NECİP F. BAHADIR | YORUM
“Beşşar Esed’in Baas rejimi 12 günde nasıl çöktü?” sorusu hala geçerliliğini koruyor. Ekranlarda, gazete sayfalarında dillendirilen çok sayıda ‘komplo teorisi’ var fakat hiçbiri olayı tam anlamıyla izah edemiyor. Adı üzerinde ‘komplo’ teorisi! Bilgi yok, belge yok… Elinde sopa, harita başında anlatılanların tümü basit senaryodan ibaret.
Esed’in elini kolunu kim bağladı? HTŞ, otobanda gider gibi elini kolunu sallayarak Şam’a bu kadar kolay nasıl girebildi? Bu soruların cevabı, sonrasında olacaklar hakkında da fikir verecek. Yeni Suriye’nin nasıl kurulacağı, Şam’ın üzerindeki sisin nasıl dağılacağı ve hangi renklere bürüneceği…
Var mı bilen? Şimdilik soru işareti?
Yazıya hazırlanırken yabancı bir ajansın haberine rastladım; Esed’in son anlarını anlatıyordu. Kaynak, Şam’da ismini vermeyen ‘yetkililer’. Son günlerinde Esed odasına kapanmış, ne askeri erkan ne de yönetimden kimseyle görüşmüş. Makamında ‘tek başına’… Sıradışı bir durum… Ülkeyi terk etmeden bir gün önce danışmanına bir konuşma metni hazırlaması talimatı vermiş. Metnin mesajını tahmin etmek zor değil; “Yıkılmadım ayaktayım…!”
Esed’in son anlarını anlatan haberden bir bölüm şöyle; “Onun odasında olduğunu biliyorduk ama kimseyle görüşmüyordu. Hiçbir açıklama yoktu, bu durum üst düzey yetkililer de bile büyük kafa karışıklığına neden oldu. Bu durum çok garipti…”
Suriye ordusuna ‘çekilme’ emrini kim verdi?
Sessizliğin, içe kapanmanın hakikaten izahı yok. Esed gibi diktatörler son ana kadar asla pes etmez.
Konuşan ‘askeri yetkili’ olmalı. Şu ayrıntı hem çok şey söylüyor hem de kimliğini ele veriyor: “Perşembe günü saat 11.30’da Hama’daki birliklerle görüştüm ve bana şehrin kilit altında olduğunu ve içeri bir farenin bile giremeyeceğini söylediler. İki saat sonra ise savaşmamaları ve Humus’ta yeniden konuşlanmaları emrini aldıklarını öğrendim. Emri kim verdi? Bilmiyoruz…”
Nasıl yani?
Şam’da Esed’in hemen yanı başında olan biri ‘askere savaşmamaları emri verildiğinden’ söz ediyor. Şaşırtıcı olan bu değil. HTŞ’nin hiçbir dirençle karşılaşmadan ‘yıldırım hızıyla’ ilerlediği dikkate alındığında, gelişmeler bu cümleyi doğruluyor. Bana asıl şaşırtıcı gelen bu emri verenin kim olduğunu o yetkilinin dahi bilmemesi… Bir askere silah bırakma emrini ancak komutanı verebilir.
Danışmanı Esed’in konuşma metnini hazırladı, ekipmanlar kuruldu, gazetecilere önce cumartesi diye duyuruldu, sonra pazara ertelendi. Ve Esed o ‘son konuşmayı’ yapamadı. Kardeşine bile haber vermeden önce Rusların elindeki Hmeymim Hava Üssü’ne uçtu, sonra Moskova’ya… Bir tugaya komuta eden Hafız Esed’in en küçük oğlu Mahir, kardeşinin kaçtığını tesadüfen duydu. Üniformasını çıkardı, sivil kıyafetlerini giydi bir helikoptere binerek Bağdat’a doğru havalandı.
Esed’in ‘ipini çeken’ irade kim?
Yetkilinin anlattıkları ‘büyük fotoğrafı’ netleştirmese de bazı ipuçları vermiyor da değil. İşin içinde bir ‘üst aklın’ olduğu muhakkak. Zaten bu coğrafyada tesadüflere yer yoktur. Fakat Esed’in neden bu kadar çaresiz kaldığı sorusu hala cevapsız. Tamam, Rusya desteğini çekti, İsrail İran’ın kolunu kanadını kırdı. Hizbullah’ı Suriye sahasında kıpırdayamaz hale getirdi. Bunlar etkin kuşkusuz. Ancak, Rusya ve İran’ı devre dışı bırakan ve Esed’in ipini çeken irade kişi veya devlet kim?
‘Olağan şüphelileri’ tahmin etmek zor değil. İlk sıraya İsrail, İngiltere ve Amerika’yı yerleştirmek lazım.
