ADEM YAVUZ ARSLAN | RÖPORTAJ
O polisin ilk ve son röportajı…
- Pişmanlığımız yok, biz bu operasyonu bugün olsa yine yapardık fakat ülkem için üzgünüm.
- Keşke rüşvet almasalar, keşke Reza ile hiç tanışmasalardı…
- Mehmet Şimşek ve Ali Babacan’ın rüşvet almadığını anlayınca mutlu olmuştuk.
- Adalet için mücadele tercih meselesi değil; zorunluluktur.
Türkiye tarihine damga vuran 17 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun en kritik isimlerinden o dönemin Komiser Yardımcısı Hüseyin Korkmaz, geçtiğimiz günlerde ABD’de hayatını kaybetti. 37 yaşındaki genç komiser yardımcısı uzun süredir kanser tedavisi görüyordu ve vefatından kısa süre önce kendisiyle röportaj yapma imkanı buldum. 30 yıllık meslek hayatımın en zor röportajlarından birisiydi diyebilirim. Zira Hüseyin Korkmaz, ağır bir tedavi sürecinden geçiyordu ve ağrıları nedeniyle röportaja sık sık ara vermek zorunda kaldım.
Anlattıklarının bir kısmı aşağıda. Hüseyin Korkmaz’ı dinlerken bir yandan da kafamda ‘adalet’ kavramını sorguluyordum.
Düşünsenize; genç idealist bir komiser yardımcısı. Sadece işini yaptı hem de dört dörtlük! Normal şartlarda ödüllendirilmesi gerekirken ekip arkadaşlarıyla birlikte hapsedildiler. İşin garibi Hüseyin Korkmaz hiç çalışmadığı 25 Aralık operasyonundan tutuklandı! Şaka gibi ama değil. Mesleğinden atıldı, ailesi zulme uğradı, adalet arayışı ile Meriç’i geçti, 7 ay süren çok zorlu bir süreçten sonra ABD’ye gelebildi, büyük sıkıntılar çekti. Hüseyin Korkmaz olmasa bu dava açılamazdı. Reza Zarrab’ın itirafçı olup savcıyla anlaşması da Korkmaz’ın tanık olacağının ortaya çıkmasıyla oldu.
Fotoğraflar: Adem Yavuz Arslan
Büyük risk alarak hem kendini hem de hapse atılan meslektaşlarını dünya medyasının gözü önünde savundu. Haritada Türkiye’nin yerini bile bulamayacak, ne Erdoğan’dan ne Reza’dan ne de ayakkabu kutularındaki dolarlardan haberi olmayan 12 jüri üyesini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ikna etti.
Korkmaz’ın mahkeme de tanık olarak verdiği ifadeleri o günlerde New York’ta yerinde izlemiş ve gün gün aktarmıştım.
Hüseyin Korkmaz tanıklığı bittikten sonra bir daha gözükmedi. Tıpkı Reza Zarrab gibi. Ben her iki ismi de bulup konuşmak için çok uğraştım. Nihayetinde Reza Zarrab’ı Miami-Florida‘da buldum. Adını Aaron Goldsmiht olarak değiştirmiş ve kendine yeni bir hayat kurmuştu. Bütün hikayesi bu yayında anlatmıştım.
Fakat Hüseyin Korkmaz’ı bulmam daha zor oldu. Aslında anlaşılabilir bir durumdu, sonuçta Erdoğan rejiminin ana hedeflerinden birisiydi. Malesef Korkmaz’a ulaştığımda kanser ileri safhadaydı. Hüseyin Korkmaz’a soracağım çok soru vardı ama hem sağlık sorunları hem de hali hazırda ABD’de devam eden dava da tanık olması nedeniyle planladığım kadar kapsamlı bir röportaj olmadı. Bazı soruları ise tanık olduğu davadan sonra yayınlanması kaydıyla cevapladı. Röportajda bir çok sorunun cevabını bulacağınız için ben bu noktada kendi gözlemimi paylaşayım;
Hüseyin Korkmaz gerçekten mesleğine, ülkesine aşk derecesinde bağlı birisiymiş. Sık sık ara vermek zorunda kalsak da iki güne yayılan bir röportaj yaptım ve yakından gözlem yapma imkanı buldum. Yaptığı işin haklılığı-hukukiliği ile ilgili zerre şüphesi yoktu. En çok da haksız bir şekilde 11 yıldır hapiste olan meslektaşları için kaygılıydı. Onların ve ailelerinin durumu için çabalıyordu. Yaşadıkları bunca eziyete rağmen “Pişmanlığın var mı?” diye sorduğumda, “Keşke hiç rüşvet almasalar, keşke Reza ile hiç tanışmasalar, keşke bu kadar suç işlemeselerdi de biz bu operasyonu yapmak zorunda kalmasaydık. Ama bugün olsa yine yapardık çünkü meslek yeminimiz bunu gerektiriyordu” dedi. Ne Hakan Atilla ne de Reza Zarrab konusunda hakkaniyeti elden bırakmadı.
