- Daha önce “2. Dünya Savaşı: Ön Cepheden” türü belgesellerde, eski görüntülerin restore edilmiş hallerini izlemiştik. Bu belgesel bir adım ileri gidiyor ve fotoğraf halindeki bazı görselleri hareketlendiriyor. Bununla da kalmayıp, Churchill’in yaptığı konuşmaları, ki bunların çoğu yazılı halde bugüne kadar gelmiş, yapay zeka yardımıyla onun orijinal sesiyle sese dönüştürerek inandırıcılık katsayısını artırıyor.
- Churchill’in yazma tutkusu, küçük yaşlardan itibaren vardı. Henüz genç bir subayken savaş muhabiri olarak yazdığı yazılar, onun edebi kariyerinin başlangıcını oluşturdu. Savaş sonrası yazdığı “İkinci Dünya Savaşı” adlı altı ciltlik eseri, sadece tarihi bir kaynak değil, aynı zamanda edebi bir başyapıt olarak kabul edildi ve Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasında önemli rol oynadı.
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Sizi bilmem ama ben ilk kez bir belgeselde Yapay Zeka Çağı’nın başladığını görmüş oldum.
Netflix’in “Churchill Savaşta” belgeselinden bahsediyorum. 4 bölümlük belgesel İkinci Dünya Savaşı’nın en etkili figürlerinden birinin portresini çizmeye çalışırken hem teknik mükemmelliği hem de içerik eksiklikleriyle dikkat çeken bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Bunların hepsine teker teker değineceğiz, ancak bu belgeselin neden bir ilk olduğuna bakmalıyız.
Churchill Savaşta, yapay zekanın tüm imkanlarını kullanarak üretilen sanat eserinin hem tarihsel hem de estetik değerini yükseltmiş.
Daha önce “2. Dünya Savaşı: Ön Cepheden” türü belgesellerde, eski görüntülerin restore edilmiş hallerini izlemiştik. Bu belgesel bir adım ileri gidiyor ve fotoğraf halindeki bazı görselleri hareketlendiriyor. Bununla da kalmayıp, Churchill’in yaptığı konuşmaları, ki bunların çoğu yazılı halde bugüne kadar gelmiş, yapay zeka yardımıyla onun orijinal sesiyle sese dönüştürerek inandırıcılık katsayısını artırıyor.
İsterseniz belgesele yakından bakmadan önce, 20. Yüzyıl’ın en önemli ve enteresan askeri ve siyasi figürü olan Winston Churchill’i biraz tanıyalım.
Çok klişe bir giriş olacak belki ama 20. yüzyılın en büyük devlet adamlarından biri olan Winston Churchill, İngiliz tarihinin en karanlık günlerinde, ulusunu yıkımın eşiğinden zafere taşıyan efsanevi bir lider olarak tarihe geçti. 1874’te aristokrat bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Churchill, gençlik yıllarında ordu saflarında savaş muhabiri olarak başladığı kariyerinde, cesaretiyle nam saldı ve bu deneyimleri, ileride İngiltere’yi yöneteceği kritik dönemler için ona paha biçilmez bir birikim sağladı.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde, Nazi Almanya’sının yükselişini öngören az sayıdaki politikacıdan biri olan Churchill, başlangıçta yalnız bir ses olarak kalsa da tarih onun haklı olduğunu ortaya çıkardı. 1940 yılında, Fransa’nın şaşırtıcı teslimiyeti ve İngiltere’nin Alman işgali tehdidi altında olduğu en karanlık günlerde, ülkesinin başbakanı olarak göreve geldi. “Size verebileceğim kan, ter ve gözyaşından başka bir şey yok.” sözleriyle başlayan liderliği, modern tarihin en ilham verici direniş hikâyelerinden birine dönüştü.
Churchill’in en büyük silahı, belki de kelimeleriydi. Çünkü 1. Dünya Savaşı’nda hem asker hem de gazeteci olarak görev almış, savaşma yeteneğinden ziyade yazdığı cephe haberleriyle adeta bir marka olmuştu. Zaten siyasi başarısını da medyadaki marka oluşundan dolayı kazanmıştı. Radyo konuşmalarında ve parlamentoda yaptığı ateşli konuşmalarla halkını cesaretlendirmişi, moral vermiş ve direnme azmi aşılamıştı.
Ne ki muhafazakarlığı aşan bir tutuculuğu hatta çok rahatlıkla faşizanlığa kaçan bir siyasi görüşü vardı. Kadınlara oy hakkı verilmesine, “Şimdi bir de onlarla mı uğraşacağız!” diyerek karşı çıkıyordu mesela! Öte yandan “Sokaklarda savaşacağız, tepelerde savaşacağız, asla teslim olmayacağız.” sözleri, sadece İngiliz halkının değil, tüm özgür dünyanın umudunu ve kararlılığını simgeleyen bir manifesto haline gelmişti. Bu süreçte yalnız bir adadaki küçük bir ulusun lideri değil, özgürlük ve demokrasinin küresel sözcüsü oldu.
