M. AHMET KARABAY | HABER İNCELEME
Orta Doğu, bilinen tarihi içerisinde huzura kavuşmamış bir coğrafya. Beşeri tarih de aynı şeyi kaydediyor, dinler tarihi de farklı şekillerde insanlığın kana bulandığını anlatıyor. Şimdi Suriye’de 8 Aralık’ta Beşar Esad’ın ülkesini bırakıp kaçmasından sonra başlayan dönem, gözden kaçırılan bazı gerçekleri ortaya seriyor.
Suriye’de yaşananlar, sadece bir diktatörün yıkılması ve terör örgütü HTŞ’nin destekçileriyle devleti ele geçirmesinden ibaret değil. Evet Esad’ın gidişi İran’ın yenilmesi, Rusya’nın Suriye’den elini çekmesi, Hizbullah’ın dağıtılması sonucu oldu. Benim anlatmaya çalıştığım bundan farklı bir şey. Bütün bunlar ‘akşamdan sabaha’ olmadı. Hepsi dantel gibi ince ince örüldü.
Gelin isterseniz AK Parti’nin kuruluş yıllarına gidip, o dönemden bir anekdot paylaştıktan sonra bugüne gelelim. Demek istediklerimi böylece daha kolay anlatırım sanıyorum…
Soğuk Savaş yıllarında Sovyetler Birliği’ni dizginlemek için Batı dünyası, meşhur “Yeşil Kuşak” projesini hayata geçirmeye girişti. Komünizmin dini reddettiğinden hareket eden Batı, bölgede dini duyguları geliştirme projelerine destek vermeye başladı.
1990’lara gelmeden Sovyetler Birliği dağılınca, bölgede İslamcı akımların çok güçlendiğini ve iktidara alternatif hale geldiğini gören Batı, siyasal İslamcılarla çalışmaları gerektiğine karar verdi.
Hatırlarsanız Türkiye’de de Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi o dönemde hızla oylarını artırıyordu. ABD, İngiltere ve İsraillilerin de bulunduğu bir heyet Erbakan’a gidiyorlar. Heyetin sunduğu bir takım imkanlar olacak, bunun karşılığında da bunlardan beklentileri olacaktı.
Bir heyetin bazı isimleri dolaştığı bir dönem şehir efsanesi gibi dolaşıp durdu. Ancak İslamcı kesimin kanaat önderi yazarlarından olan Abdurrahman Dilipak’ın anlatımının medyaya yansımasıyla yeniden gündeme gelmişti.
O zaman Merkez Partisi’ni yeni kuran Abdurrahim Karslı, bu heyetin temaslarını Dilipak’ın ağzından 27 Kasım 2014’te Artı 1 TV’de Cem Özer’in programında bütün ayrıntılarıyla anlatmıştı. (49.40’tan itibaren)
İzlemeye üşenenler için bir iki cümle ile özetleyeyim.
1990’lı yılların başında Erbakan’a giden ekip ona bir takım imkanlar sunacaklarını ve bunun karşılığında da ondan bekledikleri olduğunu anlatıyor:
SUNULAN 3 TEKLİF VE KARŞILIĞINDA İSTENEN 3 ŞEY
“1. Biz sizi iktidara taşıyalım.
2. Size iktidarda sorun çıkaracakları saf dışı edelim.
3. Size gerekli finansal destekleri getirelim.”
Erbakan da kendisinden beklenenin ne olduğunu sorduğunda şu cevabı veriyorlar:
“1. İsrail’in güvenliğini artıracaksınız, önündeki engelleri kaldıracaksınız.
2. Büyük Ortadoğu Projesi yani sınırların değişimine ortam hazırlayacaksınız.
3. İslam’ın yeniden yorumlanmasında bize yardımcı olacaksınız.”
Necmettin Erbakan’dan ret cevabı alan heyet daha sonra o dönemde MHP’den ayrılan ve BBP’yi kurduktan sonra milliyetçi-İslamcı bir çizgi izleyerek hızlı bir yükseliş çizgisi yakalayan Muhsin Yazıcıoğlu’na gidiyorlar.
Yazıcıoğlu da heyetle görüşüp düşüncelerini öğrendikten sonra Erbakan gibi “Hayır. Böyle bir işbirliği içinde olamayız.” cevabını veriyor. Bu sırada Erbakan’a bir heyetin ziyaretini öğrenen Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, bir şekilde heyetle temas kuruyorlar. Heyet aynı teklifi bu kez Refah Parti içinde yıldızları parlamakta olan Erdoğan ve Gül’e yapıyorlar.
Batılı heyet, Erdoğan ve Gül’e 3 fırsat sunmayı teklif ediyorlar, bunun karşılığında onlardan da beklentileri olan 3 şeyi anlatıyorlar.