Röportajı yaptıktan kısa süre sonra durumu ağırlaştı, hastaneye kaldırıldı ve sonra talihsiz haber geldi. Hüseyin Korkmaz 1 Eylül 2014 tarihinde beraber mesai yaptığı arkadaşları ile gözaltına alınırken “Hırsızdan korksak polis olmazdık” diye bağırması ve meslektaşlarının sert müdahalesi ile hafızalarda yer etmişti. Bu röportaj ise bir nevi son sözleri oldu.
- Sondan başlayalım. 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonun üzerinden 11 yıl geçti. Yaşanan bunca olayı gördükten sonra, bugün olsa geriye dönüp aynı operasyonu yapar mıydınız ?
Elbette. Haysiyet sahibi bir polisin bu operasyonu yapmamak gibi bir seçeneği yok, olamaz. Aksi, intihar olurdu herhalde ki o da itikadıma sığmazdı.
“ÜLKEM İÇİN ÜZGÜNÜM”
- Kastım daha çok şöyle; yolsuzluk olduğu konusunda kimsenin şüphesi yok. Kimse rüşvet vs yok diyemiyor. Hatta Erdoğan rejiminin en sıkı taraftarları bile yolsuzluğu inkar etmiyor. En fazla ‘Bu bir darbe girişimi’ diyorlar. Fakat maliyeti çok büyük oldu. Size, mesai arkadaşlarınıza ve Türkiye’ye maliyeti çok büyük oldu. ‘Değdi mi’ diye düşündünüz mü ?
Ben kendi açımdan baktığımda operasyonu yapardım. Mesai arkadaşlarım da aynısını söyleyecektir. Bu operasyonu yapardık. Ben ve mesai arkadaşlarım zaten operasyonu yaparken başımıza ne geleceğini biliyorduk. Mesela şube müdürü Yakup Saygılı bir gün önceden odasını toplamıştı. Ben de odamı toparlamıştım. Bizle bu operasyonu yapan kişiler, operasyonun normalde doğal sonucu olmayan, üçüncü dünya ülkelerinde polisin başına gelebilecek şeyleri gözümüze almıştık zaten.
Ülkem için üzgünüm. Herkes kendi dünyasında tercihini yaşıyor. Ben polis olarak ilkesel tercihlerimin sonucunu yaşıyorum. Meslektaşlarımdan bir elleri yağda bir elleri balda olanlar var.. Bunu hangi sektöre uygularsanız uygulayın. Herkes yaptığı ilkesel tercihin sonucunu yaşıyor. İnsanoğlunun savaşı bu. Habille Kabille başlamış. O yüzden Türkiye’nin durumu bir milat noktası, fakat bugünkü geldiği demokratik ve hukuki rezil durumun sorumlusu 17 Aralık değil. O gün çekilen fotoğraf sorumlunun kim olduğunu gösteriyordu. Burda herkes kendi iç muhasebesini yapmalı.
“DARBE OLSA HALK İRADESİNE BAŞVURULUR MU?”
- İktidar cehanı ilk günden bu yana ‘Bu bir darbe girişimdir‘ argümanını dile getiriyor. Operasyon darbe girişimi mi, siz darbeci misiniz ?
Hiçbir yönden değil. TCK‘da darbe tanımlanmış. Cebren ve şiddetle hükümeti devirmeye yönelik hamle girişimi diye tanımlanıyor. 17 Aralık’a gidelim. Bir yolsuzluk gerçekleşmiş. Herhangi bir dokunulmazlığı olmayan Reza Zarrab gibi kişileri yakalamışım. Rüşvet veriyor, kime? Bakanlar Muammer Güler, Zafer Çağlayan ve Egemen Bağış. Ayrıca Bilal Erdoğan’a rüşvet gönderiyor. Ben bu isimlerle ilgili takibat yapıyor muyum? Hayır. Yasama dokunulmazlığı olmayanlarla ilgili durum yok zaten. 17 Aralık günü geliyor, bunları raporluyorum. Diyorum ki rüşveti vereni bu, alanı olması gerekir, buna tahteravalli suç denir, alanı kim? Meclis’te!
Anayasal hüküm belli. Adalet Bakanlığı’nın 100 nolu genelgesi vardır. İlgili savcılık topladığı delilleri meclise gönderir. Biz de öyle yaptık. 18 Aralık günü 309 sayfalık bir rapor oluşturduk. Savcı talep etti. Meclis’e gönderildi bu rapor. Meclis’te kayda alındı. Meclis komisyonu kuruldu. Adı geçen bakanlarla ilgili cebri bir uygulamamız var mı? Gayri hukuki bir şeyimiz var mı? Tamamen Adalet Bakanlığı genelgesini harfi harfine uyguluyoruz. Meclis’e gönderiyoruz ve diyoruz ki, “Ey meclis sen halk iradesisin, sana gönderiyoruz!” Darbelerde halk iradesine gönderilir mi? Herhangi bir gözaltına alınan veya yasama dokunulmazlığı engellenen bakan var mı? Yok. Bu soruşturmaya darbe diyemezsiniz. Ortada bal gibi yolsuzluk var.
