Euronews Türkçe’den Sait Burak Ütücü’nün haberine göre, Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor tarafından son iki yıl içindeki Türkiye ve AB çerçevesindeki gelişmeler ışığında hazırlanan Türkiye raporunda, vize serbestisi için gerekli 72 kriterin son kalan 6 maddesinin tamamlanması halinde sürecinin yeniden başlayabileceği belirtildi.
Söz konusu 72 kriter ise “belge güvenliği”, “göç yönetimi”, “kamu düzeni ve güvenliği”, “temel haklar” ve “düzensiz göçmenlerin geri kabulü” olmak üzere beş tematik grupta toplandı.
Türkiye’nin Schengen ülkelerine vize muafiyetini elde etmek için karşılaması gereken 72 kriterden 66’sını yerine getirmiş olsa da son 6 kriter konusunda uzun zamandır bir çıkmaz yaşanıyor.
Vize serbestisi için kalan 6 kriter ise şöyle:
Terörle mücadele yasasında değişiklik,
AB Polis Örgütü Europol ile operasyonel işbirliği anlaşması,
Avrupa Konseyi bünyesindeki Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu’nun (GRECO) yolsuzlukla mücadele alanındaki önerilerinin uygulanması.
Suç bağlantılı konularda tüm AB üyeleriyle iş birliğine gidilmesi.
Türkiye üzerinden kural dışı şekilde AB ülkelerine geçiş yapan kişilerin geri alınmasına ilişkin Geri Kabul Anlaşması’nın (GKA) tüm unsurlarıyla uygulanması.
Kişisel verilere yönelik yasal düzenlemelerin Avrupa standartlarıyla uyumlu hale getirilmesi.
Vize serbestisi konusunda Türkiye’nin gerekli kriterlerin karşılanması yönünde hiçbir ilerleme kaydetmemiş olmasına değinilerek, “AP, tüm AB Üye devletlerine karşı ayrımcı olmayan bir şekilde, açık bir şekilde bekleyen altı kriteri tam olarak yerine getirir getirmez vize serbestisi sürecini başlatma isteğini yineler,” ifadeleri kullanıldı.
AP’nin “Türk vatandaşlarının, talepteki belirgin artış ve sistemin kötüye kullanılması korkusu nedeniyle vize taleplerinde sorunlarla karşılaşmasından üzüntü duyulduğu” belirtildi.
2011 Suriye iç savaşıyla başlayan küresel sığınmacı krizi, Türkiye ve AB’yi bir “Geri Kabul Anlaşması” için Aralık 2013’te masaya oturttu.
AB ile Türkiye arasında 16 Aralık 2013’te Vize Serbestisi Diyaloğu ve AB ile Türkiye arasında Geri Kabul Anlaşmasının imzalanması ile başlamıştı. Bu görüşmeler, Türkiye ile vizesiz seyahat uygulamasına yönelik “yol haritasına” dayanıyordu.
Vize serbestisi, Türk vatandaşlarına herhangi bir 180 günlük dönem içerisinde 90 gün boyunca Schengen bölgesine vizesiz seyahat etmelerine imkan tanıması planlanıyordu.
29 Kasım 2015’te yapılan AB-Türkiye zirvesinde Türkiye, Ekim 2016 tarihine kadar vize serbestisini kazanmak amacıyla, Geri Kabul Anlaşması da dahil olmak üzere “yol haritasını” daha hızlı bir şekilde gerçekleştirme taahhüdünde bulunmuştu.
Vizelere erişimin iyileştirilmesi için çağrı
AP Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor tarafından hazırlanan raporun 52. maddesinde Türk vatandaşlarının vizelere erişimin iyileştirilmesi yönünde siyasi kararlılık mesajı verildi.
Ayrıca teknik ve idari engellerin ele alınması için hem AB hem de Türkiye tarafına yoğun çaba gösterme çağrısı yapıldı.
Raporda, “AB Üye Devletlerini bu konuya ayrılan kaynakları arttırmaya çağırıyor; özellikle ticari faaliyetler ve Erasmus öğrencileri ile ilgili olarak vize kolaylaştırma tedbirlerini desteklenmesi; Türk makamlarının, kalan kriterlere uyum için gerekli adımları atmazken, bu dosyada ilerleme kaydedilmediği için AB’yi suçlamaya yönelik sürekli girişimlerinden ise derin üzüntü duyulduğu” ifade edildi.
Donan AB üyelik müzakereleri mevcut koşullarda yeniden başlatılamayacak
Türkiye ile AB üyelik müzakereleri, AB Konseyi Kararları doğrultusunda 2018’den bu yana durmuş durumda.
