UĞUR TEZCAN | YORUM
Bu ABD başkanlık seçimleri de tüm dünyanın adeta bir kader denk noktasıymışçasına büyük bir merakla beklediği bir seçim olacak. Dünya üzerindeki tüm otokratik liderler ve onların taraftarları, aşırı sağ ve faşist eğilimli çevreler yeni bir Trump başkanlığını hevesle bekliyorlar.
Mevcut demokrat Başkan Joe Biden’ın, İsrail’in Gazze’de yaptığı tüm aşırılıklara göz yummasına ve İsrail’e açıktan destek vermiş olmasına rağmen, Netanyahu rejiminin bile Trump yönetimini tercih edeceği bir gerçek. Özelikle, Michigan gibi seçim sonuçlarına önemli ölçüde etki eden eyaletlerde yaşayan çok sayıdaki Müslüman grubun anlamadığı gerçek de bu.
Onlar kendi ülkelerindeki İslamcı hastalıklardan hala kurtulamadıkları ve Filistin meselesine hep semboller üzerinden baktıkları için Trump’a oy verecekler. Bunu açıkça söyleyen birçok grup oldu. Oysa Trump gibi cehaleti ve hamaseti temsil eden bir adayın Filistin sorununun çözümüne dair ne somut bir önerisi ne de İsrail’in süregiden saldırılarına karşı sembolik düzeyde dahi olsa açık bir kınaması yok.
Her zaman yaptığı gibi ortaya salata nevinden “Ben en iyi başkanım…” gibi ifadelerle süslediği cümlelerin ardından “Ben olsam savaş olmazdı!” tarzı genel geçer ifadelerle taban “ütüyor” Trump. Üstelik, “İsrail başladığı işi bitirmeli!”, “Başarısız yürüttü!”, “Ben Amerikan tarihinde İsrail için en çok şey yapmış başkanım!” gibi laflar söylemekten imtina etmedi. Trump’ın basın sekreteri Karoline Leavitt, “Trump tekrar Oval Ofis’e döndüğünde İsrail korunacak, İran iflas ettirilecek, teröristler avlanacak ve akan kanlar duracak.” dedi. Bunlar son derece tehditkâr ve tek taraflı ifadeler!
Gelin görün ki, Trump’a destek açıklayan Müslüman azınlık, içine hapsolduğu sembolik tarafgirlikten kurtulamadığı ve meselelere şümullü bakamadığı için Trump gibi cehaleti, hamaseti, yabancı düşmanlığını, nefret söylemlerini ve yolsuzluğu temsil eden bir adayın Amerikan’ın geleceği için ne demek olduğunu anlayamıyorlar. Onlara Erdoğan rejimini anlatamıyor olmamızın ardında da benzer sosyolojik refleksler var.
Üstelik Trump’ın Biden gibi daha üst telden ve açıktan İsrail savunmacılığı yapmamasının bir nedeni kendi tabanında çokça bulunan Yahudi düşmanı aşırı sağcı kitleleri seçim öncesi ürkütmeme çabası. Zira onların rüzgârından güç devşiriyor. Ayrıca Trump, Müslüman ülkelerden gelen insanlara giriş yasağı koymuş ve bunu daha da artırarak devam ettireceğini belirtmiş bir aday.
Trump’ın önü hep açık tutuldu!
Bunlara ilaveten, aşağıda Trump’ın otoriterliğine ve ikinci döneminin ne tür tehlikeler içerebileceğine dair çizeceğim resmin kendi ülkelerindeki otoriter yönetimlerin kamçısından kaçan Müslüman azınlıkları rahatsız etmiyor ve endişelendirmiyor olması ayrı bir sosyolojik analizin konusu olacak mahiyette!
Trump, şimdilik ülkeye Meksika sınırından kayıt dışı gelenlere karşı, onları rahatlıkla meclis onayı bile olmadan toplayıp geriye gönderme planları yaptığını kaç kere ifade etti. Böyle otoriter bir anlayışın denetimsiz bir rejim kurup ardından uydurduğu birtakım bahaneler ile yarın bir gün aynı şeyi Müslüman göçmenler üzerinde denemeyeceğine dair bir garanti yok!
