Türkiye 11 yıl sonra bir kez daha Kürt sorununa çözüm bulmak hedefiyle bir girişim başlattı. Her ne kadar yetkililer çözüm süreci yerine “Türkiye’nin terörden arındırılması” süreci tabirini kullansa da tartışmalar, Kürt sorununa çözüm bulunması noktasına odaklanıyor.
2013 yılındaki çözüm sürecinde akil insanlar heyetlerinde yer alan isimler, iki süreci VOA Türkçe’ye değerlendirdi.
Abdullah Öcalan’ın 2013 yılında Diyarbakır’daki Nevruz kutlamalarına gönderdiği ve PKK’ya silah bırakma çağrısı yaptığı mektubun okunmasıyla resmen başlayan çözüm sürecini halka anlatmak amacıyla o dönem akil insanlar heyetleri kuruldu.
Toplumda tanınan akademisyen, yazar, sanatçı, iş insanı, siyasetçilerden oluşan ve 9’ar kişiden oluşan 7 heyet oluşturuldu. Güneydoğu Anadolu heyetinde yer alan isimlerden biri de Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem’di.
Prof. Erdem, ilk çözüm sürecinden 11 yıl sonra bir kez daha gündeme gelen ancak adı konmayan süreci VOA Türkçe’ye değerlendirdi. Erdem, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin Türkiye’yi adım atmaya ve Kürt sorununa çözüm üretmeye zorladığını dile getirdi.
“Örgüte silah bırakma talimatını verebilecek yegâne güç Öcalan’dır”
Gelişmelerden PKK’nın silah bırakması halinde, devletin de bazı adımlar atabileceği sonucunu çıkaran Erdem, “Bu modelde, bizim dışarıdan okuyabildiğimiz kadarıyla şu söylenmek isteniyor; ‘Abdullah Öcalan’ın çıkıp açıklama yapması sonrasında örgüt silahları bırakırsa Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kürtler için birtakım şeyler yapabilir’ deniyor. Söylenmek istenen şey şu: ‘Bize güvenin. Kayıtsız şartsız, herhangi bir koşul ileri sürmeksizin silahları terk edin, silahları toprağa gömün. Ondan sonraki aşamada da biz Kürtlerin her ne kadar sorunu yoksa da yani Kürt sorunu yoksa da Kürtlerin yaşadığı birtakım sorunları çözme noktasında iyi niyetli adımlar atarız’” dedi.
Peki bu adımlar ne olabilir? Prof. Dr. Erdem, silahların bırakılması sonrası atılması muhtemel adımları şöyle sıralarken, “Muhtemelen kayyım atamalarına belki son verilebilir. Kürtler üzerindeki baskıyı hafifletebilir. Bunun gibi birtakım sembolik adımlar atar diye düşünüyoruz” ifadesini kullandı.
Örgüte Öcalan dışında kimsenin silah bıraktıramayacağını savunan Erdem, şunları dile getirdi:
“Bu örgütün kurucusu Abdullah Öcalan’dır. Dolayısıyla Abdullah Öcalan ancak silahları bırakma noktasında bir etkiye, bir güce sahiptir. Bunda herhangi bir kuşku yok. Kürt siyasi hareketinin hiçbir bileşeni örgüte silah bırakma talimatını veremez. Verebilecek yegâne güç Abdullah Öcalan’dır.”
“Tecrit” söylemi nasıl bertaraf edilir?
Erdem, talimatın sonuç vermesi için Öcalan’ın tecrit altında olduğuna ilişkin algının oluşmaması gerektiğini belirterek, bu algının bertaraf edilmemesi halinde PKK’nın çağrıyı dikkate almama ihtimali bulunduğunu savundu. Bunun Öcalan’nın İmralı’dan çıkarılması anlamına gelmediğini ifade eden Erdem, “Şayet tereddütsüz bir şekilde silahların bırakılması isteniyorsa bu koşullarının sağlanması gerekiyor diye düşünüyorum. Bu Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan çıkarılması anlamında değil. İmralı’da da koşullar elverişli hale getirilebilir. Yeter ki örgütte karar alma mekanizmasını elinde bulunduranların da oluşabilecek olası negatif algıları bertaraf edilsin” şeklinde konuştu.