“6 AY ÖNCE YAPSAK GEZİCİ DİYECEKLERDİ“
- Hükümet “Dersaneleri kapatacaktık, Cemaat böyle bir operasyona girişti” iddiasında. Operasyonu politik gündemle mi yaptınız?
Her şeyden önce bu iddia takvimle uyuşmuyor. 17 Aralık soruşturması 16 Aralık günü başlamadı. Soruşturma Eylül 2012 tarihinde başladı. 15 ay öncesine gidiyor. O dönem hükümetle Cemaat’in arası gayet iyiydi. Soruşturmaya başladığımızda gayet sıradan kaçakçılık soruşturması olarak başladık. Ortada bakan yok, rüşvet yok. İlk ihbar mali şubeye geliyor. Biz arşiv çalışması yapıyoruz. Ortada bir rüşvet yok. Düz bir soruşturma başlamış. Soruşturma başladığında 2012 Eylül ayı.
Biz bakanların rüşvet işlemine dahil olduğunu Nisan 2013‘te gördük. Muamer Güler Ocak’ta bakan oluyor zaten. Operasyon başladığındna Muammer Güler bakan bile değil. Zarrab’la tanışmıyor. Takvim gerçeklerine bakın. Muammer Güler’e Zafer Çağlayan’a rüşvetleri görüntülemişiz. Gezi olayları filan var. Erdoğan Gülen’e dön çağrısı yapıyor. Cemaatle hükümetin arasının iyi olduğu dönem çalışma yaptığımız zaman.
Operasyon neden 17 Aralık’ta oldu? Operasyonun evraklarını açıp bakın. 25 Ekim 2013 tarihinde Muammer Güler’e gönderilmek üzere 3,5 milyon dolarlık rüşvet teslimatı var. Kurye mali polisin takip ettiğinden şüpheleniyor. Arkadaşlarımızın görüntülerini alıyorlar. Polis olduklarından şüpheleniyorlar. Soruşturmayı kimin yapabileceğini de biliyorlar; Mali ya da İstihbarat şube diyorlar. O yüzden Muammer Güler telefonda, “Ben araştıracağım siz telefonda konuşmayın!“ diyor.
Savcı bey, “Bakan TİB üzerinden dinlemeyi öğrenebilir” endişesiyle dinlemeyi sonlandırıp hemen fezlekenin hazırlanması talimatını verdi. 40 gün boyunca fezlekeyi hazırlıyorum ben. 17 Aralık günü fezleke hazır hale gelince operasyon başladı. Operasyonun 17 Aralık’ta yapılmasının nedeni Muammer Güler’in ekibinin fiziki takibi fark edip soruşturmanın peşine düşmesi. Emniyet’e geliyor alel acele. “Reza Zarrab ile ilgili ihbar gelmiş, bunu işleme almayın sakın!” diyor. Operasyonun nedeni net olarak dosyada belli.
O gün gündemde dersaneler var. “O zaman sen dersanelerin kapatılmasından dolayı yaptın, cemaatçisin” diyorlar… 6 ay önce yapsan “Gezicisin!” derler. 3 ay sonra yerel seçim vardı. O zaman yapsak seçimleri maniple etmek için yaptın derler. Seçimden sonra yapsak ardından Cumhurbaşkanlığı seçimleri geliyor. Onu beklesek genel seçimler var. Savcı seçimi mi bekleycek? Savcı dosyaya bakar, seçime bakmaz. Ona göre karar verir işlemini yapar. 17 Aralık’ta da harfi harfine hukuka uygun olarak yapılmıştır.
ORTADA BİR CASUSLUK VARSA ONU YAPAN HÜKÜMETTİ
- Erdoğan ve AKP’nin yoğun bir şekilde ‘casusluk‘ suçlaması yaptı. Siz casusluk mu yaptınız ?
Tamamen siyasi bir söylem. Siyasi arenada alıcısı var, İsrail-Amerika düşmanlığını pompalarsak alıcısı olur diye söylenmiş bir söylem. Bomboş söylemler bunlar. 17 Aralık’ta casusluk aranacaksa İran’ın finansal bir operasyonu var. Türkiye’de gerçekleştirebilmek için verdiği rüşvetler var. Çin’de aynı operasyonu yapıyorlar. Zarrab’ın dönemin İran Cumhurbaşkanı Ahmedi Necad‘a bağlılık mektubu var. Bankalarda sıkıntı yaşayınca referans mektubu olarak Türkiye İçişleri Bakanı‘nın mektubunu koyuyorlar. Kimin işlemleri bunlar; İranın işlemleri. Tanesi 100 bin dolardan 2 mektup imzalıyor Muammer Güler!
