Deprem riski altında olan kimi ülkeler geçmişte yaşadıkları acı tecrübelerin ardından köklü bir değişim sürecine girdi. Alınan önlemler, depremin felakete dönüşmesinin büyük ölçüde önüne geçiyor.
Her deprem bir felaket midir?
Depremin bir felakete dönüşmesini engellemenin bir dizi yolu olduğuna dikkat çeken uzmanlara göre, hayır.
Dünyada deprem riski altında olan bazı ülkelerin aldıkları önlemler sayesinde şiddetli depremleri dahi asgari hasarla atlattığı örnekler bu görüşü doğrular nitelikte.
İstanbul’u sarsan 6,2 büyüklüğündeki deprem, Türkiye’de de önlem tartışmalarını yeniden alevlendirdi.
Peki, afet önleme politikalarında parmakla gösterilen ülkeler hangi önlemleri alıyorlar ve depremle mücadelede nasıl bu kadar başarılı oluyorlar?
İşte bazı örnekler…
Japonya: Yeryüzünün hareketine karşı koymayan mimari
Depremle mücadele denince akla gelen ilk ülkelerden biri Japonya. Büyük depremlerin sık görüldüğü yüksek sismik risk bölgesi olan bu ada ülkesi 1923’te yaşanan 7,9 büyüklüğündeki depremde ağır kayıplar verdi. Yaklaşık 140 bin kişinin hayatını kaybettiği Kanto depreminden sonra alınan önlemler ise hızla etkisini gösterdi. 2011’de yaşanan Tohoku depremi 9,0 büyüklüğünde olmasına rağmen can kaybı 20 bin civarında kaldı.
Bunda depremden saniyeler önce halkı uyaran sistemin rolü büyük. Japon Meteoroloji Dairesi tarafından işletilen Deprem Erken Uyarı (EEW) sistemi, dünyada halka açık olarak kullanılan en gelişmiş sistemlerden biri olarak kabul ediliyor. Sistem, Japonya çapında 4 binden fazla sismometreden oluşan bir ağı kullanarak bir depremin yarattığı ilk ve daha az yıkıcı P dalgalarını tespit ediyor. Ardından daha güçlü S dalgaları gelmeden önce telefon, televizyon, radyo, hoparlör ve ulaşım sistemleri aracılığıyla uyarılar gönderiyor ve vatandaşlar depremden 5 ila 30 saniye öncesinde uyarılabiliyor. Bu süre; trenleri yavaşlatmak, gaz vanalarını kapatmak, asansörleri durdurmak ve insanları güvenli bir yere konumlandırmak için yeterli görülüyor.
Ülke, ayrıca depreme dayanıklı binaların inşasında benimsediği başarılı mimari yaklaşımla biliniyor. Bu yaklaşım, esnekliğin binaların ayakta kalma şansını artırdığı fikrini baz alıyor.

Japonya’da geleneksel mimari binaların temelinde esneklik prensibini baz alıyorFotoğraf: Imago Images/AFLO
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT) Miho Mazereeuw, 2024’ün başında meydana gelen 7,5’lik depremin ardından CNN’e verdiği demeçte ülkenin gelenekle yeniliği birleştiren mimari anlayışını şöyle özetlemişti:
“Kavramsal olarak her şey şu fikre dayanıyor: Yeryüzünün hareketine karşı koymak yerine, binanın o hareketle birlikte salınmasına izin vermek.”
Japonya’nın hazırlıklı olma kültürünü konu alan “Felaketten Önce Tasarım” adlı kitabın yazarı olan Mazereeuw, özellikle hastanelerin ve kritik öneme sahip yapıların kauçuk taşıyıcı sistemler üzerine inşa edildiğine, böylece binaların gerektiğinde esneyebildiğine dikkat çekmişti.
Bu deprem ülkesi, yalnızca önleyici tedbirler açısından değil, deprem sonrası hazırlıkları açısından da örnek teşkil eder nitelikte.
Yaklaşık 37 milyonu aşkın nüfusu ile dünyanın en kalabalık metropolü olan Tokyo’da 240’ın üzerinde resmi tahliye alanı belirlenmiş durumda. Kentte park ve okullara ait alanlar gibi afetten hemen sonra bölge sakinlerinin toplanabileceği geniş açık alanların yanı sıra, evlerine dönemeyenlerin barınabilecekleri tahliye merkezleri ve sığınaklar da bulunuyor.
Belirlenen tahliye alanları; kent koşulları ve nüfus değişimlerine göre her beş yılda bir Tokyo yönetimi tarafından güncelleniyor.