Sürecin başarıya ulaşması için ne yapılabilir?
Erdem, silahların bırakılması halinde sorunun çözümü için DEM Parti ile müzakere yapılabileceğini dile getirerek şöyle devam etti:
“Kürt meselesinin çözümü noktasında kısa ve orta vadede neler yapılabilir? Bunların çözümü, Kürt meselesinin rahatlatılması, Kürtlerin rahatlatılmasına yönelik gerekli adımların atılması noktasında müzakereler yürütülür. Bu müzakereler neticesinde ne yapılması gerekiyorsa, anayasaysa anayasa, yasal düzenlemelerse yasal düzenlemeler ya da sadece devletin uygulamalarında, yargısal pratiğinde, idari pratiğinde iyileştirmeler ya da tümü bunlara yönelik atılacak adımlar bundan sonraki süreç içerisinde atılır ve Türkiye’de Kürtler de Türkler de Türkiye’ye ulaşılan bütün halk kesimleri de rahatlamış olur diye düşünüyorum.”
“Kürt meselesinin silahlardan arındırılması her halükârda olumludur” diyen Erdem, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Silahların olduğu yerde herkes zarar görüyor. Türkiye’de sadece Kürtler değil, Türkler, diğer unsurlar, Türkiye toplumunun bütün birleşenleri, herkes zarar görüyor. Türkiye’nin demokrasisi, özgürlükleri, ekonomisi zarar görüyor. En büyük zarar gören de muhalefetin kendisidir. Çünkü mevcut iktidar, Cumhur İttifakı bugüne kadar izlediği politik stratejide terör sopasını hep kullandı. Muhalefet her kimle ittifak yapsa, muhalefet her ne söylese ne tür bir söylem geliştirse hemen onu terör sopasıyla dövmeye kalkışıyor. Dolayısıyla muhalefeti de bastırmanın, yok etmenin, hiçleştirmenin bir aracı olarak da kullanılıyor.”
Doç. Dr. Vahap Coşkun: “Bu dönem sürece destek olan aktör sayısı fazla”
İç Anadolu heyetinde yer alan Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun da süreci başlatan dinamikler konusunda Erdem’le hemfikir.
VOA Türkçe’ye konuşan Coşkun, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin her iki sürecin başlamasında etken olduğunu söyledi. İki sürecin en önemli farkının, bu dönemde sürece destek olacak aktörlerin sayısının fazlalığı olduğuna dikkati çeken Coşkun, şunları söyledi:
“2013-2015 çözüm sürecinde sürece en büyük muhalefet MHP’den geliyordu. Hem meclisteki hem de sokaktaki muhalefeti örgütlüyordu. Akil İnsanlar Heyeti’nin bütün illerde karşılaştıkları protestolarda MHP doğrudan işin içerisindeydi ya da MHP ile bağlantılı gruplar bu protestoları organize ediyorlardı. CHP ise yine o süreçte bu kadar hevesli bir tutum içerisinde değildi. Oysa bugün direkt MHP tarafından başlatılan bir süreçten bahsediyoruz. CHP ise 2013-2015’e oranla daha iyi bir durumda, daha pozitif bir noktada duruyor. Bu son derece önemli bir fırsat.”
“2013-2015’e oranla daha uygun bir ortam var”
Türkiye’nin çatışmalı bir süreçten geçmesine rağmen, halkın yarısının son sürece destek verdiğine dikkat çeken Coşkun, bunun sürecin başarıya ulaşması için önemli bir avantaj olduğunu söyledi. Pozitif adımlar atılmasın ve örgütün silah bırakması halinde, sürece desteğin daha da artacağını dile getiren Coşkun, hem mecliste hem toplumda 2013-2015’e oranla daha uygun bir ortamın olduğunu söyledi.
