YÜKSEL ÇAYIROĞLU | YORUM
Geçen haftaki yazıda Fethullah Gülen Hocaefendi’nin dinî alanda yaptığı tecdidi ele almaya başlamış, bunu üç aşamaya ayırmış, ilk olarak yetiştirdiği “altın nesil”, ardından da talim ettiği İslâm yorumu üzerinde durmuştuk. Bu yazıda ise Hocaefendi’nin hizmet metodunu ve tebliğ felsefesini ele alacağız.
Tebliğ Felsefesi
Tebliğ, peygamber mesleği olup, vahiy hakikatini, iman esaslarını, dinin güzelliklerini insanlara ulaştırmaktan ibarettir. İnsanları Allah ve Resûlü’ne çağrıdır. Marufu (güzellikleri, iyilikleri) emredip, münkerden (kötülüklerden, çirkinliklerden) sakındırmaktır. Dinin, mukaddesatın, değerlerin korunması adına mücadele etmektir. Kur’ân ve Sünnet’in ikame edilmesini emrettiği hak, adalet, eşitlik, hürriyet, müsamaha, yardımlaşma, sulh gibi değerlerin sözcülüğünü ve savunuculuğunu yapmaktır. Kısaca, Allah’ın iki cihanın saadetini elde etmeleri için insanlara gönderdiği hak dine yardım etmek, hizmet etmektir.
Nezd-i İlâhîde tebliğden daha kutsal bir vazife olmadığı içindir ki Allah, en sevdiği nebilerini bu vazifeyle mükellef kılmıştır. Fakat tebliğ, önemi nispetinde ağır, meşakkatli, zor bir iştir. Zira insanların en küçük bir alışkanlığını değiştirmenin, en basit önyargılarını kırmanın bile ne kadar zor olduğu malumdur. Kökleşmiş kanaat ve inançların, topyekûn bir hayat felsefesinin, varlığa bakış açısının, zihin dünyasının, toplumun kılcallarına kadar işlemiş âdet ve geleneklerin değiştirilmesi ve şekillenmesi ise zorlardan daha zordur. Dolayısıyla bu işin son derece dikkatli, temkinli, planlı, akıllıca yapılması gerekir.
Doğru usul ve üslup yakalanamazsa maksadın tam aksiyle netice alınabilir. Bunun içindir ki bu ağır yükü yüklenebilmeleri için peygamberlere dehayı aşkın bir fetanet verilmiştir. Tebliğde muvaffakiyetin öncelikli şartı da peygamberlerin yoluna tâbi olmak, onların izlediği yol ve yöntemi izlemektir. Bu itibarla peygamber yolunun yolcularının hem siyer felsefesini derinlemesine kavramaları hem de içinde yaşadıkları zamanın şartlarını çok iyi bilmeleri gerekir.
Dine hizmet etmenin, insanları hak ve hakikate çağırmanın haddizatında zor bir görev olduğunu belirttik. Şurası bir gerçek ki bu iş, modern dönemde daha da zorlaşmıştır. Bunun farklı sebepleri vardır. Bunları kısaca maddeler hâlinde şu şekilde sayabiliriz:
- (1) İslâm hakkında hiç olmadığı kadar kara propaganda yapılmış ve dünya kamuoyunda güçlü bir İslam düşmanlığı oluşturulmuştur.
- (2) Müslümanların son asırlarda ilimde, teknik ve teknolojide, sanayide, kültürde, medeniyette geri kalmaları onlara yönelik olumsuz algıları güçlendirmiştir.
- (3) Bir kısım radikal dinî örgütlerin şiddet içerikli eylemlerinin de etkisiyle İslâm; radikalizmin, şiddet ve terörün adresi gibi gösterilmiştir.
- (4) Aydınlanmadan bu yana büyük bir paradigma değişimi olmuş ve bunun sonucunda vahyin yerine akıl (rasyonalizm), ahiretin yerine dünya (sekülerizm), Allah’ın yerine insan (hümanizm), dinin yerine bilim (pozitivizm) konmuştur.