Trump 2016 senesinde ilk defa seçildiğinde bunu kimse tahmin edememişti. Çoğu insan Hillary Clinton’ın seçimi rahatlıkla alacağını düşünüyor, Amerikan halkının bu kadar kaba ve otoriter görünen bir adayı asla seçmeyeceğini düşünüyorlardı. Görünen o ki bunlar çoğunlukla beklentilerden besleniyordu, gerçeklikten değil! Seçim tahminleri, uzman yorumları hep boşa çıkmıştı.
Şimdilerde aynı Trump, geçen yıl aleyhine açılan dört davadan deliller ışığında hüküm giydiği halde bir el tarafından hep korundu ve Başkanlık adaylığına gidiş yolunda önü hep açık tutuldu. Bugünlere bu şekilde geldik! Artık ortada çok daha acımasız, köşeye sıkıştığı için gözünü karartabilecek, otoriter uygulamalar yapacağını da açıkça dile getirmiş bir Trump var. Birçok köşe yazısında Trump diktatör olabilir mi, dediği şeyleri yapabilir mi, demokrasiyi bitirebilir mi, öç alır mı gibi başlıklar altında haberler ve analizler yapıldı ve açık endişeler dile getirildi.
Trump konusunda her zaman için arkasındaki gücün ve etrafındaki insanların reflekslerine dikkat etmek lazım; asıl tehlike kaynağı orası der dururum. Nerede bir diktatoryal eğilim olsa genel olarak hep aynı şablonlar takip ediliyor. Mesela Trump ile Erdoğan arasında birçok paralellik bulabilirsiniz. Arada ton ve usul farkı var sadece. Onun da ana sebebi Türkiye gibi bir ülkede daha münafıkane bir siyaset anlayışı olduğu için daha sinsice hareket etmek, her şeyi her yerde söylememek gibi hassasiyetler bulunuyor.
Seçilirse, ‘intikam’ alacak!
Oysa Amerikan siyaseti ilk dönemlerinden itibaren daha açık sözlü saldırılar, ithamlar ve söylemler üzerinden yürüdüğü için Trump gibi kaba, cahil ve rövanşist bir liderin daha üst perdeden niyetlerini dile getirmesi doğal bir gelişme. Nitekim Trump çoğu kez, tekrar seçilmesi halinde rakiplerinden öç alacağını, kendisine karşı gelen medyacıları ki onları “halk düşmanı” olarak niteledi ve bazı siyasetçileri dava edeceğini ve bazı rakiplerini seçimlerden atacağını, özellikle de Ulusal Güvenlik ve İstihbarat alanında çalışan tüm “yolsuz” (aslında kendisinin düşman bellediği” kamu görevlilerini o pozisyonlardan temizleyeceğini ve onların yerlerine kendi MAGA (Amerika’yı tekrar büyük yapma hareketi) taraftarlarını getireceğini açıkça belirtti. Kısaca tüm muhaliflerini “haşarat” ve “pis insanlar” olarak tanımlamaktan ve soykırımsal bir dil kullanmaktan imtina etmedi; etrafındaki insanlar tarafından da ettirilmedi ki, dediğim gibi, tehlikenin asıl kaynağı da orada saklanıyor!
Bir konu daha var Trump’ın hastalıklı yapısına ışık tutan. O da Trump’ın yargılandığı dönemde ısrarla ve tekrarla “Başkan’ın bazı karar ve uygulamalarından ötürü mutlak dokunulmazlığı (absolute immunity) olmalı” şeklindeki sözleri. Maalesef, Üst Mahkeme bu yönde bir karar verince birtakım çevrelerde endişeler arttı. Zira Trump gibi bir lider, rakibinin öldürülmesini istese ve bunu sağlasa veya daha başka hukuksuzluklara yol açacak emirler verse, bunlara karşı dokunulmazlık zırhına sahip olması Amerikan demokrasisinin sonu demek olur. Böyle bir olasılığı bazı uzmanlar endişe ile karşıladılar.
