NECİP F. BAHADIR | YORUM
En uzun gecenin sabahına sürpriz haberle uyandım. Gerçi, ‘şeb-i yelda’ benim için artık ‘21 Aralık gecesi’ değil. Sabahı olmayan çok daha uzun geceler yaşadım. Şair o çok bilinen beytinde, ‘müneccimle muvakkite’ değil ‘müptela-yı gama sor’ demiş ‘gecelerin kaç saat olduğunu…’
Gamın müptelası olur mu hiç? Niye olmasın. ‘Hüzün ki en çok yakışandır bize’ değil mi?
Şair gam müptelalarına sorulmasını istemiş ama ben bugün, “En uzun gecenin kaç ay hatta kaç yıl sürdüğünü mahpuslara, mahkumlara sormak lazım.” derim.
Bir başka şair ‘Dünyanın en uzun gecesi 21 Aralık değil / Beni terk ettiğin gecedir’ diye yazmış. Demek ki herkesin şeb-i yeldası farklı… Uruguay’ın Saraysız Başkanı Mujica’ya sorsanız ‘12 yıl…’ diyecek. 10 yıldan fazla süredir tutsak olan Hidayet Karaca muhtemelen, “Gece çok uzadı, daha sabah olmadı!” diye cevap verecek. Ne kadar uzarsa uzasın her gecenin bir sabahı olacak elbet.
Galiba ‘uğursuz gecelere’ ilişkin en güzel söz Sezai Karakoç’un; “Geceye yenilmeyen her insana, ödül olarak bir sabah, bir gündüz ve bir güneş var…”
Geceye yenilmemek de her babayiğidin harcı değil. Kimin sırtını yere getirmez ki gece. İşin edebiyatı bir yanı gece de büyük nimettir. Yorgan gibi örter insanı. “Yorgan Allahsıza kadar sığınak…” değil mi? (Necip Fazıl)
Gama müptela olan için geceler uzayabilir. Fakat tarihin akışı çok hızlı. Dünya hiç olmadığı kadar süratli dönüyor. Güne, haftaya o kadar çok olay ve gelişme sığıyor ki… Eskiden aylara yıllara yayılan hadiseler bugün kısa sürede olup bitiyor.
Beşar Esed Şam’ı terk edeli kaç gün oldu? Sadece 15 gün… Bu 15 gün ne kadar yoğun gündemle çalkalandı. Hala Şam’ın üzerindeki ‘sis perdesi’ kalkmış değil fakat ‘Esed tarih oldu’ ve ‘Yeni Suriye çoktan yola çıktı.’ Kuşkusuz Esed’in neden bu kadar kolay devrildiği, başını HTŞ’nin çektiği muhalif grupların otobandan gider gibi nasıl bu kadar hızlı yol alarak Şam’a ulaştıkları da bir gün aydınlanacak.
Rüyadan uyanamadılar!
Aslında pek sürpriz değil ama haber şuydu; Erdoğan, Şam yolcusuymuş…
Her açtığım internet sitesinde ve sosyal medyada karşıma çıkan bu haber çıktı. Kaynak yeni atanan Şam Büyükelçisi Burhan Köroğlu… Şu cümle de onun; “Suriye ile Osmanlı dönemindeki benzer bir ilişkiye sahip olacağımızı da takdir ediyorum.”
Diplomatlar ağzından çıkan söze dikkat eder. Önünü arkasını düşünür, nasıl yankılanacağını hesap eder, kelimeleri boğazının dokuz boğumundan geçirdikten sonra söyler. Bir trol cümlesinden ne farkı var bunun?
Osmanlı döneminde Suriye ile ilişkiler nasıldı? Acaba Büyükelçi tarih bilmiyor mu? Suriye 1918’e kadar Osmanlı’nın bir parçası değil miydi? İstanbul’dan atanan valiler tarafından yönetilmiyor muydu? ‘Osmanlı dönemine benzer ilişki…’ derken kastettiği bu mu? Türkiye’nin Suriye’nin topraklarında gözü mü var yoksa? ‘Türkiye de Türkiye’den büyük olduğuna…’ göre erkanı devletin daha dikkatli dil kullanması gerekmez mi?