Casusluk diyorlarsa budur casusluk. Transit ticaret meselesi de öyle. Ambargo kurallarına baktığınızda Türkiye için bulunmaz nimet. Üretici için nimet. Türkiye’nin en büyük dış ticaret açığı enerji. Aldığınız enerjinin bedelini ilaç ve gıda ile ödeyeceksiniz. Türkiye ilaç ve gıda satacak. O dönem Ethem Sancak’ın ilaç işleri vardı. Gerçekten de bu ambargo konduğunda acaba ilaç işlerine girebilir miyiz diye çalıştılar. Beceremediler diye Zarrab’ın sahte ticaretiyle heba ettiler. 1.5 milyar dolar para vardı orada. Toplamda milyarlarca dolar para İran’a ihracattan kazanılabilirdi. Türk sanayisi üreticisi kazanacaktı. Sanki Dubai’den İran’a gitmiş gibi gösterilen sahte işlemlerle heba edildi. Gerçekte ihracat yoktu. Dubai’den İran’a sanki buğday, tavuk vs gitmiş gibi kaç milyar dolarlık işlem yaptılar.
- Amerika’daki davada 20 milyar dolar gibi bir rakam konuşuldu. Sizin tespitlerinizle uyumlu mu bu rakam ?
Bizim tespitlerimiz 15.5 milyar dolardı.
- Orada dönen rüşvet miktarı neydi ?
Dönem dönem değişti. Altın ile para aklanırken Zafer Çağlayan’a işlemlerin binde 5‘i, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’a binde 4‘ü, gıda işine döndüklerinde de Zafer Çağlayan’a binde 4‘ü, Süleyman Aslan’a da binde 3‘ü rüşvet olarak verildi. 100 milyon dolar gibi bir rakama tekabül ediyordu.
“MEHMET ŞİMŞEKVE BABACAN RÜŞVET ALMAYINCA ÇOK MUTLU OLDUM“
- Bu kadar rüşveti takip ederken ne düşündünüz? Sonuçta rüşvet yaygın bir suç ama bu rakamlar çok sıradışı değil miydi ?
Çok üzülüyordum. Zarrab, aleyhine basında çıkacak haberleri önlemek için bakanlara gidiyordu. Bakanlar Mehmet Şimşek ve Ali Babacan’a gitti. Zarrab görüşme sonrası adamına, “Kendi kendimizi ihbar etmiş olduk!“ diye dert yandı. Ali Babacan’ın kendinden rahatsız olduğu bilgisi geliyor kendisine. Elemanına “Bu ikisi biraz farklı!“ diyor. Ben o tapeleri dinlediğimde öyle bir mutlu oldum ülkem için. O gün fark ettim körelmişim artık milyonları duymaktan. O gün bir bakan rüşvet almadı ya, bir bakan gibi davrandı, ülkem adına bir ışık gördüm. Duygulandım yani. İlk defa bir bakan ‘bakan’ gibi davrandı. Zarrab görüştüğünü satın alıyordu. Zarrab’ın yaptığı o aslında, adamı ruhuyla birlikte satın alıyor. Gerçekten önüne yatırıyordu.
- Size yönelik iki temel suçlama var. Bir fezleke de ‘dönemin başbakanı‘ ifadesini kullanmanız, ikincisi de “Bütün kabineyi buraya toplayacağız“ şeklinde yazıştığınız. ‘Dönemin başbakanı’ ifadesini yazdınız mı ?
Hiçbir yazışmada ‘Dönemin Başbakanı’ ifadesi kullanmadık. Hiçbir raporda, adliyeye gönderilmiş fezleke de ve hatta draflarında ‘dönemin başbakanı‘ tabiri geçmiyor.
OLMAYAN BİLGİSAYARDAN DÖNEMİN BAŞBAKANI YAZAMAM Kİ!
- Nerden çıktı bu iddia peki ?
Benim spark programında “Kabineyi burada toplayacağız!” şeklinde yazışma yaptığım iddia ediliyor. Bu iddia üzerine 25 Aralık’ta tutuklandım. Oysa ki ben o operasyonda görevli bile değildim. Yazıştığımı iddia ettikleri diğer polis de o operasyonda görevli değildi. Bu bilgisayarlara bizim huzurumuzda el konmadı. Hukuken, CMK’da yazılı kuralara göre el konmadı, hiçbirisinin bizim ya da avuktalarımızın huzurunda imajı alınmadı, bize veya avukatlarımıza imajı verilmedi, hala da verilmedi. Halbuki hukuken bunların bizim gözümüzün ya da avukatlarımızın gözü önünde el konmalı, imajı alınmalı ve bize veya avukatlarımıza imajlarının aynı hash değerlerine sahip imajlarının verilmesi gerekir.