Son dönemin en başarılı savaş belgesellerinden biri.
Savaşın sonunda zafer kazanılmıştı, ancak Churchill için bu bir son değil, yeni bir başlangıçtı. Zira dünyanın savaştan sonra yüz yüze kaldığı komünist belayı görmüş ve faşist kodlarına geri dönmüştü. Bu sebeple, savaştan galip çıkan bir siyasi lider olarak hezimetin en ağırını yaşamış, ancak pes etmemiş, 5 yıl sonra tekrar zafere koşmuştu.
Soğuk Savaş’ın ayak seslerini ilk duyanlardan biri olarak, ünlü “Demir Perde” konuşmasıyla dünyayı komünizm tehdidine karşı uyardı. Sadece bir devlet adamı değil, aynı zamanda bir tarihçi ve yazar olan Churchill, 1953 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı ve yaşamının son yıllarına kadar dünya siyasetinin en etkili seslerinden biri olmaya devam etti.
Churchill’in sadece Savaş ile ilgisini anlatan haddi hesabı olmayan bir sayıda belgesel film, drama ve kitap var.
1965’te hayata gözlerini yuman Churchill, arkasında sadece bir zafer mirası değil, cesaret, kararlılık ve liderliğin zamansız bir örneğini bırakmıştı. Onun hayatı, tek bir insanın, doğru zamanda, doğru yerde, doğru sözlerle nasıl tarihin akışını değiştirebileceğinin en çarpıcı kanıtlarından biri olarak tarihe geçti. Churchill’in mirası, bugün hâlâ, özgürlük ve demokrasi için mücadele eden tüm liderlere ve toplumlara ilham vermeye devam etmekte.
Şimdi belgesele geçebiliriz. Önce bölümlere kabaca bir bakalım.
- İlk bölüm, Churchill’in savaş öncesi dönemini ve başbakanlığının ilk günlerini anlatırken, Nazi tehdidine karşı erken uyarılarına odaklanıyor. Bölüm, Churchill’in öngörüsünü ve politik cesaretini etkili bir şekilde aktarıyor. Ancak, onun bu dönemdeki tartışmalı pozisyonları, özellikle Hindistan ve sömürge politikaları konusundaki tutucu görüşleri yeterince irdelenmiyor. Dramatize sahnelerde Christian McKay’in performansı etkileyici olsa da zaman zaman aşırı teatral bir havaya bürünüyor.
- İkinci bölüm, Blitz dönemi ve Amerika’nın savaşa girişine kadar olan süreci ele alıyor. Churchill’in ünlü radyo konuşmaları Yapay Zeka desteğiyle etkin şekilde kullanılıyor ve moral liderliği başarıyla işleniyor. Bölümün en güçlü yanı, restore edilmiş arşiv görüntüleri ve ses kayıtlarının ustaca kullanımı. Fakat bölüm, Churchill’in bu dönemde aldığı bazı tartışmalı askeri kararları, özellikle Fransız donanmasına yönelik sert tutumunu yüzeysel geçiyor. Ayrıca savaş kabinesindeki diğer önemli figürlerin rolleri yeterince vurgulanmıyor.
İki kanka: ABD Başkanı Roosevelt ile Churchill. İngiltere başbakanının 1200 mektubuna Roosevelt 800 mektupla cevap vermiş!
- Üçüncü bölüm, savaşın dönüm noktalarına ve müttefiklerle ilişkilere odaklanıyor. Roosevelt ve Stalin’le olan karmaşık ilişkiler iyi işlenmiş. Ancak bölüm, Churchill’in bu dönemde yaşanan Bengal Kıtlığı’ndaki rolü gibi tartışmalı konuları neredeyse hiç ele almıyor. Röportajlarda George W. Bush ve Boris Johnson gibi modern siyasetçilerin görüşlerine ağırlık verilmesi, tarihsel derinliği zedeliyor.
- Son bölüm, zafere giden yolu ve savaş sonrası dönemi anlatıyor. Churchill’in “Demir Perde” konuşması ve Soğuk Savaş’ın başlangıcındaki rolü etkili bir şekilde aktarılıyor. Fakat bölüm, onun savaş sonrası dönemde yaşadığı politik başarısızlıkları ve İngiliz İmparatorluğu’nun çöküşü karşısındaki tutumunu yeterince derinlemesine incelemiyor. Ayrıca, Churchill’in kişisel yaşamı ve karakterinin daha karmaşık yönleri geri planda kalıyor.