Coşkun, 2013-2015 çözüm sürecinde dış aktörlerin bozucu etkilerinin çok daha fazla olduğunu vurgulayarak, “Dış dinamikler de artık Suriye’de bir istikrarın olmasını istediklerinden, bu sürecin önemli bir parçası olan Kürt meselesinin de bir şekilde siyasetle, diplomasiyle çözümü noktasında bir tavır ortaya koymuş durumdalar. Bu da önemli bir avantajı teşkil ediyor” diye konuştu.
2013-2015 tarihindeki sürecin bazı handikapları bulunduğuna dikkati çeken Coşkun, şunları söyledi:
“Benim görebildiğim kadarıyla birinci çözüm sürecinden çıkartılmış bazı dersler var. Bunlara yönelik de birtakım tedbirler alınıyor. Örneğin, artık süreç eskisi gibi çok fazla uzun zamana yayılmayacak. Kısa süre içerisinde bir sonuç alınmaya çalışılıyor. Yine geçmiş süreçte sadece AK Parti ile dönemin HDP’si arasında yürütülen müzakereler vardı. Ama şimdi diğer siyasal partileri de süreçten bilgilendiren ve onları da sürecin içerisine bir şekilde katan bir tavır var. Bunlar olumlu gelişmeler. Yine Suriye’de 2013-2015’e göre daha anlaşmaya yakın bir durumun olduğunu söylemek mümkün.”
“Şart dayatılırsa süreç bozulabilir”
Sürecin bozulma tehlikesine de dikkat çeken Coşkun, “Türkiye avantajlı bir şekilde olduğunu düşünüp mümkün olan en asgarinin de altında bir şart, bir koşul dayatırsa bu sürecin bozulması konusunda bir etkili olabilir. Örneğin Suriye’deki Kürtlerin hakları ve hukukları konusunda hassas olmayan, meseleye sadece PKK’nin silahsızlandırılması açısından bakan bir yaklaşım, sürecin başarıya ulaşmasını engelleyecek bir faktör olabilir. Bundan kaçınmak lazım” dedi.
PKK’nın da Ortadoğu’daki istikrarsızlığı kendisi açısından bir avantaj veya yeni bir atılım hamlesi olarak görmeye dönük bir bakışı da olabileceğini ifade eden Coşkun, “PKK içerisinde buna yönelik bazı sesler de gelebiliyor. Dolayısıyla daha büyük hedefleri önüne koyup onun üzerinden bir strateji belirleme ihtimali var. Bu da süreci sekteye uğratabilir. Ben önemli bir fırsat yakalandığı kanaatindeyim. Dolayısıyla her iki tarafın da daha aklıselim, uzlaşmaya daha açık bir yolla bu süreci yürütmeleri halinde burada bir başarı ihtimalinin ortaya çıkacağını düşünüyorum” ifadesini kullandı.
“PKK’nin silahsızlandırılması Türkiye’de Kürt meselesinin çözülmesi anlamına gelmiyor”
Coşkun, PKK’nın silah bırakmasının Türkiye’de Kürt meselesinin çözülmesi anlamına gelmediğine dikkati çekerek, Kürtlerin yasal ve anayasal talepleri olduğunu söyledi.
Bu taleplerin de karşılanması gerektiğine vurgu yapan Coşkun, “Kültürel haklardan, yerel yönetimlerin idaresine, eşit vatandaşlık haklarından, ekonomik sorunların çözülmesine kadar birçok alanda ileri sürülen görüşler, istekler var. Ama bunların kısa süre içerisinde çözüleceğini beklemiyorum. Zaten bu mümkün de değil” şeklinde konuştu.
Sürecin iyi yürüyebilmesi için başlangıçta bazı adımların atılması gerektiğini savunan Coşkun, bu adımları şöyle sıraladı:
“Kayyum siyasetinin kaldırılması, dile yönelik olarak birtakım kısıtlayıcı uygulamalara son verilmesi, kültürel hakların kullanılma alanının açılması hem süreci hem önümüzdeki dönemlerde talep edilen hakların demokratik siyaset içerisinde alınabileceğine dair umutları, algıları daha da kuvvetlendirir.”