- (5) Modern dönemde insanlık maddî âlemde ilerleme kat ettiği ölçüde imanda, maneviyatta, metafizikte gerilemiş; inkâr-ı ulûhiyet fikri sırtını bilime dayadığı için daha da güçlenmiş ve yayılmıştır.
- (6) Son asırlarda din de diyanet de garip ve sahipsiz kalmış, mukaddesatı koruyan surlar yıkılmış, bunun neticesinde de Kur’ân ve Sünnetle taban tabana zıt dünya kadar düşünceye din urbası giydirilmiştir.
- (7) Kitle iletişim ve ulaşım vasıtalarının gelişmesiyle birlikte küreselleşme ve çoğulculuk realitesi ortaya çıkmış, artık her şey dünyanın gözü önünde cereyan etmeye başlamış ve İslâm aleyhindeki algı ve düşünceler hızla her tarafa yayılmıştır.
- (8) Bütün bunların yanında insanlık sosyal, siyasi, iktisadi, kültürel, ahlakî vs. alanlarda daha önce şahit olmadığı oldukça büyük, köklü, kapsamlı, durdurulamaz, geri döndürülemez, önü alınamaz bir değişim gerçeğiyle karşı karşıya kalmış ve neticede dünyanın çehresi bütünüyle değişmiştir.
Peki, hayatın bütün alanlarında üst üste değişimlerin, dönüşümlerin, inkılâpların yaşandığı, insanların dinden kaçtığı, imandan uzaklaştığı, maneviyata yabancılaştığı, hiç olmadığı kadar dünyevileştiği, dolayısıyla bir çeşit fetretin yaşandığı böyle ifritten bir dönemde dine hizmet etmenin yolu, yöntemi, usulü, üslubu ne olmalıdır? Öncelikle, mübelliğ ve mürşitlerin içinde yaşadıkları çağı, bütün bu değişim ve dönüşümleri, dünyanın gidişatını çok doğru okumaları gerekir.
Maalesef niceleri Hz. Ömer veya Sultan Fatih döneminde yaşıyormuş gibi konuştukları, yazıp çizdikleri için mesafe alamıyorlar. Realiteleri göremiyor, görse bile bunlara uygun adım atamıyorlar. Dinî değerleri özendirici ve imrendirici bir keyfiyette arz edemiyorlar. Sözleriyle, fiilleriyle, tavır ve davranışlarıyla bir cazibe merkezi hâline gelemiyor, dinî duygu ve düşünceden uzaklaşmış insanları kendilerine çekemiyorlar.
Şunu net olarak ifade etmek gerekir ki şayet Hizmet Hareketi, dine ve insanlığa yaptığı hizmetlerde önemli başarılar yakaladıysa bunun sebebi Hocaefendi’nin hem dinin ruhuna hem de zamanın şartlarına uygun olarak ortaya koymuş olduğu tebliğ felsefesi ve hizmet metodudur.
Kendisi günümüzün değişen dünyasında yol ve metotların da buna uygun olması gerektiğini şöyle ifade eder: “Bugüne kadar seleflerimiz, Allah’ın adını dünyanın dört bir yanına ulaştırmak için yaşadıkları dönemin şartlarına göre ciddi bir mücadele ortaya koymuş, ellerinden geleni yapmışlardır. Bu iş bazen sofi ve erenlerin eliyle gerçekleştirilmiş, bazen tüccarlar vasıtasıyla, bazen de fetihler yoluyla. Aşılmaz denilen surları aşmış, ulaşılmaz denilen yerlere ulaşmış ve gittikleri yerlerde sulh, huzur ve adaletin temsilcisi olmuşlar. Ne var ki içinde yaşadığımız dünya artık onların yaşadığı dünya değil. Her şey değişti. Sadece sosyal, siyasi ve iktisadi şartlar da değil; kültürler, felsefeler, anlayışlar başkalaştı. Dolayısıyla i’lâ-i kelimetullah adına takip edilmesi gereken yol ve yöntemlerin de çağın gereklerine uygun olması gerekiyor. Aksi takdirde muvaffak olunması çok zor. Hatta maksadın aksi bir netice bile ortaya çıkabilir.” (Gülen, Işık Karanlığı Boğarken, s. 210)
Öte yandan, günümüzde yaşanan tahrip çok derin ve kapsamlı olduğu için, bunu tamir etme adına ortaya konulan çaba ve gayretlerin de buna uygun olması gerekir. Cuma günleri verilen hutbelerle, camide yapılan vaazlarla bu işin hakkı verilmiş olur mu? İmam Hatip Okulları ve İlahiyat Fakülteleri, Müslümanlar hakkında oluşmuş önyargıları kırmaya, İslam’ın parlak çehresine atılmış ziftleri temizlemeye güç yetirebilir mi?