Kısacası Trump, kendi ifadesiyle, “şeytanın güçleri” olarak nitelendirdiği ve tabanına hedef gösterdiği bir kalıbın içine sığdırabileceği herkesten öç almaya, onları kaba kuvvet ve siyasi manevralarla bertaraf etmeye çalışacağı bir dönem arzuluyor. İlk olarak da kendisine ikinci kez seçilme şansı vermemiş olan mevcut Başkan Biden’i ve şimdilerde kendisine kabuslar gördüren seçimlerdeki güçlü rakibi Kamala Harris’i oy çalmak gibi sudan bahanelerle yargılatarak onlardan öç almak olacak. Daha öncesinde ise 2020’de kaybettiği seçimde kendi kalkışmasına ve güç devşirme çabalarına destek vermemiş olan tüm FBI ve istihbarat çevrelerinden ve ordudaki bazı generallerden öç alacak, onlara görevden el çektirecek.
Tehlikeli bir yol!
Yani ülkenin gelişmesi için önceden yapma fırsatım olmamış olan filanca atılımları yapacağım gibi vaatler vermek yerine, salt temizlik yapma, güç devşirme, nefret üretme ve öç alma yörüngeli retorikler üretiyor Trump ki bu son derece tehlikeli bir gelişme. Cumhuriyetçi Parti yönetiminin ışığı görmüş tavşan gibi kısmi felce uğramışçasına bu gelişmeleri izlemesi, devlet aklının da gerekli adli hamleleri, açılan davalara ve hakkında verilen hüküm kararlarına rağmen, yapamıyor olması Amerikan demokrasisi adına endişe verici gelişmeler.
Bazılarınızın, “Hocam çok uçmuşsun! Trump gibi bir adam konuşur, tabanını üter ama bu dediklerini yapmaya asla cesaret edemez, etse de yapamaz, yaptırmazlar!” diyecektir. Haklı olabilirsiniz, ancak unutmamalı ki bu endişeleri bazı Amerikalı uzmanlar ve medyacılar da sıklıkla dile getirdiler. Başka bazı uzmanlar da “evet deneyebilir, hatta deneyecek de ancak tepkiler çok büyük olacağı için bu dediklerini yapamaz” şeklinde yorumlar yaptılar. Yani kimse net bir şey söyleyemiyor. Net olan şey Trump’ın yolsuzluğa ve güç suistimaline açık yönü, bu uğurda güce ve mutlak dokunulmazlığa olan ihtiyacı ve tüm Hubris sendromlu lider tiplerinde görüldüğü şekliyle öç alma noktasında gösterdiği tehlikeli eğilim ve söylemler…
En nihayetinde bu yazı netlikler üzerine değil, ihtimaller üzerine yazılmış bir yazı. Trump bu yazıda yazdıklarımın bir kısmını ilk başkanlığı döneminde denedi. Meclis baskını teşvik etme bunlardan sadece bir tanesi idi. Kendi etrafından, bizzat kendi başkan yardımcısı Mike Pence dahil olmak üzere bazı devlet görevlileri, istihbaratçılar ve hatta kendi kabinesinden insanlar bir hukuksuzluğa bulaşmak istemedikleri için Trump’ın yanından ayrıldılar veya araya mesafe koydular. O da onları suçlayıp tabanın hedef tahtasına koydu. Bu isimlerden birkaçı Trump’a karşı açılan davalarda itirafçı bile oldular.
Baştan sona Erdoğan’ın ve etrafındaki çetenin bugüne kadar izledikleri serüvenin bir kopyasının yeniden hayata geçirilmeye çalışıldığını izliyor gibiyiz. Bu yazıda değindiğim noktalar bu minvalde tek tek, satır satır karşılaştırmalı olarak analiz edilebilir.
Dünya üzerinde faşist liderlere ve faşist yönetimlere doğru bir gidişatın ve gizli desteğin varlığı her yerde hissediliyor. Beni en çok endişelendiren de zaten bu gelişme. İnşallah seçim beklendiği gibi geçer ve Amerikan demokrasisi Trump gibi kin yüklü bir cahilin ve onun etrafında el sıvayıp fırsat kollayan cahil, fırsatçı ve çıkarcı Yecüc-Mecüc misali kesimlerin cesaretle ortalığa saçılacağı bir zemine kurban gitmez.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***