Türk Telekom davası da olarak bilinen davada sekiz yıl sonra 31 erin tahliye edilmesi sevindirici bir gelişme. 15 Temmuz darbe girişimi gecesi yaşanan hadisede altı vatandaş hayatını kaybetmişti.
Yapılan yargılama sonucu komutanlarının emri ile ve bir darbe girişimi yaşandığını bilmeden olay yerine getirilen ve aralarında 20 günlük erin de olduğu 33 er hakkında mahkeme 2018 yılında 7 defa müebbet cezası vermişti.
Aslında dava sürecinde her şey erlerin lehine idi. Silahlarının balistik incelemesi temiz çıkmış, kamera görüntüleri ifadelerini teyit etmiş, hatta üç kişinin keskin nişancı ateşi ile öldüğü anlaşılmıştı.
Ayrıca askerlik görevini yapan bir erin komutanlarının emrine karşı çıkması da mümkün değildi. Neticede emir-komuta askerlik mesleğinde/görevinde herkesin bildiği en temel prensiptir.
Ancak tüm bu gerçeklere rağmen karanlık darbe gecesinin hiçbir şekilde aydınlanmaması, darbe girişiminin ardındaki şüphelerin, belki de iktidarın da içinde olduğu gizli pazarlık ve faaliyetlerin açığa çıkmaması ve iktidarın bu konudaki görüşünü oluşturan surda gedik açtırmamak için masum olduğu açık olan erler müebbet hapis cezası ile cezalandırıldı.
Erlerin müebbet hapis ceza aldığı davada Yargıtay Başsavcılığı’nın itirazı üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulu (YCGK) kaçınılmaz hataya düştükleri (TCK 30/4) gerekçesi ile kararı bozarak sekiz yıl sonra 31 erin tahliyesine karar verdi. Kararda silahlı kuvvetlerde emir-komuta meselesine değinilmemesi önemli bir eksiklik olmakla beraber, tahliye edilmeleri her halükârda sevindirici bir gelişme.
Mevcut şartlarda bu tür kararların sarayın onayı olmaksızın verilmesi mümkün değil. Ancak bu tür kararlar sonrasında artık yargının içtihadının değiştiği ve genel bir rahatlama sağlanacağı yönündeki yorumları da naif buluyorum.
AKP rejimi halkı darbe girişimini Gülen cemaatinin planladığı/yaptığı ve üyelerinin en ağır cezalandırılması gerektiği konusunda genel olarak ikna etmişti; ancak bir şekilde o gece dışarıda olan erler hakkında müebbet ceza verilmesi halkın vicdanında da kabul görmeyen bir durumdu.
Hatta darbe gecesi ölenlerin yakınları bile erlerin bırakılmasını istemişti. Dolayısı ile halkın kabul etmediği bir konuda maksat hasıl olduktan sonra (darbe girişimi bütünüyle bir grubun üstüne yıkıldıktan sonra) sarayın onayı ile tahliyelerin sağlandığını söyleyebiliriz.
Genel anlamda Gülen cemaatine yönelik davalarda yargı kararlarında bir yön değişikliğinden bu aşamada bahsetmek mümkün görünmüyor; ancak darbe girişiminden sonraki birkaç yıla göre bir yumuşama/esnemeden söz edilebilir.
Örneğin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye hakkındaki en önemli kararı diyebileceğimiz Yalçınkaya Kararına doğru bir atıfla ve buradaki ilkeleri uygulayarak verilmiş kararlara şahit olmadık. Evet, verilen beraat kararları var, ancak buradaki gerekçe ve ilkeler Yalçınkaya Kararındaki gerekçe ve ilkeler ile uyumlu değil.
Yalçınkaya Kararında AİHM, başvurucu üzerine atılı suçlamalarla ilgili olarak suçun maddi ve özellikle de manevi unsurunun oluşmadığını, Bylock kullanıcılarının otomatik olarak suçlu olunduğu anlamına gelemeyeceğini, Bylock kullanılarak suç işlendiğinin gösterilmesi gerektiğini, Bankasya’ya para yatırmanın suç olarak görülmesinin anlaşılamadığını, bunu hükumetin de gösteremediğini vurgulamıştı. Yani ortada suç ve suç fiili yok, dolayısıyla suçlu da yok demişti.
