NURULLAH ALBAYRAK | YORUM
Hukuk, toplum düzenini sağlamak, hakları korumak ve adaleti tesis etmek için vardır. Hukukun, adalet yerine bir güç aracı olarak kullanılması ise hukuk devletini ortadan kaldırır ve keyfi bir yönetim anlayışının kapısını aralar. Dahası, “hukukun kötüye kullanılmasını engelleme” iddiasıyla bizzat hukukun kötüye kullanılması, otoriterleşmenin en tehlikeli göstergelerinden biridir.
Bugün Türkiye’de tartışılan ve kamuoyunda “Hakan Şükür Yasası” olarak anılan düzenleme, hukukun nasıl siyasi hesaplaşmalara malzeme edildiğinin en çarpıcı örneklerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İktidar yanlısı çevreler, hakkında yakalama kararı bulunan kişilerin Türkiye’de dava açmasını engellemek için usul yasasında değişiklik yapmayı gündeme getirdi. Hukukun en temel ilkelerinden biri olan “hak arama özgürlüğünü” ortadan kaldırmayı hedefleyen bu girişim, aslında hukukun bizzat kötüye kullanılmasıdır.
Hakan Şükür, yurtdışındaki bir noter aracılığıyla Türkiye’deki avukatına vekaletname vererek, kendisine yönelik hakaret ve kişilik haklarına saldırı içeren eylemlerle ilgili hukuki süreç başlatmıştır. Açılan bazı tazminat davalarında, yerel mahkemeler Şükür lehine karar vererek manevi tazminata hükmetmiştir.
Bu durum, iktidara yakın bazı hukukçu sıfatına sahip ancak hukukla ilgisi olmayan kişiler tarafından eleştirilmiş ve konu Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na taşınarak Hakan Şükür lehine karar veren hakimlerin ihracı istenmiştir. Gerekçeleri ise, hakkında yakalama kararı bulunan bir kişinin Türkiye’de dava açmasının hukukun kötüye kullanılmasıymış.
Bu tartışmaların ardından, hakkında yakalama kararı bulunan kişilerin vekalet vererek dava açmalarının önüne geçilmesi için usul yasasında bir değişiklik yapılacağı yönünde iddialar ortaya atıldı. Daha da ilginç olanı, bu değişikliğin gerekçesi olarak “hukukun kötüye kullanılmasını engelleme” argümanının öne sürülmesiydi.
‘Hukukun kötüye kullanımı’ nedir?
Hukukun kötüye kullanılması, hukuk sisteminin ve yargının, bireylerin temel haklarını kısıtlamak, muhalifleri susturmak veya keyfi uygulamalara meşruiyet kazandırmak amacıyla manipüle edilmesidir. Bir kişinin hakkında yakalama kararı var denilerek haklarından mahrum bırakılmaya çalışılmasıdır.
Bilmeyenler için söyleyelim, hakkında suç isnadı olan bir birey dahi, kendisine karşı işlenen suçlara karşı yargı önünde hak arama özgürlüğüne sahiptir. Ve hiç kimseye, hangi gerekçeyle olursa olsun, hakkını aradığı için “Hukuku kötüye kullanıyorsun!” denilemez.
Bu noktada temel sorulardan birisi şudur: Hakan Şükür hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı var mı? Hayır.
Yargılansa bile mevcut hukuk sistemine göre beraat etme ihtimali var mı? Evet, var.
O halde, nasıl oluyor da yargı mercileri önünde hakkını aradığı için hukuku kötüye kullanmış oluyor?
Hatta, varsayalım ki hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı olsa bile, bu onun yargıya başvurma hakkını tamamen ortadan kaldırır mı?
Bir kişi hakkında mahkûmiyet kararı olsa dahi, eğer ona karşı suç işlenmişse, bu kişinin mahkemeye başvurması engellenebilir mi? Tabi ki hayır.
Hukukun en temel ilkelerinden biri, herkesin ‘hukuki koruma’ ve ‘adil yargılanma hakkına’ sahip olmasıdır. Bir birey, geçmişte bir suçtan mahkum olmuş bile olsa, kendisine yönelik hukuka aykırı bir eylem gerçekleştiğinde bunun giderilmesi için yargıya başvurabilir.
‘Hukukun kötüye kullanılması’ nasıl olur?
Hukukun kötüye kullanımının nasıl olacağını görmek için Türkiye’deki bazı uygulamalara bakmak yeterli olacaktır. Bunun en somut yansıması yargının bağımsızlığını kaybederek siyasi bir araç haline getirilmesiyle gerçekleşir. Muhaliflere yönelik temelsiz suçlamalarla davalar açılması, keyfi soruşturmalar ve sahte delil üretimi, hukukun bir baskı aracı olarak kullanılmasına neden olunması.
Ayrıca, yasaların iktidarın çıkarlarına göre değiştirilmesi, hukukun öngörülebilirliğini ortadan kaldırarak geriye dönük ceza uygulanması. Çifte standartlarla hukukun seçici uygulanması, iktidara yakın kişilerin korunmasını sağlarken muhaliflerin ağır cezalara çarptırılması. Ya da hukukun ekonomik bir silah olarak kullanılması, bağımsız medya kuruluşlarının kapatılması, muhalif iş insanlarının ve gazetecilerin mali baskılarla susturulması gibi uygulamalar hukukun kötüye kullanılmasının en bariz örnekleridir.
Eğer bir hukuk sisteminde, belirli kişilerin yargı mekanizmalarına erişiminin keyfi biçimde engellenmesi yasalaştırılmaya çalışılıyorsa, bu durum hukukun kötüye kullanılmasının en açık örneğidir. Hukukun temel işlevi, bireylerin haklarını korumak ve adaletin sağlanmasını güvence altına almaktır. Ancak, bir hukuk düzeni yalnızca belirli grupların veya bireylerin lehine işliyorsa, bu durum bir hukuk devleti olmaktan çıkıp, hukukun siyasal bir araç haline dönüştüğü bir rejime işaret eder.
Bu bağlamda, “Hakan Şükür Yasası” olarak adlandırılan çalışma, hukukun kötüye kullanılmasının nasıl sistematik bir hale geldiğini gösteren somut bir örnektir. Hukuku, kişisel ve siyasi hesaplaşmalar için bir silah haline getirmek, adaletin en büyük düşmanıdır.
“Böyle bir yasa yapılmaz!” demek artık mümkün değil ancak söylendiği gibi usul yasasında böyle bir değişiklik yapılırsa, sadece belirli kişiler için değil herkes için hukukun siyasi amaçlarla daha da araçsallaştırılacağını söylemek yanlış olmaz.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***