Daha da önemlisi gerek buralardan mezun olan kişilerin gerekse Diyanet bünyesinde çalışan hocaların böyle bir gayesi, derdi, davası, ızdırabı var mı? Evlatlarımızı Kur’ân kurslarına göndermekle, Kur’ân’ı ezberletmekle, dinî hizmetlerde görev almalarını sağlamakla bu emanete sahip çıkmış olur muyuz? Esasen dine yapılan hizmetin küçüğü, büyüğü olmaz. Maksadımız buralarda yapılan hizmetleri küçük görmek de değildir. Sadece mevcut problemin üstesinden gelme adına atılan adımların ne kadar cılız olduğunu ifade etmeye çalışıyoruz.
Son olarak şunu da belirtelim ki Kur’ân ve Sünnet’i bilmek ayrıdır, insanları bu iki kudsi kaynağa, bu kaynaklardaki hakikatlere çağırmak, bu çağrıda hangi vesilelerin kullanılacağına karar vermek ayrıdır. Tebliğ faaliyetini semeredar kılmak, din adına yapılması gereken hizmetleri doğru tespit etmek engin bir düşünceye, mahruti bir bakışa, stratejik bir akla sahip olmayı gerektirir. Dahası, konjonktürü, kültürü, insan psikolojisini bilmeyi gerektirir. Hatta var olan önyargıları, kinleri, nefretleri, düşmanlıkları, güç dengelerini göz önünde bulundurmayı gerektirir. Bütün bunları bilip neyin öne çıkarılıp neyin geri plana alınacağını, söz ve fiillerin ne tür neticeler hâsıl edeceğini, hangi argümanların işe yarayıp yaramayacağını hesap edebilmeyi gerektirir. Bütün bu konularda Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ufkumuzu açtığında, bize yol, yordam öğrettiğinde şüphe yoktur.
Bu genel girişten sonra Hocaefendi’nin dine hizmet meselesini nasıl ele aldığını, bu alanda ne tür yenilikler yaptığını başlıklar hâlinde kısaca arz etmeye çalışacağız.
- Dini Esaslara Bağlı Kalma
Dine çağrının veya din adına yürütülen mücadelenin mutlaka dinin temel kaynaklarına uygun olması gerekir. Bu durumu Hocaefendi şöyle izah eder: “İrşat ve tebliğ dinde çok önemli bir esastır, peygamber mesleğidir. Bu yüzden tüm müminlerin bu konuda ellerinden geleni yapmaları gerekir. Fakat şunu unutmamak gerekir ki tebliğ ve irşadı emreden din olduğu gibi, onun nasıl yapılacağını bize talim eden de odur. Kur’ân’ın altın hakikatleri, Efendimiz’in nurefşan beyanları varken onları bir kenara bırakarak biz kendi heva ve hevesimize göre stratejiler oluşturamayız. Allah Resûlü’nün yol ve yöntemine aykırı hareket ettiğimiz takdirde farkına varmadan insanları O’ndan uzaklaştırırız.” (Gülen, Işık-Karanlık Devr-i Daimi, s. 99)
Hocaefendi, bu konuda özellikle siyer felsefesine ayrı bir önem verir. Allah Resûlü (s.a.s) her alanda mü’minlere örnek olduğu gibi, dine davetin nasıl yapılacağını da 23 yıllık hayatında fiilî olarak göstermiştir. O, çeyrek asır gibi çok kısa bir zaman diliminde mesajını Arap yarımadasının tamamına ulaştırmıştır. En azılı düşmanlarını dost yapmış, en katı kalpleri yumuşatmış, binlerce münafığı mümin toplum içinde eritmiş, cahiliyenin en vahşi âdetlerini ortadan kaldırmış, en bedevi insanlardan medeniyet muallimleri çıkarmıştır. Allah Resûlü’nün hayat-ı seniyyelerine az çok vâkıf olan müminler, onun baş döndürücü bütün bu icraatlarını bilseler de bu başarının genellikle mucizevi bir şekilde gerçekleştiğini düşünürler. Yani meseleyi Hz. Muhammed’in (s.a.s) peygamberliğine verir ve ilahî yardımla açıklarlar. Dolayısıyla da onun gönüllere girmek için ne tür stratejiler takip ettiğinin, hangi yol ve yöntemleri kullandığının yeterince üzerinde durmazlar.