Türk yargısında ise Anayasa Mahkemesi (AYM) dahil yumuşamayı gösterdiği söylenen kararlar bu ilke ve mantıktan oldukça uzak. Örneğin, Yargıtay sadece “Bylock kullanmak suç olamaz” yerine, “tespit ve değerlendirme tutanağı yeterli değil, Bylock kullanıldığını kesin olarak tespit et diyerek yerel mahkeme kararlarını bozuyor. Yani tam da Yalçınkaya kararında yanlış bulunan argümana dayanıyor.
Yine AYM, Mehmet Budak Dalbudak kararında 2014 yılında Bankasya’ya para yatırdığı gerekçesi ile suçlanan başvurucu hakkında ihlal kararı verirken yasal bir bankada kendi hesabına para yatırmak nasıl suç olabilir demiyor. Bunun yerine bankaya para yatıran kişinin niyetinin sorgulanması gerektiği, ‘örgüt liderinin’ talimatı ile para yatırılıp yatırılmadığı araştırılmadan verilen kararın gerekçeli karar hakkını ihlal ettiğini söylüyor.
Kimse de niyetinden sana ne, kendisi suç olmayan bir eylemin niyeti nasıl suç olur, devlet büyüklerinin açılışında tam kadro yer aldığı bir bankaya kendi hesabına vatandaş para yatırmış, bunu dünyada suç olarak kabul eden bir hukuk sistemi var mı demiyor. Velhasıl kelam her iki karar da başvurucu lehine olsa da AİHM ve AYM dahil Türk yargı kararlarının temel mantığı birbirinden oldukça farklı.
AİHM Büyük Dairesi tarafından verilen ve bu konudaki içtihadı oluşturduğu AİHM tarafından üzerine bastırılarak ifade edilen Yalçınkaya Kararı Türk yargısında itibar görmezken, başvurucu aleyhine verilmiş, ancak kesinleşmemiş Yasak Kararı Türk yargısında büyük bir itibar gördü ve kısa sürede bu karara atıflar yapılmaya başlandı.
Ne var ki yapılan itiraz sonucu Yasak Kararının Büyük Daireye götürülmesine karar verilince, yani karar “yok” hükmüne düşünce bizim mahkemeler erken öten horoz misali ortada kaldılar.
İşin absürt yanı Türk yargısı Yalçınkaya Kararını görmezden gelirken ve sayın Yalçınkaya’nın kendisi için bile karar uygulanmamışken kararların uygulanması ile ilgili Konsey’in toplantılarında Türk heyetinin ‘biz zaten Yalçınkaya kararına uygun karar veriyoruz’ diyerek yukarıda bahsedilen kararları örnek göstermesidir.
Tabiî ki işin ehli olan bu açıklamaları inandırıcı bulmuyor, ancak Türk hükumeti bu tavrı gittiği yere kadar sürdürecek gibi görünüyor. Dışarıda olmasa da içeride alıcısı var demek ki.
Nitekim Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor, Yargı ve Temel Haklar faslı ile ilgili görüşmede geçen ve sosyal medyaya düşen konuşmasında “Demokratik standartlarda o kadar düşük bir seviyeye ulaştınız ki, bunu daha da kötüleştirmek mümkün değil, … (Türkiye temsilcisine dönerek) İsmail, Avrupa Birliği’nden yargı faslının açılmasını istiyorsun, siz 14 yaşındaki kızları terör suçlamasıyla yargılıyorsunuz… ve hâkim onlara soruyor, neden komşunuza ders çalışmaya gittiniz?… gerçekten 23. bölümü (yargı ve temel haklar) açıp kapatmaya hazır olduğunuzu düşünüyor musunuz?” diyerek, adeta “Bizimle dalga mı geçiyorsunuz?” dedi ve gerçeği Türk heyetinin yüzüne adeta çarptı. 1
4 yaşındaki kız çocuklarının ders çalışmaya gittikleri sebebiyle terör örgütü suçlamasıyla yargılandığı bir ülkede hukukta ilerlemeden, yargıda düzelmeden bahsedilebilir mi?
SELAMİ ER
02 Ocak 2025 GÖRÜŞ
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***