KHK ile kapatılan Zaman gazetesinin yazarı, siyaset bilimci Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne, Sözde Dikta olarak nitelediği Erdoğan rejiminin gidiş biletinin kesildiğini, bir süre daha direneceğini ancak halkın ve bir bütün olarak ülkenin çıkarlarına teslim olup erken seçime gideceğini öne sürdü.
Türköne, ‘(Erdoğan) Kendi çıkardığı isyanı bastırmak bir kenara, kendi saflarında iktidarın burçlarına egemen olan korkuyu bile gideremiyor. Ne olacak sorusunun cevabını bu tablo, şüpheye yer bırakmayacak şekilde veriyor: Hiçbir diktatör, böyle bir ekiple ve partiyle gireceği savaşı kazanamaz. Hiç kimse kazanamayacağı savaşa girmez. ‘dedi.
Mümtaz’er Türköne şunları yazdı:
2013’ten sonra AK Parti iktidarı için “dikta” isnadı yaygın olarak kullanıldı. Başlarda Erdoğan için “diktatör” sıfatının bir hakaret anlamı taşıdığı iddia edildi ve dava konusu yapıldı. Sonra durum normalleşti. Normalleşti çünkü “dikta” ibaresi bir yafta olmaktan çıkıp asalet unvanlarından sayıldı. Yani iktidar, dikta olarak nitelenmeyi bir ayrıcalık ve üstünlük sıfatı olarak üstü kapalı şekilde benimsedi.
Dikta buyurganlık demektir; dediğini yaptırmak, mutlak ve sınırsız güce sahip olmak. Dikta rejimi, tek kişinin sınırsız güçle yönetmesi, yönetilenlerin de bu güce kayıtsız şartsız boyun eğmesidir. Tek bir kişi, denetimsiz ve keyfi bir yetki kullanır, tarihte örnekleri bolca görüldüğü üzere, akşam yemeği fazla kaçırdığı için gece gördüğü kâbusun etkisiyle ertesi gün epeyce insanın canını yakar. Kimsenin bu güç karşısında sığınacak dalı yoktur. Yaşam ve özgürlük hakkı başta olmak üzere temel haklar diktatörün iki dudağının arasındadır. Muhalefetin yaşama şansı yoktur, eleştirenler ağır cezalara çarptırılır. Servet onun kontrolündedir, istediği gibi birinin elinden alıp ötekilere dağıtabilir. Bütün diktatörler çok zengindir.
Halktan beklenen ise sorgusuz sualsiz itaat ve sadakattir.
Otoriter mi, Totaliter mi?
Diktatörlük iki türlüdür: Otoriter ve totaliter.
Otoriter diktatörlükler çıplak güce dayanır, tek kişi keyfince yönetir ve yaptıklarını bir gerekçeye dayandırmak zorunda değildir. Saddam’ın Esad’ın Orta Doğu diktatörlükleri, son olarak Putinizm gibi. Tek kişiye sadakat ve itaat dışında, onun radarına girmediği sürece insanlar istedikleri gibi yaşarlar.
Totaliter diktatörlükler ise bir ideoloji ile kendilerini meşrulaştırır, herkesin bağlı olması ve ona uygun yaşaması gereken bir ideoloji egemendir. Tek bir hayat biçimi, herkesin inanması ve uyması gereken tek bir gerçeklik vardır. Sosyalist ve faşist diktatörlükler gibi. İran rejimi, teokrasinin totaliter versiyonudur. Afganistan’da Taliban yönetimi aynı diktatörlüğün mantığı aynı ama sonuçları farklı bir versiyonudur. Totaliter diktatörlüklerde ideoloji, diktatörün yorumuna bağlı olsa da meşruiyet bu ideolojiye bağlılıkla ölçülür. Diktatör de gücünü bu ideolojiden alır.
2013’ten sonra diktatörlüğün totaliter formu iktidarın rüyalarını süsledi, ama bu hayal en fazla katı bir muhafazakârlıkla sınırlı kaldı. Diktatörlüğün otoriter biçimi ise 15 Temmuz darbe girişiminin açtığı belalı yolda fırsat buldukça uygulandı. 2017 referandumu ile gelen anayasal düzen, böyle bir rejimi amaçlamıştı.
Bizde diktatörlüğün sınırlarını imkânlar belirliyor. Dikta rejimlerine özgü keyfilikler, özellikle yargı kararlarıyla el’an sürüyor; fakat ne uluslararası ilişkiler düzeni ne ekonomi ve halkın talepleri ne de iktidar tekelini elinde tutanların yeteneği otoriter veya totaliter bir dikta rejimine imkân ve fırsat vermiyor.
Kelimeleri doğru kullanırsak mevcut iktidar “faşist” bir yönetim değil, hatta çok arzu etmesine rağmen evrensel ölçülerde bir dikta rejimi de değil. Belki sadece “Sözde Dikta” düzeninin çarklarını çevirmeye çalışmaktan sorumlu. Dikta rejimi olarak görülmeyi ve mutlak güç sahibiymiş gibi boyun eğilmesini çok istedi.
