Serkan Turgut
Milliyetçilik, yalnızca bir devlet ideolojisi değil, aynı zamanda gündelik hayatın içinde yeniden ve yeniden kurulan, sınırları sürekli çizilen ve esnetilen bir kimlik inşasıdır. Her dönemin kendi koşullarında yeniden şekillenen bu aidiyet biçimi, özellikle kriz anlarında daha görünür hale gelir. Türkiye’de uzun yıllardır devlet merkezli, etno-dinsel kodlarla örülmüş bir milliyetçilik anlatısı baskındı. Ancak son yıllarda, özellikle genç kuşaklar arasında, bu kalıplardan farklılaşan yeni bir milliyetçilik formunun yükseldiğini gözlemliyoruz.
Bu yazı, 2025 Bahar döneminde BAYETAV tarafından yürütülen İzmir Barometresi kapsamında gençlerle gerçekleştirilen odak grup görüşmelerinden hareketle, gençliğin gündelik yaşam anlatılarında beliren ve bu yazıda “sivil milliyetçilik” olarak adlandırılan bu yeni yönelimi tartışmaya açıyor. Yazının dayandığı araştırma, özellikle 19 Mart sonrasındaki gençlik eylemlerinde açık bir şekilde gördüğümüz, henüz kurumsallaşmasa da gençler arasında hızla yaygınlaşmaya başlayan yeni tip bir milliyetçiliğe işaret ediyor. Bu yeni milliyetçilik, ilk bakışta devletçi kalıpların dışında, seküler, kentli, bireysel tercihlere saygılı ve görece özgürlükçü bir yapıya işaret ediyor. Ancak burada söz konusu olan, kapsayıcı bir çoğulculuk değil. Sivil milliyetçilik, “biz” tanımını oldukça dar tutarken, “biz”in dışında kalanı belirli koşullarda kabul eden bir pozisyona yaslanıyor. Bu kabulleniş, çoğu zaman bir tür “görünmezlik” ya da “sessizlik” karşılığında mümkün olabiliyor. Bu durum, dışlayıcı mekanizmaların daha dolaylı ama hâlâ etkili biçimlerde işlediğini gösteriyor.
Sivil milliyetçilik, aynı zamanda konfor arzusuyla da iç içe geçiyor. Katı ideolojik çizgiler yerine esneklik, görünürlük, sosyal uyum ve kabul edilme arzusu ön planda. Bu milliyetçilik biçimi, devleti eleştirebilen ama devletsiz de düşünemeyen bir ara konumda duruyor. Resmî milliyetçilikle arasına mesafe koysa da onun dışlayıcı mantığını kimi zaman yeniden üretmekten geri durmuyor. Bu gerilimli konumlanma, gençliğin politikleşme biçiminde de belirleyici oluyor: Siyasetle aralarına çizdikleri mesafe, milliyetçilikle kurdukları ilişkiye de sirayet ediyor. Sosyal medyada, kamusal mekânda, sosyal yaşamda ya da dijital kimliklerde milliyetçilik ekseninde performatif bir aidiyet üretimi söz konusu.
Bu bağlamda dikkat çeken bir diğer unsur ise, milliyetçiliğin ve Atatürkçülüğün ideolojik bir duruş olmanın ötesine geçerek neredeyse apriori bir düzeyde kabul görmesi. Görüşmelerde bu yönelim, derin anlamlar ya da tarihsel-kavramsal sorgulamalar üzerinden değil; daha çok “zaten öyle olunmalı” şeklinde, içeriği sınırlandırılmış ve verili olarak kabul edilen bir çerçeveden kuruluyor. Bu yaklaşım, milliyetçiliği ulvi bir idealle tanımlamasa da onu, sıradan ve sorgusuz bir vatandaşlık normuna indirgiyor. Bu yönüyle, örgütlü yapılar dışında kalan sıradan bireylerde saldırgan bir milliyetçilikten çok, yaygın ama yüzeysel bir kabulle karşılaşıyoruz.