Raporda üyelik sürecine dair yapılan değerlendirmede, Türkiye’nin üyelik sürecinin mevcut koşullarda yeniden başlatılamayacağı açıkça belirtiliyor. Bunun temel nedenleri olarak demokratik normlardan sapma, hukukun üstünlüğünün zayıflaması ve AB değerlerine bağlılığın sorgulanması gösteriliyor.
“Rapor, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin mevcut koşullarda yeniden başlatılamayacağını yinelemekte ve Türk hükümeti ile AB kurumları ve Üye Devletlerini, şu anda dondurulmuş olan katılım sürecinin ötesinde, daha yakın, daha dinamik ve stratejik bir ortaklık yönünde çalışmaya devam etmeye çağırmaktadır.”
AB, Türkiye ile diyaloğun yalnızca göç, enerji ve ticaret gibi sınırlı alanlarda sürdüğünü ve bu alanlardaki iş birliğinin bile zorluklarla karşı karşıya olduğunu ifade ediyor.
Türkiye’nin katılım sürecine ilişkin mevcut durumu, son gelişmeleri ve ayrıca AB ile Türkiye arasındaki daha geniş kapsamlı ilişkilerin değerlendirildiği raporda, “Türk hükümetinin AB üyeliğine bağlılığına ilişkin son açıklamalarına rağmen, Türkiye ile AB’nin değerleri ve normatif çerçevesi arasındaki uçurumun -ki bunlar katılım sürecinin merkezinde yer almaktadır- son dönemde hukukun üstünlüğünü ve temel hakları kısıtlamaya yönelik yasa ve tedbirlerin devam etmesiyle giderilemediğini savunuyor,” ifadeleri yer aldı.
Aynı zamanda, Türk makamlarına “Diğerlerinin yanı sıra muhalefet üyeleri, insan hakları savunucuları, avukatlar, sendikacılar, azınlık mensupları, gazeteciler, akademisyenler ve sivil toplum aktivistlerinin haklarına yönelik mevcut ciddi kısıtlamalara ve sürekli saldırılara son verme” çağrısı yapıldı.
‘Yargı bağımsızlığı ve temel özgürlükler zedelenmiş’
AB Komisyonu’nun en dikkat çekici tespiti, Türkiye’de demokrasinin sadece anayasal düzlemde değil, uygulamada da ciddi şekilde aşındığı yönünde.
Rapor, kuvvetler ayrılığı ilkesinin belirgin biçimde zayıfladığını, yürütmenin yargı ve yasama üzerindeki etkisinin arttığını ortaya koyuyor. Yargı bağımsızlığına dair özellikle şu ifade dikkat çekiyor:
“[AP] yargı bağımsızlığını sağlayacak yapısal tedbirlerin alınması gerektiğini vurgular; dokuz yargı reformu paketinden oluşan bir reform stratejisine rağmen, hükümetin yargı sistemine sistematik müdahalesi ve yargının siyasi araçsallaştırılması sonucunda Türkiye’de yargının bağımsızlık durumunun vahim kalmasından derin üzüntü duyar; bu bağlamda, başta bireysel başvurular olmak üzere, kalan anayasal denetim mekanizmalarının zayıflamasından ve adil yargılamanın sık sık ihlal edilmesinden üzüntü duyar.”
Temel haklar konusunda da benzer bir tablo söz konusu. Raporda, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, toplantı ve örgütlenme haklarında kaydedilen gerileme ciddi bir endişe kaynağı olarak tanımlanıyor.
Özellikle bağımsız medyanın maruz kaldığı baskılar ve sivil toplum kuruluşlarının hedef alınması, AB normlarıyla büyük ölçüde çelişiyor.
“Sivil toplum üzerindeki sistematik baskılar ve cezalandırıcı yaklaşımlar, demokratik çoğulculuğun altını oyuyor.”
Türkiye’nin dış politikasının AB Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) ile giderek daha az uyumlu hale geldiği raporda dikkat çeken diğer bir unsur.
Özellikle Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Kafkaslar gibi bölgelerde izlenen dış politika tercihleri, AB ile stratejik bir çatışma yaratıyor.
Ukrayna krizi çerçevesinde Rusya’ya yönelik AB yaptırımlarına Türkiye’nin katılmaması da eleştirilen noktalar arasında. Raporda şu değerlendirmeye yer veriliyor:
“Türkiye, AB’nin dış politika yönelimlerinden giderek uzaklaşmakta, özellikle stratejik meselelerde uyum yerine kendi çıkarlarını öne çıkaran bir yol izlemektedir.”
Bu durum, üyelik perspektifinin temelini oluşturan siyasi uyumun ciddi biçimde zedelendiğine işaret ediyor.
