MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 22 Ekim 2024’te PKK lideri Abdullah Öcalan’a, örgütü lağvetmesi koşuluyla, “umut hakkı için başvurması ve TBMM’de DEM Parti Grup Toplantısı’nda konuşması” için çağrı yapmış ve bu hamle Türkiye’de büyük yankı uyandırmıştı. Kimileri Bahçeli’nin çağrısını “milat” olarak nitelendiriyor. Siyasi partilerde çağrıyla ilgili farklı değerlendirmeler yapılıyor. Ancak çağrının üzerinden geçen yaklaşık beş aya rağmen bu yeni sürecin adının ne olduğu, nasıl yürütüldüğü ve nihai hedefinin ne olduğu kamuoyunca yeterince bilinmiyor.
Siyasiler olup biteni tarif etmek istedikleri zaman sadece ‘süreç’ demekle yetiniyorlar.
Kısacası Devlet Bahçeli’nin Öcalan ve DEM Partisine yaptığı çağrı ile başlayan yeni sürecin adeta adı yok. Belki önceki barış sürecinde yaşananlar, sürecin olumsuz bir şekilde sonlanması yetkili/ilgili kişilerin açıkça isim vermesini engelliyor ve yoğurdu üfleyerek yediriyor. Ancak diğer yandan adı her ne ise yeni süreç tamamen şeffaflıktan ve demokratik teamüllerden uzak şekilde ilerliyor. Kiminle tam olarak neyin pazarlığının yapıldığı, sürecin nasıl ilerleyeceği, hangi değişikliklerin olacağı halen malum değil ve olacakları ancak yetkililerin açıklamalarının satır aralarından okuyarak tahmin etmeye çalışıyoruz.
AKP iktidarı ve küçük ortağını bu sürece iten iki faktör görünüyor. İlki, Esad rejiminin devrilmesinden sonra Suriye’de yaşananlar. İkincisi ve belki de mevcut rejim için en önemlisi ise Erdoğan’ın tekrar cumhurbaşkanı seçilebilmesinin bir anayasa değişikliği ile garanti altına alınması. Almadan vermek Allah’a mahsus olduğundan karşılığında da Öcalan ve Kürtlere bir şeyler verilmesi gerekiyor. Bahçeli’nin Öcalan’ın umut hakkı kapsamında Meclis’e gelerek (dolayısı ile İmralı’dan tahliye edilerek) örgütünü dağıttığını açıklaması isteğinden, anlaşılan başta Öcalan olmak üzere diğer örgüt üyelerinin ve Kürt siyasetçilerinin tahliyesini sağlayacak bir düzenleme de masada duruyor.
Bunun mevcut Anayasa ve kanunlar çerçevesinde nasıl yapılacağı konusunda henüz bir işaret verilmiş değil. Bununla birlikte mevcut düzenlemeler çerçevesinde bunun yapılabilmesinin birkaç yolu bulunuyor. Anayasa’nın 104. maddesine göre; Cumhurbaşkanı, sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle kişilerin cezalarını hafifletebilir veya kaldırabilir. Dolayısı ile Cumhurbaşkanı af yetkisini kullanarak Öcalan’ın tahliyesini ve kalan cezasını evde çekmesini sağlayabilir. Ancak siyasi riskler nedeni ile bunun zayıf bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan bu süreç için çok önemli rolü olsa da sadece Öcalan’ı kurtaracak bir adım, adı her ne olursa olsun sorunun çözümü için yeterli olmayacaktır. Öncelikle içeride başta Demirtaş olmak üzere onlarca Kürt siyasetçi bulunuyor. Ayrıca sayıları beş bin civarında PKK üyesinin de halen cezaevlerinde olduğu söyleniyor. Dolayısı ile bulunacak çözüm yolunun Kürt cephesinde kabule şayan olabilmesi için olası bir af düzenlemesinin bir şekilde halen cezaevinde olan diğer PKK üyelerini de kapsaması gerekiyor.
Aynı suçtan yargılanan ve/veya mahkûm edilenlerin tamamını kapsayacak çözüm yolu ise Meclis’in yapacağı bir af kanunu ile tahliyelerin sağlanmasıdır. Kamuoyunda da bu mesele çoktan yeni bir af hazırlığı şeklinde algılandı. Anayasa’nın 87. maddesine göre Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üçünün kararı (360 oy) ile genel ve özel af ilan edebilmektedir. AKP iktidarı döneminde 2020 yılında Covid ve 2023 yılında Cumhuriyetin 100. yılı bahane edilerek infaz düzenlemesi adı altında dolaylı af niteliğinde yasal değişiklikler yapıldı ve on binlerce insanın tahliyesi sağlandı. Bu iki yasal değişikliğin de ‘infaz düzenlemesi’ adı alında gerçekleştirilmesinin sebeplerinden biri iktidar partilerinin beşte üç çoğunluğa ulaşamaması idi. Nitekim Anayasa Mahkemesi, CHP’nin düzenlemenin özel af niteliğinde olduğu yönündeki başvurusu üzerine, dokuza karşı yedi oyla başvuruyu reddetmişti. Bu rejim döneminde ve baskı altındaki Mahkeme’nin yedi üyesinin düzenlemeyi af niteliğinde görmesi bile aslında durumu anlamak için yeterli. Ancak bu defa DEM Parti de düzenlemeyi destekleyeceğinden beşte üç çoğunluğa ulaşmak zor olmayacaktır. Yine de nasıl bir yöntem takip edileceği henüz netleşmiş değil.
