Sosyal bilimci Bonnie G. Smith’in kaleme aldığı ‘Dünya Tarihinde Kadınlar’ isimli çalışma “1450’den Günümüze” alt başlığı ve Merve Öztürk’ün çevirisi ile İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Smith, bu eserinde resmi tarihe alternatif olacak şekilde kadınların tarihini ele alıyor.
Tarih asırlardan beri erkeklerin elinde, tekelindedir. Erkekler tarihi kendi istedikleri gibi yazar, ilgi alanlarına giren meseleleri, savaşları, barışları, anlaşmaları, göçleri, tiranları, imparatorları anlatırlar. Kadınların hikayeleri nadiren ele alınır alınmasına ancak anlatılanlar daha ziyade toplum tarafından “saygıdeğer” görülen kadınlara dairdir. Bu kadınlar hem diğer kadınlara örnek olmaları için hem de günlük gibi yazılı kaynaklar bıraktıkları için anılırlar. Zaman zaman “kötü” addedilen kadınlar da çıkar o sayfaların arasında karşımıza. Erkeklere meydan okuyan, geleneğe itibar etmeyen, erkeğin iktidar alanını tehdit eden, son kertede hoş görülmeyen, cezalandırılan, sürülen, öldürülen, kötülenen kadınlardır bunlar. İbret hikayesi (!) olarak okunmalıdırlar ve öyle de okunurlar…
Kadınlar uzun müddet özel alana mahpus oluşlarından ve kalem tutamayışlarından dolayı kendilerine ait bir bellek ve tarih yaratamazlar böylece, kazanımlarını bir sonraki kuşağa ulaştıramazlar. Her kuşağın mücadelesi Penelope’ninki gibi karanlıklara karışır çok geçmeden.
Oysa tarih erkeklerin savaşlarını, çektikleri çileleri, devrim için mücadelelerini allayıp pullayadursun, kadınlar da vardır orada, çile çeken çoğunlukla onlardır. Keza I. Dünya Savaşı’nda veya 1980lerde Sovyetler Birliğinde yaşanan kıtlık, gıda maddesi için kuyrukta bekleyen insan hikayeleri görünüşte tüm insanları hikaye etse de, aslında kuyrukta bekleyen kadınlardır. Savaşın mağdurları da yine kadınlar ve çocuklardır. Bunun gibi kadınların görünür kılınmadığı hikayeler silsilesiyle tarih erkekleştirilerek günümüze kadar gelir.
Eserin belirttiği sınırlar içindeki kadın tarihine baktığımızda, 1500li yıllarda kadınların hayatı ev işleri yapmak, çocuk doğurmak ve onların bakımından yükümlü olmak gibi ortak deneyimlerden ibarettir. Kırsalda yaşayan kadınlar ev dışında çeşitli işler de yaparlar. Keza çiftçilik gibi üretim işleri, yiyeceklerin hazırlanması ve denetlenmesi gibi görevler üstlenirler. Kimi zaman da keten ve pamuk yetiştirir, bunların dokunması ve işlenmesinde çalışırlar. Elbette köle kadınlardan soylu kadınlara, hatta imparatoriçelere kadar kadınlar ait oldukları sınıfa ve millete göre çeşitli deneyimler yaşasalar da, şöyle bir genelleme yapmak mümkündür:
“Batı yarımküredeki kadınları erkeklerle daha bütünleyici durumdalardı, günlük işleri değer görüyordu ve birçok topluluk kararında etki sahibiydiler. Buna karşın Avrasyalı kadınlar kralların, soyluların ve erkek memurların, babaların ağabeylerin kadınlar altındaki gücünde hiyerarşiyi vurgulayan, patriarkal kurallar altında yaşıyorlardı.”
Uzun yıllar kadınlar erkeklerin onlardan daha üstün ve ayrıcalıklı olduğunu kabul ederek yaşarlar. Hatta demokratikleşmeye, insanca yaşamaya dair umut vaat eden devrimler dahi kadınları ve onların devrim için verdiği emekleri görmezden gelir. Her ne kadar Fransız Devriminde kadınlar eşit miras hakkı gibi kazanımlara erişirlerse de, çoğu yerde durum her daim yalnızca erkeklerin lehine gelişir. Ekseriyetle dünya tarihinde devrimlerin sayesinde hak ve özgürlüklere dair kelime dağarcığı oluşur oluşmasına ancak kadınlar söz konusu olunca onlar için geçerli kavramlar, evle ilgili sorumlulukları, anneliklerinin kutsallıkları, siyasi ve kamusal alanında dışında oluşlarına dairdir.
Sanayileşmeden sonra kadınların ahvali iyi değildir, kadınlar yine erkeklere göre çok da düşük ücret ve zor şartlarda çalıştırılırlar. Üstelik iş yerlerinde uğradıkları istismar ve taciz için onları koruyan hiçbir mekanizma yoktur. Zamanla kadınlar birlik olmaya, kendilerini ve diğer kadınları koruyacak, fabrikalardaki ve çeşitli iş yerlerindeki tehlikeleri ortadan kaldıracak, seks işçiliği yapmaktan alıkoyacak birtakım çareler üretmeye başlarlar. Fakir ve işsiz kadınlara yardım eli uzatmak da, kadınların gündeme aldığı bir diğer mesele olur. Protestolar, siyasi aktivizm ve örgütlenme bu dönemde kadınlar arasında baş gösterir. Ancak yine de tüm bu çabalar uzun zaman kadınların durumunu iyileştiremez. Sömürgecilik ve sanayileşme, erkeklerin tahakkümünü güçlendirir. Zira kadınlara bu dönemde hem üretici olma hem de doğurganlık gibi sorumluluklar yüklenir.
Nihayet kadınların örgütlenmeleri, mücadeleleri, bilhassa iki dünya savaşı ile erkeklerden boşalan işlerde çalışmaya başlamaları sonuç vererek eşit yurttaşlık haklarına erişmelerinde büyük rol oynar. 20. Yüzyılda atağa kalkan kadın hareketiyle kadınlar , miras, aile hukuku, medeni hukuk ve siyasi haklar gibi büyük kazanımlara kavuşurlar, kamusal ve özel alanda erkeklerle eşit hak ve fırsatlara sahip olurlar. (Elbette hukuken…) 20. Yüzyılın sonuna gelindiğinde ise kadınlar artık devlet başkanları olarak siyaset sahnesinde yer alırlar.
Feminist tarihçi Bonnie G. Smith’in kaleme aldığı ‘Dünya Tarihinde Kadınlar’ isimli eser, 16. Yüzyıldan günümüze değin, eril tarihçilik anlayışına rağmen kadınların geçtikleri çetrefil yolları, verdikleri mücadeleleri ve son kertede patriyarka karşısındaki kazanımlarını mercek altına alıyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***