2024’ün başında yaşanan Ishikawa depreminin ardından tahliye alanlarında toplanan vatandaşlarFotoğraf: Kyodo News/AP/picture alliance
Şili: Baştan aşağı değişim mümkün
Japonya gibi, dünyanın en aktif deprem kuşaklarından biri olan Pasifik deprem kuşağında yer alan Şili de geçmişte depremin yıkıcı sonuçlarını tecrübe etmiş ülkelerden biri. 1960’da meydana gelen Valdivia depremi 20. yüzyılda dünyada görülen en güçlü deprem olarak kayıtlara geçti. 9,5 büyüklüğündeki bu sarsıntı ve ardından gerçekleşen tsunami hem Şili’de hem de Pasifik kıyılarındaki diğer ülkelerde binlerce kişinin hayatına mal oldu.
Sismoloji bilimi açısından bir dönüm noktası olan deprem, orta ölçekli bir ekonomiye sahip bu Güney Amerika ülkesinde de kapsamlı bir değişim sürecinin başlamasına neden oldu.
Şili, bu tarihten itibaren hummalı bir afet yönetimi oluşturma sürecine girdi. Bu bütünlükçü süreç; mühendislik, kurumsal, teknolojik ve eğitime yönelik reformlarıyla bu ülkeyi afet yönetimi açısından yalnızca Latin Amerika’nın değil, dünyanın en iyi organize olan ülkelerinden biri haline getirdi.

1960’da binlerce kişinin ölümüne neden olan Valdivia depremi, Şili için bir dönüm noktaıs oldu.Fotoğraf: picture-alliance/United Archives/TopFoto
1960 felaketinden sonra ülkedeki yapıların sismik faaliyetlere dayanıklı biçimde tasarlanmasına yönelik olarak katı bir yönetmelik hayata geçirildi. Bu düzenlemelere sadık kalınması 2010 Maule depremi gibi, daha sonra meydana gelen depremlerde binaların gösterdiği dayanıklılıkla meyvelerini verdi.
Ülke, afet yönetimi konusunda uluslararası toplumla işbirliğini de geliştirdi. Şili Ulusal Afet Önleme ve Müdahale Servisi (SENAPRED), Birleşmiş Milletlerle afet politikalarına ilişkin toplantılar gerçekleştiriyor.
2024’te düzenlenen bir yuvarlak masa toplantısına katılan SENAPRED Ulusal Başkan Yardımcısı Alicia Cebrian, dayanıklı altyapının güçlendirilmesine yönelik politika ve önlemlerin uygulanabilmesi için sektörler arası diyaloğun önemini şu sözlerle vurgulamıştı:
“Şunu öğrendik ki, tek bir çözüm yok; bağlama göre değişebilecek, politika değişikliklerinden kapasite geliştirmeye kadar uzanan bir dizi önlem kombinasyonu söz konusu.”
Afet yönetiminde merkezi hükümetin yerel toplulukların aktif katılımıyla çalışması da Şili’yi öne çıkartan etkenlerden biri. Belediyelerde kurulan komiteler, yerel afet risklerini belirleyip, toplumun katılımıyla çözümler üretiyor. Depremle mücadele bilincinin ülkenin eğitim sistemine entegre edilmesi ve yapılan düzenli tatbikatlar da afet önleme sürecince önemli rol oynuyor.
Kanada: Örnek teşkil eden toplanma merkezleri
Kanada denince akıllara öncelikli olarak deprem gelmiyor. Zira ülke topraklarının büyük bölümü levha sınırlarından uzak konumda. Ancak batı Kanada için durum farklı. Bölge, aktif levha sınırlarına yakın olduğu için risk altında.
Bu bağlamda, toplanma alanları riskli bölgeler için özel önem atfedilen tedbirlerden biri. Dünyada yaklaşık 3 milyar kişinin yüksek sismik aktivite bölgesinde yaşadığına dikkat çeken Alberta Üniversitesi Yer ve Atmosfer Bilimleri Bölümü İdari Sorumlusu Jeff Birchall, “2050’ye dek riskli büyük şehirlerde nüfusun iki katına çıkması bekleniyor” diyor. Birchall’a göre, bu nedenle bir depremin ardından yoğun şekilde kullanılan park, meydan, spor alanları ve sokaklar gibi açık alanların daha akıllıca tasarlanması kritik önemde.
Vancouver’da bu amaca yönelik olarak kent genelinde “afet destek merkezleri” bulunuyor. 23 adet toplum merkezinin yanı sıra, Oppenheimer parkı ve kentteki halk kütüphanesinin bir şubesinin de olası ihtiyaç halinde bu işlevi görmesi öngörülüyor.

