göre bu cinayetler, münferit değil; devletin önleyici yükümlülüklerini yerine getirmediği, yargının ise faillere yönelik cezaları caydırıcı biçimde uygulamadığı yapısal bir sorunun sonucu.
Büyükgöze: Koruma kararları kağıt üstünde kalıyor
DW Türkçe’ye konuşan Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’ndan Selime Büyükgöze’ye göre, Bahar Aksu’nun yaşadığı süreç Türkiye’de pek çok kadının başına gelen örneklerden biri. Koruma kararlarını ihlal eden faillere karşı etkili bir yaptırım uygulanmadığını belirten Büyükgöze, “Yasada zorlama hapsi var ama uygulanmıyor. Elektronik kelepçe takıldığında dahi, o elektronik kelepçeye zarar verse bile çok etkili bir yaptırım olmadığını görüyoruz” diyor. Büyükgöze’ye göre bu durum erkeklere “zaten ne olacak ki” düşüncesini aşılıyor. Çünkü karşılarında şiddeti önlemeye ve cezalandırmaya odaklı bir devlet değil, seyirci kalan bir yapı görüyorlar.
Bahar Aksu’nun boşandığı erkek de cinayeti işlediği yere üç erkek arkadaşıyla birlikte gitmiş, arkadaşları Aksu’yu zorla arabaya bindirmeye çalışmasına yardım etmişti.
Kadına yönelik şiddetle mücadelede devlet kurumlarının sorumluluğuna dikkat çeken Büyükgöze, başta Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olmak üzere İçişleri ve Adalet Bakanlıklarının yükümlülüklerini yerine getirmediğini belirtiyor.
“İçişleri Bakanlığından Adalet Bakanlığına kadar geniş bir liste sayabiliriz. Fakat birincil olarak bu sorumluluk Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına ait. Çünkü onun koordinasyon görevi var. İçişleri Bakanlığını da bu yönde koordine etmek durumda ve her zaman kadından yana bakış açısını bu kurumlara getirmek zorunda. Fakat bunu yapmadığını görüyoruz”
“Karakolda faille barıştırılmaya çalışılıyorlar”
Büyükgöze ayrıca 6284 sayılı yasanın uygulanmasında da ciddi sorunlar yaşandığını, tedbir kararlarının genellikle “kopyala-yapıştır” yöntemlerle ve kısa süreli verildiğini söylüyor.
“Aile mahkemeleri kadınlara eksik tedbir veriyor, çok kısa sürelerde veriyor. Çünkü temel olarak kadından yana bir yaklaşımı yok. İstanbul Sözleşmesi zamanındaki bu kadın düşmanı diyebileceğim aileyi odağa alan bütün bu kampanya, elbette uygulayıcılara da kendi kafalarına göre davranma cesareti verdi.”
Kadınlara sadece adli değil, sosyal desteklerin de sunulması gerektiğini ifade eden Büyükgöze, “Kadınlar karakollara gittiklerinde haklarını öğrenemeyebiliyor. Faille barıştırılmaya çalışılıyorlar. Sığınaklarla ilgili ya da şikayetçi olmakla ilgili cesaretleri kırılabiliyor. Bu örneklerle karşılaşıyoruz” diyor.
Nakipoğlu: Devletin çekilmesi faile cesaret verdi
Feminist Avukat Selin Nakipoğlu ise DW Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede, Türkiye’nin 2011 yılında ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’ni hiçbir zaman tam anlamıyla uygulamadığını hatırlatıyor. Buna rağmen, sözleşmenin hukuki ve politik açıdan önemli bir dayanak sunduğunu vurgulayan Nakipoğlu, bu metinden çekilmenin şiddet uygulayan erkeklere “cesaret ve onay” verdiğini ifade ediyor.
Nakipoğlu’na göre, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen AKP iktidarı, fiilen “kadınları, çocukları ve LGBTİ+ları erkek şiddetinden korumayacağız” mesajı verdi. Bu mesajın şiddet failleri tarafından nasıl alındığını da Pınar Gültekin’in katilinin duruşma salonunda söylediği “İstanbul Sözleşmesi’nin iptali iyi oldu” cümlesiyle somutlaştırıyor.
