PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Suriye’de Esad dönemi kapandı ve Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) ile El-Kaide’nin türevi olan El-Nusra’nın önde gelen isimlerinden El-Colani komutasındaki Cihatçı-İslamcı Hayat Tahrir El-Şam (HŞT) adlı terörist örgüt iktidara geldi. Esad’ın bir gecede gideceğini kimse beklemiyordu. Son yedi-sekiz yılda zayıf düştüğü dönemlerde bile elinde düzenli ordusu, hava gücü, kara ve deniz gücü, sofistike bir istihbari gücü bulunan Suriye diktatörünün gidişinin kolay olmayacağı uzmanlarca üzerinde mutabık olunan bir gerçek olarak lanse edilmekteydi.
Hal böyleyken bir de Rusya’yı arkasına alan Esad, işi sağlama almış görünüyordu. Öyle ki Erdoğan ve saray ekürisi de artık Esad’ın gideceğinden umudu kesmiş, El-Sisi konusunda izledikleri taktiği uygulama gayreti içine girmişlerdi. Diğer bir ifadeyle raksa başlamışlardı!
Sonra bir anda olanlar oldu. Esad uçağına bindi, Suriye’yi – Suriye hazinesiyle beraber – terk ederek Moskova’ya taşındı. HTŞ “direnişçiler” unvanına terfi ettirildi, El- Colani’ye takım elbise giydirildi ve kravat monte edildi, ardından da Fidan ve Kalın birbirleri ardına yeni Suriye liderini ziyaret etmeye Şam’a gitti. Kalın, dramatik pozlarda, Roma dönemi kilisesinden bozma, avlusu “Kerbela şehitlerinin kanıyla sulanmış” Emevi Camii’nde namaza durdu, Davutoğlu hocalarının kehaneti, “Emevi Camii’nde namaz” olayı böylece gerçekleştirildi.
İstihbaratçı başçavuş emeklisi Fidan da Şam sırtlarında bir tepenin üzerinde şehrin ışıklarına nazır kahve içerken, Türkiye terör listelerinde kırmızı bültenle aranan El-Colani’yle sohbet etti, onun şoförlüğünü yaptığı araçta Şam turu attı. Ne güzel!
Bu olaylar olurken, Saray avaneleri ve onların maaşlı yazar kasaları methiye düzme yarışına girdi, Hakan Fidan aslında cihatçıları desteklemeyi hiç kesmediklerini, HTŞ’nin de arkasında Ankara rejiminin olduğunu ağzından kaçırdı, Lahey’lik potlarına bir yenisini ekledi. Demek ki neydi, Türkiye NATO-zoru terör listesine aldığı terör şebekelerine ve onların yöneticisi, kafa-kol kesici cani mücahitlere hamilik etmiş, lojistik, silah, mühimmat, istihbarat, sağlık hizmeti, para ve daha aklınıza ne geldiyse sağlamış, adeta rejim diliyle ifade edeceksek “önlerine yatmıştı”.
O arada ABD’de yönetimi resmi olarak tam bir hafta sonra, 20 Ocak 2025’te devralacak Başkan Trump, Suriye’de HTŞ’nin iktidara gelmesinde başrolü Ankara’nın oynadığını söyledi!
Neo-Osmanlıcı Erdoğan ve rejimi, neo-İttihatçı bir tutumla bir fütuhat retoriği şehvetine kapılarak “Suriye’yi alan” muzaffer bir Türkiye gazını pompalamaya başladılar. Dünya basını, televizyonları, sosyal medya bunları kayda aldı, duyurdu, not etti. “Alalım düşmandan eski yerleri” hayalleriyle beyni yıkanmış, Lausanne (Lozan) Antlaşması’nı icazet ve eziklik olarak öğrenmiş, topraklarına sığmamaktan dolayı onuru kırılmış Müslüman-Türk gençlik olarak büyütülmüş ve sosyalleşmiş bir nesil, “daraldık ya-rabbi, ferahlat bizi” dualarıyla ellerini göğe açıyor, bu işin sonunda eski Osmanlı sınırlarının restore edileceğini umut ve hayal ediyordu.
Bahçeli’nin çıkıp Öcalan’a özgürlük ve hatta Meclis’te konuşma teklif etmesi, ardından bunun yine paralı kalemşorlarca dünya-ahret dava şeklinde övgü yağmuruna tutulması, sonrasında apar topar DEM’li bir heyetin İmralı’ya gönderilmesi, bir anda içeride bir demokrasi rüzgârı estiği şeklinde yorumlanmaya başlıyordu. “Yahu, rejim kendi anayasasına bile uymuyor.” diyenler önce hain, şanslıysalar geri zekâlı ve meczup ilan ediliyor, doğan güneşi göremeyen köstebekler olarak lanse ediliyorlardı. Çılgın Türkler buydu ve bunu göremeyenlerin Türk olma ihtimalleri yoktu! Dış güçler kuduruyor, Türkiye’nin küresel güç olmasını hazmedemediklerinden “bize çamur atmaya” kalkıyorlardı mirim!
Restorana gidip tıka basa yiyen, ama hesabı ödeyecek parası olmayan obur ve kafasız müşterinin anın keyfini bozmamak adına yemek sonrası hesap ödeme vaktini düşünmekten kaçınması gibi bir durum muydu bu yaşananlar? Yoksa daha isabetli bir analoji, yazın keman çalıp şen şakrak gününü gün eden Ağustos böceği mi olurdu, kim bilir? Ya sobaya dokunmadan öğrenmeyen çocuk analojisi? Veya Einstein’ın meşhur “yapılan hatadan ders almakla zeka arasında korelasyon kuran” sosyal denklemi mi acaba daha iyi betimlerdi bugünkü aymazlığı?
Nejat Uygur’un parodileştirdiği geçiş ifadesiyle, “neysem ney”!
Ufukta tehlikeli günler var, güneşin doğuşunu-batışını izlerken kendi vakitlerinin gelmesini bekleyen. Garson hesabı getirecek. Soba cehennem gibi sıcak, çocuğun elini fena yakacak, Ağustos böceğini yazın ardından çok zor günler bekliyor, yapılan tarihi yanlışlardan ve bunların bedelinden ders almamış – hatta muhtemelen haberleri de olmayan – bir taife ülkeyi uçuruma götürüyor. Ülke yerli dizi film seti gibi! Herkes figüran, herkesin irili ufaklı bir rolü var. Kimse şikâyet etmesin bence. Şikâyet etmek için gerekli moral üstünlük kimsede yok. Yakınmayı bırakıp kemerleri bağlamak gerekiyor.
“Lausanne (Lozan) Antlaşması’ndan yakınanları Serves (Sevr) paklar!” diye uyardık, dinlemediler; neo-Osmanlıcı siyasetin aslında neo-İttihatçı çılgınlık hali olduğunu söyledik, ona da kulak asmadılar. “Kürt sorununu demokratik bir çözüme kavuşturması” beklenen anayasasız yarı-otoriter rejim ve onun başındaki “vizyoner usta” nam-ı diğer “reis” ülkeyi parçalayacak diye uyardık, hain dediler.
O halde cümbüşe kadar elde çekirdekler hazır beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey kalmadı. Üzülmek faydasız, gerçeklerden kaçış imkânsız! Arkası yarın izler gibi bir gün sonra, bir hafta sonra, bir ay sonra, bir yıl sonra neler olacağını düşünüp duruyoruz. Tek gerçeğimiz bu kontrolsüz serbest düşüş. Yere mesafenin ne kadar uzaklıkta olduğunu anca çarpma anında idrak edeceğiz.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***