Belgesel teknik açıdan etkileyici olsa da tarihi bir figür olarak Churchill’in daha dengeli ve kapsamlı bir portresini çizmekte epey zorlanıyor. Yapım, genel izleyici için bilgilendirici ve etkileyici bir deneyim sunuyor, ancak tarih meraklıları için önemli eksiklikler içeriyor. Dramatize sahnelerin aşırı kullanımı ve modern siyasetçilerin yorumlarına fazla yer verilmesi, belgeselin akademik değerini zedeliyor. Yine de dönemin atmosferini yakalamadaki başarısı ve teknik kalitesiyle, İkinci Dünya Savaşı dönemini anlamak isteyenler için değerli bir kaynak niteliği taşıyor.
Ron Howard ve Brian Grazer’ın yapımcılığındaki bu dört bölümlük dizi, Churchill’in savaş liderliğini ele alırken arşiv görüntülerinin restore edilmesi ve renklendirilmesi gibi teknik başarılarıyla göz dolduruyor. Ancak karakterin karmaşık doğasını tam anlamıyla yansıtmakta zaman zaman yetersiz kalıyor.
Belgeselin en güçlü yanı, şüphesiz görsel prodüksiyonunun kalitesi. 1940’ların savaş atmosferini canlandıran yüksek kaliteli arşiv görüntüleri, ustaca yapılmış restorasyon çalışmalarıyla günümüze taşınıyor. Christian McKay’in canlandırdığı dramatize sahneler, her ne kadar zaman zaman teatral ve hatta didaktik bir havaya bürünse de dönemin ruhunu yansıtmada başarılı. Görsel geçişler ve montaj tekniklerinin kullanımı, belgeselin akıcılığını artıran unsurlar arasında.
Ses tasarımı ve müzik kullanımı da övgüyü hak ediyor. Churchill’in tarihi konuşmalarının restore edilmiş ses kayıtları, dönemi yaşayan izleyiciler için nostaljik, yeni nesil için ise eğitici bir değer taşıyor. Özgün müzik kompozisyonları ve savaş sahnelerinin gerçekçi ses efektleri, izleyiciyi o döneme başarıyla taşıyor.
Ancak belgesel, Churchill’in karakter analizinde bazı önemli eksiklikler barındırıyor.
Erken dönemindeki askeri deneyimleri ve Birinci Dünya Savaşı’ndaki rolü detaylı şekilde ele alınmış eve ama tartışmalı politik kararları ve sömürge politikaları gibi konular yüzeysel geçiliyor. Bengal Kıtlığı’na yaklaşımı, Fransız donanmasına karşı tutumu gibi tartışmalı konular derinlemesine incelenmiyor.
Röportajlarda kullanılan kaynak seçimi de eleştiriye açık. George W. Bush ve Boris Johnson gibi siyasetçilerin görüşlerine yer verilmesi, tarihsel derinlikten ziyade popüler kültüre hizmet eder nitelikte. Akademisyenler ve tarihçilerin görüşlerine daha fazla ağırlık verilmesi, belgeselin bilimsel değerini artırabilirmiş. Bununla beraber Obama ve Cameron’un metin yazarları görüşlere renk katmış.
Öte yandan belgeseldeki dramatize sahnelerin kullanımı, belgeselin hem güçlü hem de zayıf yanlarından biri. Bu sahneler Churchill’in kişisel anlarını canlandırmada etkili olsa da bazen tarihi gerçeklikten uzaklaşıp melodrama kayabiliyor. Özellikle kriz anlarındaki temsiller, gerçekçilikten çok dramatik etki oluşturma kaygısı taşıyor.
Amerika ve İngiltere Hitler’i yendikten sonra daha büyük bir belayı fark ediyor: Stalin ve komünizm!
Belgesel, Churchill’in savaş stratejisi ve liderlik tarzını ele alırken başarılı bir portre çiziyor. Özellikle Blitz dönemindeki kararlı duruşu ve moral liderliği etkileyici bir şekilde aktarılıyor. Ancak savaş kabinesindeki diğer önemli figürlerin rolleri ve katkıları yeterince vurgulanmıyor.
Sonuç olarak, “Churchill Savaşta” teknik açıdan başarılı, içerik açısından ise kısmen eksik bir belgesel olarak değerlendirilebilir. Winston Churchill gibi karmaşık bir tarihi figürü tam anlamıyla yansıtmak zor bir iş olsa da belgesel bu görevi kısmen başarıyor. Yapım, genel izleyici için bilgilendirici ve etkileyici bir deneyim sunarken, tarih meraklıları için daha derinlikli bir analiz sunabilirmiş. Yine de dönemin atmosferini yakalamadaki başarısı ve teknik kalitesiyle, İkinci Dünya Savaşı dönemini anlamak isteyenler için değerli bir kaynak niteliği taşıyor.
120’den fazla sanatçı ve teknik adamın emeğinin ürünü olan ve bence mutlaka izlenmesi gereken yapımlar listesinde epey üst sıralarda yer almayı hak eden bir belgesel “Churchill at War.”
Bonus: Churchill’in Savaş Odası isimli bir de müze var. Belgi ilginizi çeker diye şuraya bırakıyorum.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***