Aşağıda araştırmamızın nitel verilerinden hareketle sivil milliyetçiliğin içerimlerini tartışmaya açmak istiyorum. Yükselen yeni milliyetçiliği “sivil milliyetçilik” olarak kavramsallaştırmamın iki gerekçesi var. Bunların başında, bu yeni milliyetçiliğin alışıldığın dışında devletin ve iktidarın dışında ve hatta onu eleştirerek inşa edilmesi ikinci olarak ise bu milliyetçiliğin “sivil” yani medeni haklara referansla dillendiriliyor olması. “Sivil” milliyetçilik oy verme hakkından kamusal alanda görünürlük talebine, toplumsal cinsiyet eşitliğinden yaşam tarzı özgürlüğüne kadar, önceki milliyetçilik biçimlerinden farklı bir hattan gelişim gösteriyor. Bu yapısal farklılıklar nedeniyle, ikili bir anlama sahip olmasını da dikkate alarak “sivil milliyetçilik” kavramını öneriyorum. Ancak bu kavramsallaştırmanın önemli bir sınırlılığı da var: Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan her yurttaşın kolaylıkla bilebileceği üzere en sıradan görünen milliyetçiliğin bile kriz anlarında komşunun komşuyu boğazlayabileceği bir şiddet üretebileceği gerçeğini ehlîleştirmek riski.
Milliyetçiliğin sekülerleşmesi: İslam’dan arındırılmış simgesellik
Görüşmelere katılan gençler, milliyetçiliği artık dini simgelerle değil, daha çok kültürel referanslarla tanımlıyor. Alparslan, Mete Han gibi Orta Asya motifleri Atatürkçü duyarlılıklarla yan yana getirilebiliyor. İdeolojik olanın yerine sosyal medyada etkileşim almak geçiyor; kimlikten ziyade stil konuşuluyor. Bir katılımcının şu sözleri, yeni tip milliyetçiliğin nasıl farklılaştığını oldukça berrak biçimde ortaya koyuyor:
“Artık bu yeni milliyetçiliğin içinde hilal bıyıklar, toplu olarak birini dövmek, beyaz çorap giymek, senet mafyası yok. İslam’ın unsuru da yok. Daha böyle İslam’dan bağımsız, daha sivil bir milliyetçilik var. Devletin finanse ettiği değil, devletin çekindiği bir milliyetçilik.”
Katılımcının altını çizdiği farklılaşma kültürel ve yaşam tarzı farklılıklarıyla birlikte dine ve devlete yeni bir bakışı gündeme getiriyor.
Toplumsal kabul, görünürlük ve “kıvamında” milliyetçilik
Yeni milliyetçilik, gençlerin dilinde “kıvamında milliyetçilik” olarak geçiyor. Aşırıya kaçmayan, hayat tarzına karışmayan ama ulusal aidiyetini dile getirmekten de çekinmeyen bir pozisyon. Bu pozisyon artık sadece resmî törenlerde ya da siyasi mitinglerde değil; gece hayatında, sosyal medyada, Instagram biyografilerinde de yer buluyor.
“Zafer Partisi’nin bir mensubu sevgilisiyle el ele dolaşsa kimse laf etmez. Eskiden o çevre kendi adamını döverdi. Artık bu taşralılık da çözüldü.”
“Milliyetçilik benim için, ülkeni seviyorsan, ülkenin daha iyi yerlere gelmesini istiyorsan ve bunun için bir şeyler yapıyorsan sen milliyetçi bir insansındır.”
“Türk bayrağını profil fotoğrafı yapınca milliyetçi olunuyor. Ama bu milliyetçilik içi boş. Gerçekten aidiyetle ilgisi yok çoğu zaman. Etkileşim almak için yapılıyor.”
“Benim babam daha çok gelenekçi. Bayrağa çok hassas. Ama bizim kuşakta bayrak, millet gibi kavramlar biraz daha kişisel anlamlar taşıyor bence. Daha eleştirel yaklaşıyoruz.”