Gerek 2020 ve gerek 2023 yıllarında yapılan iki infaz düzenlemesi de adi suçları hedef almakta ve terör suçundan hapiste olanları kapsam dışında bırakmaktaydı. Oysa terör örgütü suçlaması ile Türkiye’de hükümlü ve tutuklu olanların sayısı muhtemelen tüm Avrupa ülkelerinin toplamından daha fazla. Bunun nedeni Türkiye’de daha çok terör örgütü ve/veya üyesi olmasından değil, bu suçlamanın muhalifleri sindirmek için bir araç haline getirilmesindendir. Dolayısı ile devlet ve toplumun dışlanan/ötekileştirilen diğer kesimleri arasında bir barış planlanıyor ise artık siyasi suç haline gelen ve muhalifleri sindirme aracına dönüşen terör örgütü üyeliği suçundan başlamak gerekirdi.
Bu defa doğrudan örgüt lideri ile görüşme ve pazarlıklar yürütüldüğünden çıkarılacak af veya infaz düzenlemesinin silahlı terör örgütü suç türünü dışarıda bırakmaması beklenir. Burada özellikle Cemaat davalarında ceza almışlar tarafından çokça sorulan bir soru, bir af veya infaz düzenlemesinin terör örgütü suçunu kapsaması durumunda örgüt adına göre bir ayrım yapılıp yapılamayacağıdır. Evrensel hukuk ilkeleri ve mevcut Anyasa bağlamında düşünüldüğünde bu tür bir ayrım esasen mümkün değildir. Yani af veya infaz düzenlemesi, TCK 314. maddesini de içine alırsa artık bu maddeden ceza alan tüm kişiler af veya infaz indirimi düzenlemesinden otomatik olarak yararlanırlar. Bununla birlikte şu şerhi düşmek lazım: mecliste istediği çoğunluğu sağlayacağı anlaşılan, yargıyı tamamen kontrolü altına almış 23 yıldır iktidarda olan bir rejim, tüm bunları görmezden gelir ve ‘ben yaptım oldu’ derse bunu durdurabilecek bir mekanizma da maalesef görünmüyor. Ancak olası bir afta aynı suçlamalar ile itham edilenler arasında bir ayrım yapmak ve birilerini kapsam dışında bırakmak toplum vicdanında onulmaz yaralar açacaktır.
Meclis üzerinden bir çözüm aranacak ise burada üç ihtimal bulunuyor. İlk ikisi nitelikli çoğunluk gerektiren genel ve özel af düzenlemesi, diğeri ise basit çoğunlukla alınabilecek bir infaz düzenlemesi. Meclis’in bir genel af kanunu kabul etmesi, en hızlı ve net sonuç alınmasını sağlayacaktır. Zira genel af TCK 97. maddesine göre kamu davasını ve hükmolunan cezaları bütün neticeleriyle ortadan kaldırır. Dolayısı ile hem suç ve hem de ceza ortadan kaldırıldığından bu kapsama giren tüm hükümlü ve tutuklular başka bir incelemeye gerek kalmaksızın özgürlüklerine kavuşurlar. Özel af ise cezayı ortadan kaldırır, azaltır veya değiştirebilir. Dolayısı ile yapılan düzenlemenin içeriğine göre kişiler tahliye olabilirler, cezaları azaltılabilir veya cezalarını denetimli serbestlikte olduğu gibi bir kısım adli kontrol tedbirleri altında dışarıda tamamlamaları öngörülebilir.
Diğer yandan infaz düzenlemesi ise sadece cezaların ne şekilde infaz edileceğini düzenler. Ancak 2020 ve 2023 yıllarındaki infaz düzenlemeleri özel affa yakın sonuçlar doğuran düzenlemelerdi. Nitekim yukarıda da değindiğimiz üzere bu konu Anayasa Mahkemesine de taşınmıştı. Bu tür infaz düzenlemeleri de suç nedeniyle cezaevinde geçirilmesi gereken ceza süresini önemli ölçüde azaltabilir veya denetimli serbestlik gibi usuller ile cezanın dışarıda tamamlanması sağlanabilir.
Ne şekilde olursa olsun, büyük bir çoğunluğu gerçek bir terör örgütüne üye olmayan, bir şiddet/cebir eylemine katılmayan, hatta bunu tasvip de etmeyen terör örgütü suçlamasının muhatabı mağdurları tekrar özgürlüğüne kavuşturacak bir düzenleme, yaşanan çok büyük mağduriyetleri önemli ölçüde gidermeye elverişli olduğundan olumlu karşılanmalıdır. Zira ülkede yaşanan ağır hak ihlalleri ve yargının bu süreçte başat rol oynaması nedeniyle oluşan haksız mahkûmiyetleri hukuki başvuru yollarıyla toptan hızlı bir şekilde çözmek pratikte imkânsız gözükmektedir. En azından uzun zaman alacağı kesindir.
Son olarak, bilindiği gibi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar, hiçbir şekilde tahliye edilmezler. Ancak DEM Parti’nin Öcalan’ı hedef alan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazına ilişkin bir kanun teklifinin mecliste olduğunu da belirtmek gerekiyor. Nitekim AİHM de hiçbir tahliye ihtimali olmadan hapis cezası verilmesini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bularak kişilerin umut hakkının olması gerektiğini vurgulamıştı. Kim bilir Bahçeli’nin bahsettiği umut hakkı kapsamında Öcalan’ın Meclise gelmesinin belki de zemini hazırlanmıştır.
SELAMİ ER
20 Mart 2025 GÖRÜŞ
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***