Erdoğan ve Gül ikilisi, bu teklife “Tamam!” diyorlar. Sonrası malum, Erdoğan ve Gül’ün yıldızı hızla parlarken, Erbakan güneş görmüş kar gibi erimeye başladı. Erbakan yıllar boyu Erdoğan ve arkadaşları için “AKP siyonizmin bir eseridir!” dese de sesini duyan fazla kişi olmayacaktı. (9.40’tan itibaren)
Avrupa’nın en kuzeyinden ve Atlantik ötesinden aldığı rüzgarla AK Parti, ülkede öyle bir rüzgâr estirdi ki sonraki yıllarda Erbakan’ın etrafındaki insanlar bile “Hoca kişisel hırsı yüzünden Erdoğan’ı çekemiyor.” demeye başladılar.
Konuyu dağıttığımı sanmayın. Bunlar küçük anekdotlar ama bugün bölgede yaşanan gelişmelere ışık tutacak nitelikte. Gazeteci Banu Avar, 1994’de Batı’dan gelen gazetecilere burada rehberlik ve tercümanlık yaptığını hatırlatırken, lider Erbakan olmasına rağmen gelenlerin hemen hepsinin Erdoğan ve Gül ile görüşmek istediklerini anlatıyor.
SELEFİLİK VE ŞİİLİK ARASINDAKİ ZIT İLİŞKİ
1990’lı yılların ilk yarısından itibaren Erdoğan’ın aldığı 3 destek ve 3 taahhüdüne bugünden baktığımızda tablo hayli rahat anlaşılır görünüyor. Erdoğan, zaman zaman İsrail’e sert çıkışlar yapıyor görünse de hep bu “güneydeki ülkeyi” koruyup gözetti. Dahası 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısıyla başlayan çok kritik süreçte bile İsrail’in ihtiyaç duyduğu en kritik malzemelerin Türkiye’den aksamadan gitmesini sağladı.
Suriye’nin çökertilmesi, İran’ın dize getirilmesi, Lübnan’da Hizbullah’ın lider kadrosunun bütünüyle ortadan kaldırılması, hep “3 taahhüdün” ilk maddesi çerçevesinde yerine getirildi. İkinci madde olan sınırların değişmesi ve Büyük Orta Doğu Projesi’nin hayata geçirilmesi adım adım yürütülüyor.
Şimdi sıra “3 taahhüdün” 3. maddesine geldi. Aslında “sıra geldi” demek çok doğru ifade değil. Bu üç madde birden hayata geçiriliyor. Üçüncüsü çok köklü bir değişim olduğu için sonuçlarını daha geniş bir zaman dilimi içinde kendini gösteriyor.
Türkiye’de İslamcı bir partinin iktidar yıllarının defolu geçmesi, bu toplumu dinden soğutma yoluna sürükledi. AK Parti döneminde topluma dışarıdan baktığınızda daha dindar bir havaya bürünmüş gibi ama içerisi boşaltılmış bir dindarlık söz konusu.
14 Haziran 2024’te “Proje İmam Hatipler ve deizm” başlıklı yazımda İmam Hatiplerde deizmin nasıl yaygınlaştığını anlatmıştım. Türkiye’de yaşananların benzeri farklı olmakla birlikte bir şekilde öteki İslam ülkelerinde de yaşanıyor olmalı.
Bölgede Şiilik ve Selefilik keskinliği, yıllarca birbirini besleyen ve Orta Doğu’nun kan deryasına dönmesine neden olan sebeplerden biri. Şiilik ve cihatçı Selefilik birbirini besledi. Şimdi Şiiliğin hamisi İran’ın köşesine çekilmiş görünmesiyle ortada yalın halde kalan Selefilik projektörlerin altında olacak.
Son zamanlarda farklı çıkışlarıyla dikkat çeken Prof. Mümtazer Türköne, “Fikir Coğrafyası” isimli YouTube kanalında Selefilik algısının Colani / Ahmet eş-Şara’daki değişim üzerinden anlatmaya çalıştı.
Röportajda Türköne’nin farklı yaklaşımları, Colani / eş-Şara hakkında fazla iyimser tablolar çizmesine takılmayın. Din algısının yeniden oluşturulması yolundaki tespiti önemli.
Şiası ile Selefisi ile Türkiye’deki yaygın kullanılan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olarak tanımlanan İslam ümmetinin çoğunluğunun din anlayışına ve sünnet yorumuna tabi olanların dini yaklaşımları toplum pek farkında olmadan imbikten geçiriliyor.
“Din diye topluma dayatılanlar, Erdoğan ve ekibini ayakta tutan güçlerin yönlendirmesiyle yeni ufuklara yelken açacak!” dersem çok tepki çekerim belki. Bu cümleyi şöyle ifade edeyim, bundan sonra dinin farklı yorumlarını daha fazla göreceğimiz bir süreç başlıyor.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***