Oynama yapıldığını gösteremeyelim diye bize imajlarını vermediler. Diyeceksiniz ki oynama yapıldığını nerden biliyorsunuz. Örnek vereyim size… Benim o bilgisayarla iddia edilen “Kabineyi burada toplayacağız!” denilen yazışmanın yapıldığı iddia edilen tarihte o bilgisayar daha emniyete alınmamış bile. Satıcı firmanın deposunda. Nasıl yazışacağım ben ? ‘Yapmışsınız’ diyor savcı. Ben yapmadım, delili de o bilgisayarın o tarihte emniyet tarafından daha satın alınmamış olması! Oynama yapıldığı bariz belli.
- 17 ve 25 Aralık o dönem yaptığınız 20 büyük soruşturmadan ikisiydi. Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı elimizde 20 dosya vardı demişti. Diğerleri neydi? Sezgin Baran Korkmaz da o soruşturma dosyalarındaymış bildiğim kadarıyla.
Ben projeli suçlara bakan ekip amiriydim. 17 Aralık itibariyle 13 tane daha yürüyen soruşturmam vardı. Yakup Saygılı’nın bahsettiği soruşturmaların 13‘ü bendeydi. Milli Emlak arazilerinin peşkeş çekilmesi gibi. Sezgin Baran Korkmaz’ın soruşturulduğu başka bir soruşturmamız vardı. Sıtkı Ayan vardı mesela. Meşhur ‘kucağa oturtma‘ tapesindeki. Pendik Belediyesi ile ilgili olan vardı. Ama bunların hiçbirisi yapılamadı.
- O operasyonlar yapılabilse Türkiye bu kadar büyük bir ekonomik krize düşer miydi?
Hayır. Kesinlikle düşmezdi. O operasyonların yapılmasını, 17-25 Aralık operasyonları anlaşılabilseydi, eğer hakkıyla yapılabilseydi, Erdoğan’ın o gün oluşturduğu sistem anlaşılabilse ülke ekonomisi bu durumda olmazdı.
ZARRAB EMİNE ERDOĞAN ÜZERİNDEN UYARI ATEŞİ YAPTI
- Hala net olarak anlayamadığım bir durum var. Erdoğan ailesi ile Zarrab’ın ilişkisi. Zarrab Amerika’da itirafçı olunca ilk önce Emine Erdoğan ve onun derneği Togemder‘in dosyasını vermişti. Bu bir mesaj mıydı? Erdoğan ailesi ile ilişkileri nasıl tanımlıyorsunuz ?
Zarrab orada ilişkinin sadece ucunu gösterdi. Bakın “Togemder’e o kadar bağış yapıyorum. Diğer ilişkilerim de var bilinsin!” mesajıydı. Bana sahip çıkın mesajıydı. Uyarı ateşiydi.
ZARRAB KENDİ ÜLKEMDE YARGILANSIN İSTERDİM
- FBI ile temas ve ABD’ye geliş sürecine gelelim. Nasıl temas kurdunuz FBI ile?
Ben irtibat kurmadım,onlar beni buldu. Şu soru geldi; dosya hakkında ilgisi bilgisi var mı ? Ben dosyayı yürüten kişiyim. “Elinde bir şey var mı” dediler var dedim. Hepsinin elimde olduğunu söyledim. ABD’ye gelip Zarrab davasında adalet için tanıklık yapar mısın? dediler. Düşündüm. İsterdim ki kendi ülkemde yargılansın. Soruşturma yürüttüm. 13 tane büyük soruşturmayı yürüttüm. En büyüğü 17 Aralık’tı… Hiçbir dosyamda ben bu kadar açık, net ve delille bir suç isnadı yapılabileceğini görmedim. O kadar çok fazlaydı. Sahtecilik, rüşvet ve görevi kötüye kullanma çok açık olmasına rağmen bütün bunların delillerinin somut olmasına rağmen, hiçbir soruşturmada görülmeyecek kadar sağlam delil bütünlüğü. Hepsi de hukuki. Net bir suç işareti var. Buna rağmen bu dosya kapatıldı.
Sahtecilik suçuna bakıyorum en basitinden. Dubai gümrük kaşesi ortada. Boş matbu belgeler ortada, exeller ortada, mühürlenmiş bankaya sunulmuş halleri ortada, bu sürecin telefon kayıtları ortada, gönderilen rüşvetlerin kaydı ortada, ayakkabı kutularının görüntüsü, aynı ayakkabı kutusunun evde çıkması. Alınan rüşvetin nereye harcandığı belgelenmiş, her şey net olmasına rağmen bu soruşturmalar kapatıldı.
Zarrab’ın Amerika daki beyanındaki gibi, rüşvetle kapatıldı. Bu soruşturmayı yürüten bizlere, sırf siyasi çıkarlarını korumak için, görevini yapmış, dört dörtlük hakkıyla yapmış bu polisleri darbeyle suçluyorsunuz. Saçma sapan şeylerle suçluyorsunuz. Benim meslektaşlarım 11 yıldır cezaevinde. Ben soruşturmayı yürütmüşüm. Adaleti sağlamak için yemin etmişim. Gece gündüz çalışmışım. Müthiş bir soruşturma yürütmüşüm. Bu kişi bakanlara rüşvet vermiş, bakan çocuklarına rüşvet vermis. Rüşvetle serbest kalmış.