Bu örnekler, milliyetçiliğin artık bir ideoloji değil, zaman zaman bir performans halini aldığını gösteriyor. Kimi zaman bir kimlik beyanı, çoğu zaman da bir duygu biçimi…
Sivil ama dışlayıcı: Kürt karşıtlığı ve içsel çelişkiler
Sivil milliyetçilik, biçimsel olarak devletçi kalıpların dışında konumlansa da etnik farklılıklara dair dışlayıcı söylemleri içselleştirmiş görünüyor. Özellikle Kürt kimliğine yönelik tahammülsüzlük, sivil olma iddiasının çelişkilerini apaçık ortaya koyuyor. Uzun süre mülteci karşıtlığı üzerinden gelişim gösteren bu yeni milliyetçilik son dönemde özellikle “çözüm süreci” üzerinden bir kez daha Kürt meselesinden beslenmeye başladı.
“O kadar anlatıldığı gibi demokrat, özgürlükçü bir yer olduğunu düşünmüyorum ben İzmir’in. Yani demokrat, özgürlükçü ama kimin için? Kim özgür mesela İzmir’de. Yani özgür birileri var ama birileri özgür değilse herkes özgür olmuyor. Mesela Kürtçe halay çekenlerle kavga ettiler Alsancak’ta. Kürtçe duyunca özgürlük bitiyor.”
“Burada gelip bir sarı kırmızı yeşil bayrak açmadığı sürece kimse onu ‘a Kürt’ diye yargılamaz.”
“Barış süreci bana mantıklı gelmiyor. Çünkü benim ailemde şehit var. Bu başka bir şekilde çözülmeliydi. Bu süreç bana yanlış geldi hep.”
“Mültecilerden hoşlanmıyoruz belki. Ama kimse gidip doğrudan yüzüne ‘istemiyoruz’ demiyor. Sadece arkasından konuşuyor. Patavatsız olmamak İzmirli yapıyor bizi.”
Bu ifadeler, milliyetçiliğin görünüşte yumuşamış, daha seküler bir hâl almış olmasına rağmen, sınır çizme işlevini hâlâ koruduğunu, hatta yeniden biçimlendirerek sürdürdüğüne işaret ediyor.
Tutarlılık arayışı
Tüm bu dönüşüme rağmen, gençlerin önemli bir bölümü milliyetçiliğin mahiyetini sorgulamaya devam ediyor. Derinliği olmayan yeni milliyetçiliğin taraftarları arasında da kafa karışıklığı yarattığını, tutarsızlıklarına eleştiri getirdiklerini görüyoruz.
“Milliyetçilik içi boş bir şey oldu artık. Bayrak koymak yetiyor. Sorgulayan, eleştiren kalmadı.” “Yeni milliyetçilik sosyal medyada ‘trend’ oldu. Ama iş pratiğe gelince kimse bir şey yapmıyor.”
“Ne mutlu Türküm diyene sloganıyla başlıyor, sonra bir anda faşizme karşı omuz omuza. Ne yapıyorsunuz ya? Arkadaşım gitti diye gidiyorum. İnsanlar neden orada olduklarının farkında bile değil.”
Sonuç
İzmirli gençlerin anlatılarında beliren sivil milliyetçilik, devletçi, otoriter, dinsel temsillere yaslanan klasik milliyetçilik biçimlerinden farklı bir çizgide duruyor. Bu yeni biçim, gündelik hayatın konforlu akışıyla uyumlu, gündelik tercihlerle harmanlanan ve sosyal medyada kolayca dolaşıma sokulabilen bir milliyetçilik sunuyor. Ancak bu “yumuşak” yüzeyin altında, kimliklere dair çok da yumuşak olmayan sınırlar ve dışlamalar gizli. “Biz”in tanımı hâlâ dar, dışarıda tutulanın kabulü hâlâ koşullu.