İmamoğlu ve muhalefet üzerindeki baskıya işaret edildi
AP’nin raporunda 19 Mart’ta gözaltına alınmasının ardından 23 Mart’ta tutuklanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve beraberindeki muhalefete yönelik artan baskılara da değinildi.
“AP,… siyasi partilerin ve muhalefet üyelerinin sürekli olarak hedef alınmasından üzüntü duymakta; İBB’nin CHP’li Başkanı Ekrem İmamoğlu ile Şişli ve Beylikdüzü belediye başkanlarının, yolsuzluk ve terörle bağlantılı olduğu iddia edilen ve toplam 106 şüphelinin yer aldığı iki ayrı soruşturma çerçevesinde kısa süre önce tutuklanarak görevden alınmalarından büyük endişe duymaktadır.”
İmamoğlu’nun CHP ön seçimi öncesinde diplomasının iptaline de atıfta bulunulan raporda, “AP, 2019’da seçilmesinden bu yana 42 idari ve 51 adli soruşturmadan oluşan uzun bir listenin parçası olan bu son davaların, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olarak gösterileceği parti içi seçimden sadece birkaç gün önce ve İstanbul Üniversitesi’nin İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı seçilebilmesi için gerekli olan diplomasının iptaline ilişkin tartışmalı kararından bir gün sonra başlatıldığına dikkat çekiyor. İstanbul’da ve ülke genelindeki diğer illerde tüm gösterilerin geçici olarak yasaklanması kararı, sosyal medyanın yavaşlatılması, gazetecilerin gözaltına alınması ve barışçıl protestoculara yönelik baskılar karşısında dehşete düşmüştür. Bunun, yaklaşan seçimlerde meşru bir rakibin aday olmasını engellemeyi amaçlayan siyasi amaçlı bir hareket olduğunu ve bu eylemlerle mevcut Türk makamlarının ülkeyi tamamen otoriter bir modele doğru daha da ittiğini düşünmektedir,” denildi.
PKK’nın silah bırakması AB-Türkiye ilişkilerini nasıl etkiler?
Vize muafiyeti için gerekli ama tamamlanmayan 6 kriterden biri terörle mücadele kanununda değişiklik yapılması. Bu da akıllara PKK’nın silah bırakmasının bu kriterin önünü açıp açamayacağı sorusunu getiriyor.
Nisan ayının başında Euronews Türkçe’ye verdiği demeçte Avrupa Komşuluk Konseyi (ENC) Direktörü Samuel Doveri Vesterbye, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri Abdullah Öcalan’ın silah bırakma çağrısı yapmasının hem Türkiye’nin iç siyaseti ve dolayısıyla da AB ilişkilerinde büyük önem arz ettiğini belirtti.
Vesterbye, “Barış süreci ya da adına ne derseniz deyin, son derece önemli. AB bunu destekliyor. İstikrar ve barışın olması çok önemli. PKK, AB tarafından bir terör örgütü olarak kabul ediliyor ve tabii ki tüm bunlar Kürtlerin eşit haklara, kültürel haklara ve benzeri şeylere sahip olmasına bağlı ki bu da çok önemli. Ancak bunun da elbette müzakerenin bir parçası olduğunu düşünüyorum,” ifadelerini kullandı.
Aynı haberde Euronews Türkçe’ye konuşan dış politika uzmanı ve siyaset bilimci Emeritus Prof. Dr. İlter Turan ise konuya ilişkin olarak, “henüz bir çözüm süreci” olmadığına ve bunun Türkiye’nin bir iç sorunu olduğuna dikkat çekti.
“Henüz bir çözümden çok uzağız. Bu Türkiye’nin bir sorunu ve kendi iç meselesiyle ilgili. Ve şu an şunu bilmiyoruz. Böyle bir çözülme söz konusu olduğu zaman Avrupa’da teşkilatlanmış olan PKK isim değiştirerek varlığını sürdürecek mi? Yoksa onlar da Türk aleyhtarı kampanyalara son mu verecekler? Bunu bilmiyoruz.”
PKK’nın bazı Avrupa ülkeleri tarafından kullanıldığını da ifade eden Turan sözlerini şöyle noktaladı: “PKK kendisi faaliyetini sona erdirmek istese belki bu ülkeler, faaliyetlerini sona erdirmelerine müsaade etmeyecekler. Bunu da bilmiyoruz ama genel olarak zannediyorum yine de Türkiye’nin kendi içerisindeki terör sorununu halletmesi mümkün olursa ki, henüz olmuş değil bunu ısrarla vurgulayayım. Olursa, bunun Türkiye’nin dış ülkelere karşı olan konumunda bir iyileşmeye sebep olacağını tahmin ediyorum.”
KAYNAK: EURONEWS TÜRKÇE – SAİT BURAK ÜTÜCÜ
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***