Soruşturmayı kapatmışlar, üstüne üstlük bu soruşturmayı yapan beni ve arkadaşlarımı suçluyorlar. Çalışmadığım operasyondan (25 Aralık) 17 ay hapis yattım. Bırakın 17 Aralık’tan suçlanmayı, hiç çalışmadığım 25 Aralik soruşturmasından tutuklu kaldım. Kaç tane hakimin karşısına çıktım.
Bu ülkede hukuk bitti. Suçu kapatmak için hukuku ayaklar altına aldılar. Kendime dedim ki, bu ülkede artık hukuk güvenliği yok, adalet aranmaz. Ben adaleti nerde bulabiliyorsam orada arayacağım. Çin’de bulabiliyorsam Çin’de. ABD’de jurili duruşmalar var. O zaman ben gider burada adaleti temsil ederim diye düşündüm.
Vicdan sahibi insanlar benimle aynı cevabı verirler. Otokratik bir rejimle mücadele etmek bir tercih meselesi değildir. İnsan olmanın gereğidir. Otokratik bir rejimde adalet için mücadele etmek tercih meselesi değildi benim için. İnsan olmanın onurlu vazifesiydi. Adalet için yapacağım. Ülkemde adalet bulamadım, nerede bulursam orada ararım. Bugün Amerika çıktı, yarın başka yer çıksın orada ararım.
- Türkiye’den çıkış nasıl oldu? Onlar sizi alıp mı getirdi? Meriçten mi geçtiniz?
Bu konuda çok komplo teorisi oldu. FBI‘in benim Türkiye‘den çıkışımla hiçbir katkısı olmadı. Kaçakçıyı kendim buldum. O sırada zaaten 15 Temmuz oldu. Zaten Türkiye’de can güvenliği açısından bir şey kalmamıştı. Ben Yunanistan‘a Meriç’ten geçtim. Yunanistan‘a geçtikten sonra FBI beni hızlı şekilde ABD’ye getirmeyi planlıyordu ama beklediğimiz gibi olmadı.
Yunanistan’daki Amerikan elçiliği olaya müdahil olmak istemedi. Çünkü 15 Temmuz’da Yunanistan’a giden helikopter olayları filan vardı. Türkiye ile Yunanistan‘ın arası gergindi. Bundan dolayı ABD Dışişleri, ABD Adalet Bakanlığı‘nın taleplerini gözardı etti. Siyasi atmosfer gereği. FBI beni Yunanistan’dan alamadı.
- Amerikaya gelmen ne kadar sürdü ?
Toplam 7 ayımı aldı.
- Seninle ilgili yapılan haberlerde büyük miktarda para aldığın, ülkenin sırlarını verdiğin iddiaları var. Para aldın mı?
Saçmalık bunlar. Kaçakçılara ciddi bir ödeme yaptım. Çok pahalıydı. Ondan sonra Yunanistan’da pasaporta ihtiyacım olunca iki ülkeye daha kaçmak durumunda kaldım. Pasaport alma durumum vardı. 7 ay boyunca yaşadım ben bunları. ABD Adalet Bakanlığı “Harcamalarını not et, iade edeceğiz.” dediler.
- Mahkeme döneminde gündeme gelen 50 bin dolar meselesi bununla mı ilgiliydi?
Benim 36 bin Euro bir harcamam oluşmuştu zaten. 50 bin doların 35 binini bana verildi. 15 bin dolar FBI in tuttuğu ev için ödendi. Bana verilmeden oraya kaydırıldı. 36 bin euro harcadım 35 bin dolar verdiler. Bu hesaba göre içerdeyim yani…
Ben para istemedim zaten. Harcamalarıma binaen verdiler. Harcamam bana verdiklerinden daha fazla.
- Hakan Atilla davası bittikten sonra FBI ile çalışmalarınız bitti mi?
Devam etti, zaten Halkbank davası bitmiş değil. Başka dosyalarda da çalışmalarım devam etti.
- Tanık korumaya alındığınız, yüzünüzün değiştirildiği filan söylendi.
Tanık koruma programına girmedim. Çok sıkı bir program. Her türlü irtibatınız kesiliyor. Size sıfırdan kimlik veriyorlar. Yaşanabilir, sürdürülebilir bir hayat değil benim için. Ben bunu tercih etmedim. Güvenliğe dikkat etmek suretiyle normal hayatıma devam ettim.
- Dava bittikten sonra neyle geçindiniz, ABD devleti size fon verdi mi?
Kısa süre sonra Uber’e başladım. İngilizce kursuna başladım ama güvenlik gerekçesiyle devam edemedim. Uber’den sonra eşimle beraber Youtube kanalı kurduk, çalıştırdık. Başarılı oldu fakat Youtube’un çocuk kanallarına dönük algoritma değişikliğine gidince sorun oldu. Eşim ve ben data analiz kursları aldık. Ben zaten analiz eğitimi almıştım. İş bulduk bu alanda.
