NECİP F. BAHADIR | YORUM
Her ne kadar ‘şikayet’ veya ‘sitem’ diye değerlendirilse de bu bir ‘büyük itiraf’ aslında. Erdoğan, hafta sonu il kongreleri için Karadeniz bölgesindeydi. Memleketi Rize’de parti teşkilatına seslenirken, “Genel Başkan çok şikayetler alıyor!” diye başladı konuşmasına, “Benim bu şikayetleri haykırmam lazım!” diye ekledi. Ve ardından o itiraf geldi; “Aksi halde partiyi ticarethaneye çevirirsiniz… Bu millete ihanettir.”
‘Çevirirsiniz’ değil, ‘çevirdiniz’ demeliydi. İl ve ilçe teşkilatlarında yaşanan çıkar ilişkileri ne ki… ‘Devede kulak’ bile değil. AKP ile vatandaşın ilişkisi ‘dava ve gönül işi’ olmaktan çıktı, tamamen menfaate dönüştü. AKP mekanları ve kuruluşları en küçük yerleşim biriminde bile çıkar şebekesine dönüştü. Devlette işini yürütmenin yolunun AKP’den geçtiğini bilmeyen var mı?
İster torpil olsun, ister kadro, isterse ihale… Fark etmez.
Erdoğan gerçekten vatandaştan şikayet alıyor mu? Emin değilim. Ama biliyor, görüyor ve yaşıyor. İktidar partileri zaten malüldür. Bütün çakallar üşüşür. Kapısı ‘çıkar’ için çalınır. İlişki ‘menfaat’ için kurulur. Parti bayrağını sallamanın bir bedeli vardır. Ve o bir şekilde tahsil edilir. Bunu bilmeyen mi var? Bu kadar uzun süre iktidarda kalan bir partinin bu hastalıktan kurtulması mümkün mü? Değil elbette.
Balık baştan kokar…
Sorun keşke sadece il ve ilçe teşkilatları olsa… Genel Merkez hastalığa müdahale eder, neşteri vurur. Hastalık tümüyle bünyeden atılamasa bile en azından kangrene dönüşmesinin önü alınır. AKP’de sorun altlarda değil, yukarılarda… ‘Balık baştan kokar…’ sözü AKP için aynıyla vaki. AKP çoktan ‘parti’ vasfını yitirdi. Bugünkü AKP, 2002’de kurulan AK Parti değil. Bütün kurucuları dışlandı. Neden? Köklerini hatırlamak istemediğinden. AK Parti, AKP’ye dönüştü.
AK Parti’nin bir davası ve iddiası vardı. Milli Görüş’teki ‘Erdemliler Hareketinin’ partileşmiş haliydi. Demokrasi ve özgürlük en büyük vaadiydi. ‘Yasaklar’ yasaklanacak, ‘yoksulluk’ tarihe karışacak, yolsuzlukların kokusu bile olmayacaktı. Tek adama karşı kurulmuştu, bir kadro hareketiydi. İstişare olmazsa olmazıydı. Genel başkan belli bir süre için seçilecek ve gitmesini bilecekti.
Devran döndü, AK Parti AKP’ye evrildi, kadro dağıldı, kurucular atıldı, dava satıldı, köklerden koptu… Kısaca ‘3 Y’ denen yasaklar, yoksulluk ve yolsuzluk AKP iktidarında ‘altın devrini’ yaşadı ve yaşamakta. Bugün ülkede ‘talan var’. Anadolu’nun Moğollardan sonra gördüğü en büyük yağma… Abdullah Gül’lerin, Bülent Arınç’ların AK Parti’si, Hulki Cevizoğlu’nun, Mehmet Ali Çelebi’nin AKP’si oldu.
Bir itiraf da o dönem AKP yöneticisi olan Selçuk Özdağ’dan geldi. Bir televizyon programında Selçuk Özdağ, 17-25 Aralık operasyonlarını anlatırken suçüstü yakalanan dört bakanın ‘Eğer bizi Yüce Divan’a gönderirseniz, üstümüzdekileri söyleriz…’ dedi. ‘Üstümüzdekiler’ derken kimi veya kimleri kastettiklerini tahmin etmek zor değil. Özdağ’ın söylediğine göre devrin ‘başbakanı’ Ahmet Davutoğlu resti çekmiş: “Ben üstünüzdeysem beni söyleyin… Üstünüz kimse onu söyleyin…”
Ülkenin en büyük bahtsızlığı; muhalefetsizlik!