Diktatörler işi şansa bırakmaz, hep sonlarını düşünerek hazırlıklarını yapar. Saray entrikalarına bile hazırlıklıdırlar. O günün geleceğini bilirler. ‘Tası tarağı toplayıp kaçmak’ elbette plana dahildir. Ama kaçış bütün çıkışlar kapandıktan, tüm yollar tükendikten sonradır. Esed, diğer seçenekleri tüketerek, son şıkka bu kadar kısa sürede nasıl geldi? Odasında tek başınaydı, sessizliğe gömüldü, hiçbir kurmayıyla konuşmadı. Muhtemelen telefonla iletişim halinde olduğu birileri vardı. En başta da Moskova, Tahran…
Yeni Suriye’yi konuşuyoruz ama daha Esed’in nasıl gittiğini çözemedik. Türkiye ve bölgeyi etkileyecek ciddi bir mesele… Erdoğan, Esed’in düşmesini iç politika malzemesi yapma çabası içinde; her konuşması ‘zalim, eli kanlı, Baas…’ kelimeleriyle dolu. Parti il kongreleri veya açılışlar fark etmiyor, her zemini kullanıyor. Hedefindeyse Baas ve Esed’le ilişkilendirdiği CHP var. ‘Esed gitti, Özgür Özel ne duruyor?’ havasında. Oysa Şam’dan esen rüzgar CHP’yi değil öncelikle AKP’yi etkisi altına alacak.
Erdoğan, Esed’in düşüşünden iki önce Cuma çıkışında söylediği şu sözleri çabuk unuttu; “İdlib zaten tamam… Ama Humus muhaliflerin elinde. Bu sıkıntılı yürüyüşler arzu ettiğimiz şekilde değil, gönül bunları istemiyor maalesef bölge sıkıntıda…”
HTŞ’nin başını çektiği muhaliflerin Şam’a doğru ilerleyişi Erdoğan’ın arzu etmediği yürüyüş değil miydi? Keşke önce özeleştiri yapsa, sonra muhalefete ayar verse…
Yeni Suriye’nin oluşumunda Türkiye’nin rolü ne olacak? ‘Yeni Suriye’ Türkiye’yi nasıl etkileyecek? Tek taraflı bir ilişki değil bu, çift yönlü… MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Şam’ı HTŞ lideri Muhammed Colani’nin kullandığı araçla turlaması ve ardından Emevi Camii’nde namaz kılması sıradan bir olay değil kuşkusuz.
İbrahim Kalın gaza geldi!
Şam’da namaz AKP iktidarının rüyasıydı. Kalın’a nasip oldu. Son derece sembolik ve anlamlı bir manzara. Colani’nin arabanın içinde beklediği, namaz için Kalın’a eşlik etmediğini öğreniyoruz. Ve camiinin içinin Türk gazetecilerle dolu olduğunu… Bir film seti gibi adeta…
Colani neden mesafeli durdu? AKP iktidarı Colani’ye kefil mi? İbraihm Kalın, fazla mı gaza geldi?
Bir başka fotoğraf var; ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın Ankara’da Erdoğan’la bir araya gelmesi basit bir diploması olayı değil. Blinken ‘topal ördek’ döneminin bakanı… Büyük devletlerin politikaları bakanların değişmesiyle ‘büyük değişimlere’ uğramaz. Kaldı ki yerine gelecek bakanın Türkiye’nin canını sıkacak, daha şahin bir isim olduğu biliniyor.
Suriye’deki Kürtler’i ABD’nin himaye ettiğini bilmeyen var mı? Tıpkı Kuzey Irak’ta olduğu gibi.
Türkiye, Suriye’de Fırat’ın doğusunda yani, Kürtler’e mahsus bir ‘tampon veya özerk bölge’ oluşmasına şiddetle karşı. Yeni Suriye kurulurken masaya süreceği ilk talebi bu. Irak’ta da istemiyordu. Kuzey Irak, Türkiye için ‘kırmızı çizgiydi.’ MGK’nın kararları, hükümetlerin politikaları arşivde duruyor. Kırmızı çizginin aşınmasına izin verilmeyecekti. Sonrası malum. Ne çizgi kaldı ne de bir renk. Kuzey Irak Kürt bölgesinin yöneticileri Ankara’da kırmızı halılarda yürüyor.
Benzer bir sürecin Suriye’de tekrarlanma riski yok mu? Blinken boşuna mı Ankara’ya geldi? Şam’da namaza hiç itirazım yok. Allah kabul etsin de… Gaza gelmenin, dolmuşa erken binmenin bedelini çok ağır ödemedik mi?
Erdoğan iç politika sermayesi yapa dursun, Esed’i götüren rüzgarın Ankara’ya doğru da eseceğini söylemek bilmem abartı olur mu?
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***