Ama olmadı.
Neden olmadı?
2025 yılının Nisan ayına girerken siyasî düzenimiz, detaylarına ve arka planında işleyen mekanizmalarına ayrışmış çok net bir görüntüye sahip. Karşımızda karşı konulmaz bir dikta rejimi değil bir üflemede ayağı yerden kesilen kâğıttan bir kaplan duruyor.
Öncelikle, dikta rejimleri seçim kaybetmez. 2015’den beri Sözde Dikta rejimi, art arda seçim kaybetti. Şu anda bile çoğunluğu değil, MHP desteği ile ayakta duran bir azınlığa dayanıyor.
Nitekim son İmamoğlu operasyonu, kazanamayacağını bildiği seçim yerine, elindeki güçleri seferber edip bir Bizans Saray Düzeni inşa etmeyi amaçlıyordu. İç çekişmelerine güvenip CHP ortadan ikiye bölünecek, bu arada korku iklimi egemen olacak, alternatif iktidar arayanların fenerleri sönecekti. Halkın özgürlük, adalet ve iyi yönetim susuzluğu siyaset sahnesindeki entrikaların üzerinden bir sel gibi aştı ve diktanın “sözde” kısmı da sular altında kaldı.
Evrensel ve tarihsel örnekler dikta rejimlerinin, hatta “sözde” olanların bile silahlı bir güce, yani orduya dayandığını gösteriyor. Sisi, Mısır’ı ordusu ile yönetiyor. Bizim ordumuzun bir dikta rejiminin koltuk değneği olabileceğini hayal etmek bile mümkün değil. Paramiliter örgütlenmeler ise, gevşek bir muhafazakâr dokudan üretilemezler.
Toplumdan gelen çok güçlü bir iktidar değişimi talebi var. Bunun karşısında duracak bir güç ve bir engel yok. Yerine neyin geleceği konusunda kafalar net değil, ama mevcut iktidarı değiştirmek konusunda muhalefetin her hücresi tek bir beden gibi hareket ediyor.
Gidiş bileti kesilmiş.
Korku dağları yani iktidarı bekliyor, düz ovayı yani muhalefeti değil. O kadar güce ve tecrübeye rağmen iktidar kanadı organize bir hücuma kalkamıyor. Erdoğan tek başına vuruşuyor, yanında ve arkasında kimse yok; yapayalnız. Çünkü iktidar sahipleri ve destekçileri kendi geleceklerini garanti altına alma endişesi ile araziye uygun kamuflajlara gizlenmiş durumdalar. Diktanın muhalefeti susturması ve durdurması beklenen korku iklimi, tersine iktidar kanadını kilitliyor. Kendi çıkardığı isyanı bastırmak bir kenara, kendi saflarında iktidarın burçlarına egemen olan korkuyu bile gideremiyor.
Ne olacak sorusunun cevabını bu tablo, şüpheye yer bırakmayacak şekilde veriyor: Hiçbir diktatör, böyle bir ekiple ve partiyle gireceği savaşı kazanamaz. Hiç kimse kazanamayacağı savaşa girmez.
Hızlı ve etkili bir normalleşmeye hazır olun.
Erken Seçim artık bir mecburiyet:
“Mümkün mü?” sorusuna, bilhassa ekonomik krizden çıkışın nesnel mecburiyetlerine bakarak karar verin. Saray bir hamle yaptı ve hamlesi boşa düştü. Ekonomi çok ama çok ağır bir bedel ödedi. Seçim olmadan derinleşen ekonomik krizden çıkmak artık mümkün değil. Hele Sözde Dikta rejiminin bu krizi yönetmesi, yeniden güven ortamı oluşturması ve umut yaratması imkânsız.
Tatsız tuzsuz tekrarlarla uzatılan hikâye sona erdi. Yeni bir hikâye yazmak için yeni ilhamlarla yeni bir çağ başlıyor.
Erken Seçim kararı alındığı anda CDS, faizler düşer, döviz kontrol altına girer, yabancı sermaye yeniden giriş yapar. Yerli sermaye daha uzun vadeli planlamaya geçer.
Tek başına ekonominin zorlayıcı şartları erken seçimi mecburi istikamet olarak önümüze çıkarmaya yeterli.
Elbette direnecek, ipe un serecek. Ama “sözde” değil, ekonominin, halkın ve bir bütün olarak ülkenin çıkarlarına teslim olup erken seçime gidecek.
Başka çaresi yok.
Kısaca “sözde dikta” rejimi de artık sona erdi. Geçmişin alışkanlıklarına takılmayın. Hayatın gücü her şeyi peşine takıp sürükler. Önümüzde sözde değil özde bir demokrasi fırsatı var; hem de uzun bir dönem için.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***