Yasa var, ama erkek lehine işliyor
Nakipoğlu, Türk Ceza Kanunu’nda kadınları koruyacak hükümler olduğunu, ancak bu yasaların uygulayıcılar tarafından kadınlar lehine değil, failler lehine yorumlandığını söylüyor. Yargı makamlarında erkeklerle özdeşleşen bir bakış açısının hakim olduğunu vurguluyor.
Kadınları şiddetten korumaya yönelik 6284 sayılı yasanın da kâğıt üzerinde kaldığını ifade eden Nakipoğlu, bu yasa kapsamında çıkarılan tedbir kararlarının çoğu zaman özensiz, kalıplaşmış ve kısa süreli olduğunu belirtiyor. Nakipoğlu’na göre bu durum da bir politika tercihi.
“Kravat indirimi” hâlâ geçerli
Kadın cinayeti davalarında “haksız tahrik” ve “iyi hal” gerekçeleriyle verilen cezai indirimler, adalet sistemine duyulan güveni zedeliyor. Muğla’da üniversite öğrencisi Pınar Gültekin’i boğarak öldürüp yakan fail Cemal Metin Avcı’nın cezası, mahkemenin uyguladığı tahrik indirimiyle ağırlaştırılmış müebbetten 23 yıla düşürüldü. Sedef Berberoğlu cinayetinde ise Yargıtay, yerel mahkemenin indirimsiz verdiği ağırlaştırılmış müebbet cezasını bozdu; kadının “sadakatsiz olduğu” yönündeki iddiaları tahrik sayarak indirim istedi.
Selime Büyükgöze, bu indirimlerin “erkeklik indirimi” olduğunu ve erkeklerin “mahkemede kravat takıp iyi hal göstererek” adeta ödüllendirildiğini söylüyor. Büyükgöze, “Kadın cinayeti davalarında yerel mahkemeler indirimsiz ceza verse bile bu karar istinaftan ya da Yargıtay’dan sırf indirim uygulanmadığı gerekçesiyle geri dönebiliyor” diye ekliyor.
Af uygulamaları kadınların şikayetini engelliyor
Cezaların infaz sürecinin aflar ve indirimlerle “kuşa çevrildiğini” söyleyen Selin Nakipoğlu ise bu yaklaşım sürdükçe hiçbir cezanın caydırıcı olamayacağını vurguluyor.
Nakipoğlu’nun da eleştirdiği infaz sistemi konusunda Büyükgöze, af yasalarının kadınların güvenlik duygusunu yok ettiğini vurguluyor. Kadınların, cezaevinde olan failin bir gün aniden serbest bırakılmasından endişe ettiğini belirterek, “Kadınlar düşünüyor ki; zaten birkaç ay yatıp çıkacak ya da hiç yatmayacak, daha da öfkelenecek, belki de şiddetin dozunu artıracak. Bu yüzden korkuyor ve şikayet etmekten bile vazgeçiyorlar” diyor.
“Şiddeti önlemeye dair siyasi irade yok”
Büyükgöze, tüm bu tabloyu özetlerken Türkiye’de kadına yönelik şiddeti önlemeye dönük kararlı bir siyasi irade bulunmadığını belirtiyor. “Devlet, başka alanlarda nasıl güçlü bir koordinasyon kuruyorsa, kadına yönelik şiddetle mücadelede de bunu yapmak zorunda. Ama yapmıyor. Çünkü istemiyor” ifadelerini kullanıyor.
Nakipoğlu ise adaletin sadece tarafsız değil, aynı zamanda eşitlikçi olması gerektiğini; erkek şiddetinin ödüllendirilmemesi, kadınların da yaşam hakkının yalnız bırakılmaması gerektiğini ifade ediyor.
Kadınlara şiddet karşısında nerelere başvurabileceklerini hatırlatan Selin Nakipoğlu, en yakın karakol, Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi, Cumhuriyet Başsavcılığı, kaymakamlık/valilik ve Aile Mahkemeleri gibi kurumlara gidilmesi gerektiğini belirtiyor. Ayrıca Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın web sitesinde 6284 sayılı yasa ile ilgili kapsamlı bilgi ve tam metne ulaşılabileceğini vurguluyor.