Bir deprem risk bölgesi olan Vancouver’da kent genelinde “afet destek merkezleri” bulunuyorFotoğraf: picture-alliance/All Canada Photos
Kolayca bulunabilmeleri için sarı tabelalarla işaretlenen bu merkezler, afet yönetiminde önerildiği gibi kentin stratejik noktalarında bulunuyor. Bu merkezler, afetten hemen sonra bir buluşma noktası ve sığınak olarak işlev gösterirken, afeti takip eden günlerde ise temel barınma ve gıda ihtiyaçlarının karşılanması, toparlanma sürecine dair bilgi ve hizmetlere erişim sağlanması, toplumsal girişimlerin koordinasyonu gibi farklı ihtiyaçlara yönelik olarak tasarlandı.
Bu merkezler, toplumsal dayanışmanın önünü açması, stratejik konumlandırılmaları, farklı afet türlerine cevap verecek esnekliğe sahip olmaları ve sürdürülebilir hizmet modeli açısından örnek teşkil ediyor.
Meksika: Acı bir yıldönümünden uyanış gününe
19 Eylül 1985’te gerçekleşen Michoacan Depremi, Meksika tarihinin en büyük afetlerinden biri olarak kayıtlara geçti. 8,0 büyüklüğündeki bu depremde yaklaşık 10 bin kişi hayatını kaybederken binlerce Meksikalı da evsiz kaldı.
19 Eylül 2017’de, bu acı günün yıldönümünde, 7,1 büyüklüğünde bir başka deprem daha meydana geldiğinde ise ülkede artık çok şey değişmişti.
1985 depreminin ardından geliştirilen erken uyarı sistemi SASMEX, bu değişimin en önemli ayaklarından birini oluşturdu. 1991’de faaliyete geçen sistem dünyada halka yönelik ilk deprem erken uyarı sistemi olma özelliğini taşıyor. Sistem, Guerrero sahil şeridine yerleştirilen sismometreler aracılığıyla büyük depremleri tespit ediyor. Ardından uyarılar, elektronik yollarla Mexico City’e iletiliyor ve şehir genelinde alarmlar çalıyor.
Depremlerin merkez üssü ile Mexico City arasındaki mesafe sayesinde, bu sistem genellikle bir dakikadan fazla önceden uyarı verebiliyor. Bu da insanların güvenli alanlara geçmeleri için hayati zaman kazandırıyor.

Meksika’da 19 Eylül 2023’te ulusal deprem tatbikatı, 8,0 büyüklüğünde bir deprem senaryosuna göre gerçekleştirildiFotoğraf: Carlos Santiago/eyepix/picture alliance
Michoacan Depremi’nin yıldönümü ise Meksika için yalnızca bir yas günü değil, aynı zamanda bir uyanış günü. Her yıl 19 Eylül’de ülke genelinde büyük çaplı deprem tatbikatları düzenleniyor. Okullarda ve diğer kamu binalarında tahliye tatbikatları gerçekleştiriliyor.
Yapıların depreme dayanıklılığına yönelik atılan adımlar ve hayata geçirilen yönetmelikler de deprem bölgesinde yer alan ülkede can ve mal kayıplarını minimuma indirme konusunda önemli rol oynuyor.