- Kimse size Amerika’da ev-araba vs. vermedi yani?
Hayır. Bazı devrelerim vardı onlardan borç almıştım. IT sektöründe işe girince borçlarımı ödedim.
“KEŞKE RÜŞVET ALMASALARDI KEŞKE ZARRABLA TANIŞMASALARDI”
- Çok şey yaşadınız, buradan geriye dönüp baktığınızda bir pişmanlığınız var mı?Ya bu işlere neden girdik? Dediğiniz oldu mu?
Keşke yapmasaydık diye bir hissim olmadı. Keşke rüşvet almasalardı, keşke Reza Zarrab gibi bir isim Süleyman Aslan’la tanışmasaydı, keşke ona rüşvetler vermeseydi, keşke Zafer Çağlayan’a milyonlarca dolar rüşvet göndermeseydi, keşke Muammer Gülerle tanışmasaydı, keşke oğlu gelip Zarrab’ın ofisinden rüşvet götürmeseydi, keşke Zarrab Egemen Bağış ile tanışmış olmasaydı. Benim keşkelerim bunlar.
- Biliyorsunuz ben Zarrab’ı Miami’de buldum, yeni hayatını görüntüledim. Zarrab’ın yeni hayatında görünce ne düşündünüz?
Zarrab gününü bekliyor. Duruşmasını bekliyor. O da sonuçta ‘tanık’ durumunda. Kendi davasıyla ilgili anlaşması olduğu için Halkbank davasını bekliyor ki kendi duruşması olsun. Adli kontrolle serbest. Bu durumda kendi yatırımını yapmış, eğer helalinden bir yatırımla yaşıyorsa bir şey diyemem, aileden zengin zaten. O duruşmasını bekliyor. Zarrab Türkiye’de yargılanmalıydı. Keşke Türkiye’de hukuk olsaydı da Türkiye’de yargılansaydı. Hak ettiği cezayı Türkiye’de alsaydı. Ama bu olmadı. Bu olmadı çünkü Zarrab’ın önüne yatanlar çocuklarını adalete teslim edemediler. Ülkenin hukukunu tarumar ettiler.
- ‘Darbe yapmak’la suçlandınız. Hakkınızdaki iddianame 1453 sayfaydı. Görünce ne düşündünüz?
O iddianamenin sayfa sayısı çılgınlık, içerisini görseniz… İsmail Uçar o iddianame ile herhangi bir doktordan beş dakikada deli raporu alabilir. İçeriği gördüm, ‘bu adam yarın hesap vermekten yırtar, deli numarası yapar’ dedim. Delirmiş gerçekten. Bakarsanız Habil ile Kabil’den tutmuş, ‘Allah bir daha bu iddianameyi yazdırmasın’lara kadar saçma şeyler var. Ortada bize dair suçlama yok, suçlama adına hangi usulsüzlüğü yaptığımızı iddia ettiyse istisnasız hepsini kendisi yapmış. Bize ne usulsüzlük iddia ettiyse tamamını o soruşturmada bizzatihi kendisi yaptı.
- Hükümet müdahale etti ve soruşturmaya yeni ekip atadı. Ne oldu orada?
17 Aralık’ta görevden alındık malum. Soruşturmayı durdurmak için yeni atamalar yaptılar. Yeni gelen şube müdürü Hakan Sıralı, yeni atanan Genel Müdür Yardımcısı Selami Yıldız’a bütün ifadeleri götürüp gösteriyor. Sorulara müdahale ediyorlardı. O ifadelerde Muammer Güler’e giden rüşvetler vs var. Selami Yıldız, Başkomiser Mehmet Akif Üner’i çağırıp ‘burada rüşvet isnadı var’ diye söylüyor. ‘Bunları çıkartın.’ diyor. Ben de Celal Savcıya (Kara) haber ettim. Zekariya Öz olayı duyunca emniyete gitti. Organize şubeye geldi. Savcı Öz, “Sorularda değişiklik, delillerde değişiklik isteniyormuş. Orjinal soruları bana cd’de verin. Sorularda delillerde eksiltme istemiyoruz. Gayri hukuku iş yapmayın sonra hesabını verirsiniz.“ dedi.
17 Aralık soruşturmasını yürüten dönemin emniyet mensupları, cesaretlerinin bedelini esaretle ödüyorlar. Emniyet müdürlerinin büyük bir kısmı 11 yıldır tek kişilik hücrede tutuluyor.
