AHMET KURUCAN | YORUM
1997 yılıydı yanlış hatırlamıyorsam. Ticaret dünyasında hatırı sayılır ağırlığı olan bir iş adamı, toptancı firma tarafından umre ile ödüllendirildi. Aynı firmanın müşterisi olan başka iş adamları da farklı ödül seçenekleri arasından umreyi seçmişti. Büyük bir gruptuk ve rehberlik yapması için iki hoca görevlendirilecekti. Tanıdığım bu iş adamı, “Rehberleri ben seçsem olur mu?” diye sormuş; firma kabul edince, Abdulah Aymaz Hocam ve ben rehber olarak umreye gittik.
Cidde’ye indiğimiz gün Berat Kandili’ydi. Abdullah Aymaz Hocam’ın geleceğini duyan bazı kişiler, onu havaalanından alıp bir programa götürdüler. Ertesi gün sordum: “Ne yaptınız?”
Güldü ve “Kilometrelerce uzakta bir hurma bahçesine gittik, elli-altmış kişilik bir grup toplandı. Sohbet ettik, her zamanki gibi.” dedi.
Ama aklıma takıldı. Neden böylesine uzak bir yer? Neden bir hurma bahçesi, neden gözlerden ırak? Cidde’de başka bir mekan yok muydu? Bir otel salonu kiralanamaz mıydı ya da başka bir yer?
Bu soruların tek bir cevabı var: Çünkü muhaberat rejimlerinin gerçeği bu. Baskıcı yönetimler, kendisine muhalif olabilecek en küçük sesleri bile susturmak ister, gelişmesine izin vermez.
Şimdi yıl 2024 Kasım ayı. Avrupa’nın demokratik bir ülkesindeyim ve 400 kişiye yakın bir toplulukla, samimi bir ortamda sohbet ettik. Konuşmamızın ardından soru-cevap faslına geçtik. Bu vesileyle katılan herkese bir kez daha teşekkür ederim. Ancak vurgulamak istediğim bu değil. Demokratik ülkelerde bu tür toplantılar zaten yapılabiliyor. Asıl mesele Türkiye’de yaşanan değişim.
Salonda Türkiye’den gelen bir misafir vardı; kızını-oğlunu ziyaret etmek için ülkesinden ayrılıp buraya gelmiş bir anne. Hayatını Hizmet Hareketi içinde geçirmiş, son 10 yıl hariç, ömrü sohbetlerle, dost meclisleriyle geçmiş bir insan. Bu toplantı, onu 10 yıl sonra ilk defa tekrar böyle bir ortama kavuşturmuştu.
Bana anlatıldığına göre ilk yarım saat boyunca gözyaşlarını tutamamış. Anlattıklarımdan mı etkilenmişti? Hayır, o ortamın, o beraberliğin onda uyandırdığı hislerden; duyduğu hasretten ve özlemden.
Vicdan ağlar mı bilmem ama vicdanı ağlamış. Hem de hıçkıra hıçkıra. Ülkesini düşünmüş. O güzelim memleketinin yıllar önceki Suudi Arabistan gibi bir muhaberat devletine dönüşmesinin acısını yüreğinde duymuş.
Duygu ve düşünce birlikteliği olan üç kişiyle bir araya gelip hasbihal edememenin ıstırabı gaddini bükmüş. Hasılı, bir zamanlar “gavur” diye tabir edilen ülkede dini özgürlükleri rahatça yaşarken, kendi ülkesinde bu imkana sahip olamamanın burukluğunu göz yaşlarına havale etmiş ve ak akabildiğin kadar demiş, kendini salmış.
Bu safhadan sonra çok şeyler yazabilirim ama benim de zihnim durdu. Kalemim yazmaz oldu. Nereden nereye geldik diyeyim, gerisini siz tahayyül edin. Allah, sonumuzu hayr eylesin.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***