Ne yazık ki her türlü spekülasyona açık bir cümle… Büyükelçi de AKP de zamanın ruhundan habersiz. Tokat üstüne tokat yemesine rağmen ‘Yeni Osmanlıcılık’ rüyasından bir türlü uyanamadı. Veya uyanmak istemiyor. AKP iktidarı ilk yıllarında gözünü dışarı dikti sonuç ne oldu? Dış politikada sürekli gerilemedi mi? Ahmet Davutoğlu’nun ‘hayal politikaları’, reel politik duvarına çarpıp param parça olmadı mı? Netice kahredici ‘yalnızlık’ değil mi? Başına ‘değerli’ kelimesini eklemek yalnızlığa ‘değer’ katmadı.
AKP rejimi ders almıyor!
Duygusal sözler ve sloganlar benim de hoşuma gidiyor. Kim istemez Kerkük, Musul ve Halep gibi şehirlere pasaportsuz gitmeyi. Ama bir de gerçekler var. AKP iktidarı ideal ile reeli sık sık karıştırdı, günün sonunda kaybeden ülke oldu. Hiç yaşananlardan ders alınmadı. Tarih yine tekerrür edeceğe benzer. Duygular yine kapardı. Sloganlar yine politika haline geldi. Romantizm rüzgarları yine esmeye başladı.
Maalesef Esed’in gidişi ve Baas rejiminin çöküşü Erdoğan ve Davutoğlu’nun ‘Yeni Osmanlıcılık’ hayallerini tekrar canlandırdı. Elini çabuk tutan MİT Başkanı İbrahim Kalın soluğu Şam’da aldı ve Emevi Camii’nde namaz kılarken görüntü verdi. Şimdi sıra Erdoğan’da… Hazırlığa başladı. Tamam, vaat onundu. 12 yıllık sözün kazası olmaz. O geldi geçti. Dün dünde kaldı. Bugün yeni bir gün.
Ankara’nın Şam’a ilgisi elbette olacak. ‘Tarih ve coğrafyanın’ kaçınılmaz sonucu bu. Bugün Suriye adeta küllerinden yeniden doğuyor. Sil baştan bir ülke ve sistem inşa edilecek. Bu süreçte Türkiye’nin söyleyecek bir sözü olmaz olur mu? Olmalı da… Büyükelçi’nin söylediği gibi ‘Osmanlı dönemine benzer’ bir ilişki mümkün değil. Buna evvela Şam karşı çıkar. Suriye sokakları itiraz eder. Sonra bütün dünya.
Erdoğan’dan ‘Sayın Colani’ çıkışı…
Türkiye Şam’a ne verebilir? Sistem ihraç edebilir mi? Bir zamanlar İran bölge ülkelerine rejim ihraç etmekle suçlanırdı. MGK kararlarına bile konu olurdu. Bu artık geride kaldı. Erdoğan birkaç gün önce, “Bir devleti ayağa kaldırırken en önemli adımlardan biri anayasanın inşasıdır. Bu konuda başta Sayın Colani olmak üzere yeni Suriye yönetimindeki isimlerle iletişimi başlatmış durumdayız.” dedi.
‘Sayın’ biraz erken olmadı mı? HTŞ hala ‘terör örgütü’ listesinde değil mi? Başındaki Colani nasıl ‘sayın’ olabilir. Sonra Türkiye anayasası sorunlu bir ülke değil mi? Daha dün Erdoğan ‘Türkiye’nin darbe anayasası kamburundan kurtulmasının şart olduğunu uzun bir süredir ısrarla dile getiriyoruz’ demedi mi? Kendisi himmete muhtaç dede, nerde kaldı gayriye himmet ede…
Demokrasisi sorunlu, anayasası darbe ürünü, sosyal dokusu yaralı, uluslararası ilişkileri sıkıntılı, ekonomisi krizden krize sürüklenen bir ülke kendisini düzeltmeden başkasına faydası dokunur mu? Adama, “Sen önce kendine bak demezler mi?”
Yönetimi, Esed dönemini andıran AKP iktidarı Yeni Suriye’ye ne verebilir ki…
Erdoğan’ın son ‘Şam yolcusu’ olmasına itirazım yok. Emevi Camiinde namaz kılmasına da… Hayallerle gerçekleri karıştırmamak şartıyla… AKP dönemi, ‘dolmuşa binenlerin menziline ulaşamadan yollarda döküldüğünün örnekleriyle’ dolu.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***