İlk günden delil karartma şüphesi hasıl oldu. Biz ayrılınca delil karartacakları belliydi. Biz görevden alınınca, görevden alındım ama ilişiğimi henüz kesmemiştim. Sağlık sorunum nedeniyle raporluydum. Savcıyla görüşüyorum. Savcıya yardımcı olmaya çalışıyorum. Bu dosyaların bir şekilde muhafazası lazım. Beni de görevden alırlarsa hepsini yok ederler. Dolayısıyla el konulan tüm belgelerin, 8 bin adet, fotoğraflarını çektirdik, hepsini tarattık. Cumhuriyet savcısı “Bütün delilleri, bir örneği sende bir örneği bende olacak şekilde muhafaza edelim“ dedi. Ben de muhafaza ettim.
- 17 Aralık ile ilgili en çok tartışılan konulardan birisi ‘Başçalan’ ve ‘Haramzadeler’ gibi hesaplardan yayılan tapelerdi. Bunları sizin sızdırdığınız iddia edildi. Siz mi sızdırdınız ?
O dönem piyasaya düşen ses kayıtlarını takip ettim. ‘Başçalan’ diye bir hesap vardı. ‘Haramzadeler’ diye bir hesap vardı. Haramzadeler’de çıkan ses kayıtları bizim dosyalardaki seslerdendi. TİB kayıtlarıydı. Adli içerikte olan seslerdi. Başçalan hesabında yer alanlar ise bizim soruşturmamızda olmayan ses kayıtlarıydı. Başçalan isimli hesapta daha çok bizzat Erdoğan’ın telefon görüşmeleri yayınlanmıştı. Dolayısıyla adli bir soruşturmadan elde edilmiş sesler olduğunu düşünmüyorum. Ben bu sesleri hiçbir yerde yayınlamadım kimseyle paylaşmadım. Ama bir çok yere dağıldı. Sesler TİB’de, savcıda var, TBMM’ye gönderildi ses kayıtları, avukatlara dağıtıldı. Bundan sonra nerden çıktığını bilemem.
- Amerikaya gelmeniz, tanıklık yapmanız, ‘Amerika’nın operasyonuydu‘ iddiasını desteklemez mi ?
Tam tersini ispatlıyor aslında. Şundan dolayı, bizi yani 17 – 25 Aralık polislerini ABD ajanı olmakla suçlayanlar, 17 Aralık operasyonunu Amerika‘nın dikte etmesiyle yaptığımız, dolayısıyla ABD ile dirsek temasında olduğumuzu iddia ettiler. Realite ne peki? Dosya kapatılmış. Ben 17 ay yatıp çıkmışım. Zarrab Amerika’ya gelmiş tutuklanmış, FBI benimle irtibata 2016 Nisan ayında geçti. İlk temas 2016 Nisan ayında. Ben soruşturmayı 2013 Aralık’ta tamamladım! O zamana kadar temas var mı, yok! En büyük ispat bu esasında.
Ben cezaevinden çıkınca pasaportumu karakola vermişim. ABD ile temasım olsa o pasaportu verir miyim? O pasaportu verdiğim için 7 ay ABD’ye gelemedim Türkiye’den çıktıktan sonra. Yaşadıklarım tek başına iddiaların iftira olduğunu teyit ediyor.
- 17 Aralık operasyonu size göre Türkiye tarihinde nereye oturuyor. 17-25 Aralık olmadan Türkiye tarihi yazılabilir mi?
17 Aralık Operasyonunun sabahı ben Yasin Topçu müdürümün odasındaydım. Bana dedi ki, “Hüseyin bugün günlerden ne? Tarih olarak soruyorum” dedi. 17 Aralık dedim. Bak bu tarihi unutma dedi. 17 Aralık öyle ya da böyle Türk siyasi tarihine çok önemli bir tarih olarak geçecek. İnşallah hayır olarak geçer ama bu tarih ülkemizin ya düze çıktışın başlangıcı ya da burnunu sürttüğü tarih olacak. Bu soruşturmaya verilecek tepki, siyasilerin alacağı kararlar bu ülkenin geleceğini etkileycek. Milat olacak“ dedi.
Gerçekten de öyle oldu. Erdoğan rejimi bu suçları örtbas etmek için, 17-25 Aralık’a kadar işledikleri suçlardan çok daha beterini işlediler. Demokrasi, hukuk, kuvvetler ayrılığı, hesap verebilirliği .. Her şeyi ayaklar altına aldılar. Sırf suçlarını örtbas etmek için. Mesela bakın tüm uluslararası endekslere. Basın özgürlüğü, hukukun üstünlüğü endeksine bakın, ekonomik parametrelere bakın. Hepsinde 17 Aralık itibariyle o tarihte itibaren dibe vurduğunu göreceksiniz.
Bugün muhalefet inliyor. Sulh ceza hakimliklerinin altında. Bakıyorsunuz Osman Kavala’yı, Selahattin Demirtaş’ı tutuklayan hakimlere bakın. Adam bunu sırf 22 Temmuz’da polisleri tutuklayabilmek için, tutuklu tutabilmek için kurduğu kapalı devre bir sistem. Anayasa’ya aykırı sistem ama kurdu. Bununla tek adam rejimini inşaa etti.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***