Sivil milliyetçilik; bir yandan devletin ideolojik aygıtlarına mesafeli duruyor, sekülerliği önemsiyor, özgürlük söylemini benimsiyor; öte yandan kategorik bir reddiyeye dayanmamakla beraber özellikle etnik farklılıklara ve mültecilere karşı barındırdığı tahammülsüzlükle ciddi çelişkiler taşıyor. Durum böyle olunca aynı anda sivil milliyetçiliğin farklılıklara karşı kucaklayıcı olduğunu da yeni ve incelikli bir ırkçılık şekli olduğunu da savunanların iddialarını destekleyecek örnekler bulmaları kolaylaşıyor.
Milliyetçiliğin bu yeni formu, henüz şekillenmekte olan, sabit bir ideolojik duruşa değil; daha çok güncel ruh hâllerine, politik belirsizliklere ve kimlik pazarlıklarına yaslanan bir yapı arz ediyor. İzmir gibi kentli, seküler ve kozmopolit söylemleri baskın bir şehirde bu biçimin ortaya çıkması tesadüf değil. Ancak bu biçim hali hazırdaki görünümüyle bir arada yaşamanın eşit ve adil bir zeminini kurmak için yeterli bir perspektif sunmuyor.
Bu bağlamda sivil milliyetçilik, sadece gençliğin milliyetçiliğe bakışını değil, aynı zamanda bugünün siyasal tahayyülünün hangi sınırlarla örüldüğünü de gösteriyor. Gençler geçmiş kuşaklara kıyasla daha eleştirel, daha farkında ama aynı zamanda daha yalnız ve daha kırılgan. Bu kırılganlık, bazen aidiyet üretmeye, bazen de dışlamaya dönüşüyor. Sivil milliyetçilik bu anlamda yalnızca bir kimlik pozisyonu değil; aynı zamanda yönsüzlük, yoksunluk ve güvencesizlikle baş etmeye çalışan bir duygu stratejisi işlevi de görüyor. Ekonomik sıkışmışlık, işsizlik, güvencesiz istihdam ve gelecek tahayyülünün silikleşmesi, milliyetçiliği ideolojik bir yönelimden ziyade, duygusal ve sembolik bir tutunma zemini hâline getiriyor. Dolayısıyla bu biçimi yalnızca bir “milliyetçilik türü” olarak değil, kırılgan bir çağın ürünü olan, savunmacı bir kimlik stratejisi olarak da okumak gerekir.
“Bu yazıda kullandığım ‘sivil milliyetçilik’ terimi, Anglo-Amerikan literatürdeki ‘civic nationalism’ kavramıyla aynı anlama gelmemektedir. Burada ‘sivil’likten kasıt, hukuki yurttaşlık değil; devletle mesafeli, seküler, ideolojik olmayan ama yine de sınır çizen bir gündelik aidiyet biçimidir.”
Serkan Turgut kimdir?Serkan Turgut, Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünde lisans, yüksek lisans ve doktorasını tamamladı. Tatvan, Diyarbakır ve İzmir’de felsefe grubu öğretmeni olarak görev yaptıktan sonra aynı bölümde öğretim elemanı olarak çalıştı. 2015 yılında Trinity College Dublin’de misafir araştırmacı olarak bulundu. Toplumsal kimlik, milliyetçilik, ayrımcılık, eğitim ve İzmir üzerine çalışmalar yürüttü; bu alanlarda ulusal ve uluslararası mecralarda kitap ve makaleleri yayımlandı. Yazarın, İletişim Yayınları’ndan çıkan Kürt Damgası: Etnik Sınırlar ve Başa Çıkma Stratejileri (2021) ve Yıkımdan Umut Çıkarmak: Deprem, Hatay, Dayanışma (2024) ile BAYETAV Yayınları’ndan çıkan Çok Kimlikliliğe Övgü: İzmir Levantenleri Üzerine Bir Araştırma (2023) adlı kitapları bulunuyor. 2021 yılından bu yana Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı’nda (BAYETAV) Akademik Çalışmalar Koordinatörü olarak çalışıyor. |