Türkiye normal bir ülke olsaydı, bu itiraf bile kıyameti koparmaya, siyaseti alt üst etmeye yeterdi. Fakat çok sınırlı ve dar çevrede yankılandı. Muhalefet duymazdan geldi. Çıkıp sormalıydı, “Kim bu üstündekiler?” diye. Ve AKP yönetimini cevap vermeye zorlamalıydı.
Bu gollük pası değerlendiremeyen muhalefetin varlığı ülkenin en büyük bahtsızlığı… Özdağ’ın itirafı AKP’nin çoktan ticarethaneye döndüğünün ispatı değil mi? Dört bakanı yolsuzluktan düşen bir iktidar… ‘Hokus pokusla’ olayı bambaşka yerlere taşımayı başardı. Bu sonuç AKP’nin başarısından çok, muhalefetin acizliği ve toplumun duyarsızlığıdır.
Bana en ağır gelen de Erdoğan’ın ‘davayı’ çok ucuza satması… Bir İslamcı yazarın benzetmesi son derece isabetli; Mekke egemenlerinin Peygamberimiz’e (sas) yaptığı teklifin benzeri Erdoğan’a yapıldı. Erdoğan koltuğu karşılığında ‘bütün kutsallardan’ vazgeçti. Dava adına neyi var, neyi yoksa hepsini sattı. Bugün elinde sadece ‘koltuğu’ kaldı. Bütün uğraşısı da onu muhafaza için. Başka derdi ve hedefi yok. Artık Ne AK Parti’den söz edilebilir, ne de 2002 Erdoğan’ından. Keşke toplum bu gerçeği görebilse…
Erdoğan’ın, “Partiyi ticarethaneye çevirirsiniz!” sözü bana çok anlamlı geldi. Duyar duymaz, “Bir itiraf bu…” diye heyecanlandım. AKP’ye baktığımda gördüğüm buydu çünkü. Erdoğan ‘mevcut hali’ tanımladı. Dava ve iddia bünyeden çıkınca geri ne kalır ki… Ruh, can bedeni terk edince ne kalıyorsa o. Erdoğan AKP’sinin, gassalın elindeki ruhsuz, cansız bir bedenden ne farkı var. Ben bir fark göremiyorum.
Erdoğan suçunun farkında!
Belki son döneme kadar AKP’yi ‘biraz şirket, biraz çete, biraz da siyaset’ diye tanımlamak mümkündü. Bülent Arınç gibi isimlerin etkisiyle az da olsa ‘siyasetten’ söz etmek olasıydı. O ‘biraz siyaset’ kısmı tamamen ortadan kalktı. İl ve ilçe kongreleri siyasetten ne denli uzaklaştığının delili gibi. Ne demokrasi var, ne yarış… Ve tabii ne de heyecan.
Bu gerçeğin Erdoğan da vatandaş da farkında… İl ve ilçelerde parti mensupları vatandaşın arasında dolaşmakta zorlandığını biraz uzaklardan gözleyen ben bile görebiliyorum. Esnaf ziyaretlerinde dükkanların kapılarının yüzlerine kapandığını da aynı şekilde… Sokakta ‘AKP’den geçinenler’ dışında memnun olan bir Allah’ın kuluna rastlamak mümkün mü? Gayri memnunluğun nedeni de doğrudan Erdoğan’ın politikaları…
‘Şikayet ve sitem’ teşkilatlardan değil, bizzat Erdoğan’dan… Bunun anketlere, araştırma raporlarına yansıdığı kaç kez medyada haber oldu. Eskiden şikayet çevredendi. Şimdi Erdoğan’dan… Zırhı kalktı artık. Vatandaş gerçeğin farkında. ‘Erdoğan iyi, çevresi kötü’ formülü anlamını yitireli yıllar oldu. Şimdi Erdoğan da kötü, çevresi de kötü… Erdoğan sadece AKP’yi değil devleti de şirket gibi yönetiyor. Şirket gibi yönetim her türlü usulsüzlük ve istismara yol açar.
Erdoğan’ın o itirafı yaptığı konuşmasında dikkat çeken bir cümlesi de daha var; “Bu millete ihanettir…”
Çok doğru, haklı Erdoğan. İhanet sadece millete mi? Tarihe de ihanet, davaya da… Köklerine de ihanet, arkadaşlarına da… Erdoğan ne yaptığının; suçunun da günahının da farkında…
Partiyi nereden nereye getirdiğinin de… ‘Ticarethane…’ onun iç sesi… Bir itiraf yani. Keşke bastırdığı o iç ses bir dile gelebilse…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***