Hocaefendi her konuda olduğu gibi hizmet anlayışında da Efendimiz’in (s.a.s) örnekliğine ayrı bir önem verir ve O’nun yolunu takip eder. Onun şu ifadeleri bu konuya bakışını çok güzel özetler: “İman ve Kur’ân hizmetlerinde ortaya konan pek çok tutum ve stratejinin siyer felsefesine bağlı cereyan ettirilmeye çalışıldığını, her konuda olduğu gibi bu konuda da mukteda bihimizin (uyduğumuz, arkasından gittiğimiz kişinin), Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve O’nun sireti, Sünnet’i olduğunu söyleyebiliriz.” (Gülen, Dert Musikisi, s. 125) Nitekim Arap dünyasından birçok âlim, Hocaefendi’nin Allah Resûlü’nün hayatına dair kaleme aldığı İnsanlığın İftihar Tablosu Sonsuz Nur eserini okuduktan sonra Hizmet hareketini çok daha iyi anladığını ifade etmiştir.
Bu başlık altında üzerinde duracağımız diğer bir konu da Allah’ın dinine hizmet adına başvurulan yol ve vesilelerin meşruiyetidir, yani dinin muhkem hükümlerine uygunluğudur. Bir müminin hedefleri ve maksatları meşru olması gerektiği gibi, ona ulaştıracak yolların, vesilelerin de meşru olması gerekir. Hocaefendi, bu konuya çok önem verir ve “Bir mü’min, ibadet ü taatlerini dinin emir ve tavsiyelerine göre yerine getirdiği gibi, irşat ve tebliğ adına ortaya koyacağı tavır ve davranışları da şer’î delillere bağlı götürmelidir.” (Gülen, Dert Musikisi, s. 123) diyerek net tavrını ortaya koyar. Onun, “Hedef ne kadar mukaddes ve yüce olursa olsun, Makyavelist bir düşünceyle hareket ediyor ve gayrimeşru vasıtalara tevessül ediyorsanız, bununla hedefinizin yüceliğini de yıkıp geçmiş olursunuz.” (Gülen, Işık Karanlığı Boğarken, s. 135) şeklindeki düşünceleri fevkalâde önemlidir.
Bunların yanı sıra Hocaefendi, baskı ve zorlama, demagoji ve diyalektik, propaganda ve algı yönetimi gibi şeylerin de dinî hakikatlerin anlatılmasında meşru yol ve vesileler olarak görülemeyeceğini vurgular. (Gülen, Işık Karanlığı Boğarken, s. 243) Taassup ve dayatmacı bir üslupla, huşunet ve sertlikle ortaya konulan bir mesajın kaybettireceklerinin kazandıracaklarından daha fazla olacağını söyler; bu tür tavır ve davranışlar tepkiye yol açacağı için onlarla dine hizmet edilemeyeceğini belirtir. (Gülen, Yaşatma İdeali, s. 92) Kısacası Hocaefendi, dine hizmet adına ortaya konulan bütün projelerin, icra edilen her tür aktivitenin, açılan her bir müessesenin dinin muhkem hükümlerine uygun olup olmadığının gözden geçirilmesinin ve mutlaka bu uygunluğun sağlanması gerektiğinin altını çizer. (Gülen, Işık-Karanlık Devr-i Daimi, s. 216)
- Zamanın Ruhuna Uygun Hareket Etme
Bir mümin, tebliğ aşkıyla yanabilir, ömrünü i’lâ-i kelimetullah davasına adayabilir, tanıştığı güzellikleri herkese duyurmak için can atabilir. Fakat yaşadığı zamana hükmeden felsefeleri, ideolojileri, değerleri, hassasiyetleri, algıları bilmezse çırpınışları netice vermeyebilir, boşa kürek çekebilir. Eğer dini anlatırken, onun maruf hükümlerinin bütün güzelliğiyle görülüp gereğine göre davranılmasını, münker kategorisine giren kötü fiillerin de çirkinliklerinin fark edilip bunlardan uzak durulmasını istiyorsa insanların hissiyatlarını hesaba katmak ve zamanın ruhuna uygun hareket etmek zorundadır.
