MAHMUT AKPINAR | YORUM
“Muhaberat devleti”, yönetimin merkezine istihbarat biriminin yerleştirildiği ülkelere denir. Demokratik ülkelerde İstihbarat birimleri ülkenin milli çıkarını korumak, harici güçlerin operasyonlarına engel olmak için vardır. İstihbarat gücü tek kişinin veya “dar oligarşik bir kadronun” eline geçmesin diye çeşitlendirilir, birbirini denetler, dengeler. İstihbarat elemanları dokunulmaz, sorumsuz değildir; yargı, siyaset, medya, kamuoyu tarafından denetlenir.
Muhaberat devletlerinde ise rejimin kalbi istihbarat kurumudur. Bu ülkelerde parlamento, yargı, ordu, polis vd. istihbarat raporlarına göre konum alır. İstihbarat kurumu her alanı domine eder, herkesi fişler, takip eder. İstihbarat elemanları öncelikle kendi vatandaşını takip eder, masum muhalifleri “ajan” ilan edip etiketler. Muhaberat devletinde amaç ülkede yaşayan her bireye rejimin gücünü göstermek, korku salmaktır. İstihbarat birimleri ve personeli liderin paranoyalarının peşinden gider; hakimiyetini perçinleyecek faaliyetler yapar. İstihbaratın başkanları çok önemlidir, vazgeçilmezdir, ‘sır küpü’dür.
Bütün diktatörler istihbarata önem verir. Ama “muhaberat devleti” kavramı 1970’lerden bu tarafa Suriye’deki Esed Rejimi’nin ünvanı olmuştur. Hafız Esed 1970 yılında askeri bir darbe ile yönetimi ele geçirdikten sonra güçlü bir istihbarat ağı kurmuştur. Ordu, istihbarat gibi devletin önemli noktalarına yakınlarını (kardeşlerini, oğullarını) koymuştur. Devleti nüfusu yüzde 10 olan bir azınlıkla kontrol etmiş, diğer kesimleri, çoğunluğu hayatın önemli noktalarından dışlamıştır. Muhalifleri hapsetmiş, kaçırmış, öldürmüştür.
Muhaberatın aldığı kişinin akıbetini sormak, takip etmek mümkün olmamıştır. Baba Esed çok kan dökmüştür. Sadece 1982 yılında Hama ve Humus’ta öldürdüğü Suriyelilerin 40 bine ulaştığı ifade edilir. Bu dönemde sivil halkın üzerine bomba atmayı kabul etmeyen savaş pilotu Ahmet El Tatari, 42 yıl sonra rejim düşünce hapisten çıkabilmiştir. Mahkeme, yargılama olmaksızın, avukat görmeksizin hürriyetinden edilen onbinlerce insan muhaberat devleti çökünce özgürlüğüne kavuşabildi.
1990’larda Türkiye’de görülen Toroslarla kaçırıp asit kuyularına atmak, yok etmek, betona gömmek, köy yakmak gibi yöntemleri Esed rejimi 54 yıl boyunca yaygın olarak ve sürekli kullandı. Babasının ölümü üzerine beklenmedik şekilde koltuğa göz doktoru olan oğlu Beşşar Esed oturdu. Aslında oğul Esed yapıcı bir karaktere sahipti. Ülkeyi dışarıya açmaya, muhaberat devletini yumuşatmaya, yönetimde diğer kesimlere de yer vermeye çalıştı. Ancak kurulu düzenle ve çarklarla baş edemedi, sonunda sisteme teslim olmak zorunda kaldı.
2011 sonrası süreçte istihbarata dayalı devlet düzeni Beşşar Esed’i tam bir diktatöre dönüştürdü. Kaybettiği alanları geri almak için Rusya’ya yaslandı, mukabilinde askeri üsler verdi. Suriye’yi İran’a mahkum etti. İran ve Irak’tan gelen Şii milislerler Esed rejimini ayakta tutmak için çok kan döktü, ağır zulümler yaptılar. Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de Sünni Araplara alan bırakılmadı. Dünyanın her yerinde Suriyelilerin sevinç gösterileri 54 yıllık muhaberat devletinin halka çektirdiklerinden kaynaklanıyor.
Bir ülkede yönetimi azınlık bir gruba teslim ederek çekilmek, emperyal güçlerin klasik oyunlarındandır. Terk etmek zorunda kaldıkları coğrafyalarda kurdukları yeni ülkeleri bir azınlığa veya oligarşik gruba bırakarak ülke yönetimini kendilerine bağımlı kılmak isterler. Bu nedenle Osmanlı sonrası Ortadoğu haritaları Fransa ve İngiltere tarafından, beşeri dengeler, doğal sınırlar dikkate alınmaksızın çizildi. İşgal ettikleri topraklardan çekilirken nizalı sınırlar, problemli konular bıraktılar. Nusayri Baas rejimi baskıyla, zulümle, öldürerek, sindirerek Suriye’yi 54 yıl yönetti ve sonunda sosyolojiye mağlup oldu. İçi boşalmış rejim birkaç günde yıkıldı.
Sovyetler Birliği’nde, Yugoslavya’da, Çavuşeski Romanya’sında, Saddam Irak’ında, Kaddafi Libya’sında ve en son Esed Suriye’sinde gördük ki halka yaslanmayan, toplumun taleplerini, beşeri dengeleri yok sayan, sadece silahla ve güçle ayakta kalmaya çalışan rejimler bir kaos, kargaşa olduğunda domino taşları gibi yıkılıp gidiyorlar.
Türkiye’de de yıllarca ülke sosyolojisini inkar eden, beşeri dengeleri dikkate almayan, adaletsiz, ideolojik kadrolaşmalar oldu. 28 Şubat’ta bu kadrolar TSK’yı, yüksek yargıyı kullanarak muhaberat devleti refleksi gösterdi, muhalifleri ezmek, yok etmek istediler. O dönemlerde Merhum Muhsin Yazıcıoğlu, “Türkiye’nin Suriye yapılmasına, azınlığa dayalı bir rejim kurulmasına müsaade etmeyeceğiz!” demişti. 2014 yılında kirli AKP ile katil Ergenekon uzlaştı ve birlikte devleti raydan çıkardılar, ülkeyi istihbarat devletine dönüştürdüler.
Son 10 yıldır Erdoğan ülkeyi MİT üzerinden yönetiyor. MİT’i bütün kurumların üzerinde konumlandırdı, fişleme, karalama merkezine dönüştürdü. Artık MİT devletin beyni, kalbi, en önemli kurumu. Esed rejiminin yaptığına benzer, Erdoğan da muhalifleri hapislere dolduruyor, siyah minibüslerle kaçırtıp işkenceden geçiriyor, dilediğinin malına çöküyor, muhaliflere hayat hakkı bırakmıyor.
Suriye örneği ve Esed’in hali gösterdi ki muhaberat devleti kursanız, korku cumhuriyeti oluştursanız, medyayı kontrol etseniz, hapishaneleri aydınlarla doldursanız da halktan kopuk rejimler günün sonunda çöküyor. Sosyolojik dengeleri, toplumsal aritmetiği gözetmeyen, muhaliflere yaşam alanı bırakmayan Esed, Rusya ve İran desteğine rağmen herşeyi bırakıp onursuzca kaçmak zorunda kaldı.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***