Hizmet-i imaniye ve Kur’âniye davasına gönül vermiş bir kişinin, yürüdüğü yolda mesafe alabilmesi için öncelikle ortak paydalardan işe başlaması, var olan problemlere çözümler getirmesi, toplumsal hassasiyetleri gözetmesi, dinî alanda karşılanması gereken ihtiyaçları doğru tespit etmesi, öncelikleri iyi tayin etmesi gerekir ki bütün bunlar da yine çağı doğru okumaya bağlı hususlardır. Bediüzzaman Hazretlerinin, “Bu zaman, tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır.” (Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası, s. 62) deyip buna yönelik eserler kaleme alması, “Cihad-ı haricîyi şeriat-ı garrânın berahin-i kâtıasının elmas kılıçlarına havale edeceğiz. Zira medenîlere galebe çalmak ikna iledir.” (Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat, s. 54) deyip manevî cihadı ve müspet hareketi ilke edinmesi, “Her sözün doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek doğru değildir.” (Bediüzzaman, Mektubât, s. 532) ifadesiyle mekâna ve makama uygun sözler söylemeyi salık vermesi, zamanın ruhunu doğru okuması ve buna uygun metotlar geliştirmesi adına bizim için de enfes örneklerdir.
Hocaefendi’nin konuyla ilgili şu sözleri Hizmet gönüllüleri için âdeta bir yol haritası gibidir: “Hâlis bir niyetle, toplumun gelişme ve ilerlemesi adına, onu “ibtida”dan “intiha”ya sıçratma mülâhazasıyla geniş tabanlı bir reform hareketi başlatmak istersiniz. Ne var ki burada göz önünde bulundurulması gereken çok hayatî esaslar vardır. Acaba toplumun bünyesi böylesine radikal bir değişime müsait mi? Toplum fertleri kendilerine teklif edilen değişimleri sindirebilecek ve hazmedebilecek durumda mı? Konjonktür buna müsaade eder mi? Zaman ve şartlar yapılmak istenilen işlere uygun mu? Sizin gücünüz bu iş için yeterli mi? Yapmak istediğiniz değişimlere evrensel insanî değerler açısından baktınız mı? Bütün bunları göz önünde bulundurmadan yola çıkarsanız falso ve fiyaskolar yaşamanız kuvvetle muhtemeldir. Hatta insanlığa hizmet etme mülahazasıyla yola çıkarsınız da neticede onun başına yeni gaileler açarsınız.” (Gülen, Işık Karanlığı Boğarken, s. 85)
Hocaefendi, zamanı doğru okuma ve onun gereklerine uygun hareket etme noktasında çok hassastır. Hangi mevsimde ne yapılması gerektiğinin doğru tayin edilmesine çok önem verir. Sonuç alamayacağı problemlerle uğraşıp zaman ve enerjisini boşa harcamaz. İstikbal vaat etmeyen adımlar atmaz. Yaptığı hizmetlerle var olan ihtilafları büyütmemeye, yeni çatışma alanları oluşturmamaya, düşmanlıkları körüklememeye son derece dikkat eder. Hizmet hareketinin yarım asrı aşkın faaliyetleri bunun en güzel misalidir. Hizmetin eğitime yatırım yapmasını, medya sahasındaki faaliyetlerini, Türkçe olimpiyatlarını, Abant toplantılarını diyalog adına yaptığı açılımları vs. bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir.
(Önümüzdeki yazıda Hocaefendi’nin tebliğ felsefesini alt başlıklar hâlinde ele almaya devam edeceğiz.)
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***